Uzun yıllardır ailesinden ayrı yaşayan kuzenim yılbaşı nedeniyle kendisini aramayan kızına çok içerlemiş: “Babasına elinde bir demet çiçekle uğramasından geçtim vallahi. Ama elinin altındaki telefondan aramak bu kadar zor mu? Facebook’ta ‘herkese iyi yıllar’ yazmış; sanıyorum ben de o ‘herkes’e dahil etmeliyim kendimi”, derken gözyaşlarını fora etti.
Hayat; etme-bulma dünyası mı?
Kuzenim Yusuf’a daha önceki dertleşmelerimizde söylediğim ama şimdi böylesine ajiteyken “ne ekersen onu biçersin”, “kendin ettin kendin buldun”, “etme bulma dünyası” lafları etmenin zamanı değildi. “Sen arasaydın keşke! Küçük bir hediye alıp bıraksaydın kızına, oğluna hatta eski eşine!” dediğim anda patladı: “Ben babayım”.
İfade et; kurtulmaya başla…
Söyleyebileceğim çok şey vardı Yusuf’a ama ben bu seferlik susmayı yeğledim. O sırada gelen kahvelerimizi hava-su muhabbeti eşliğinde içtik. “Frida Kahlo’nun bir lafı var: ‘İnsanın ifade edemediği şeyin gücü; patlayıcı, hasar verici, kendi kendini yıkıcı bir güçtür. İfade etmek, kurtulmanın başlangıcıdır” diye. Kıssadan hisse sevgili Yusuf: kızına duygularını ifade et; elbette onun da söyleyeceklerine de hazır olarak” diyerek konuyu kapatıp, hayatın başka hallerini konuştuk.
Biz ‘ilk yalnız yaşlılar’ nesli olacağız
Vedalaşırken “Bizim neslin yaşlılığı öncekilere göre farklı olacak; yalnızlığımız çok belirleyici olacak. Nesil olarak ülkenin cem’an ‘ilk yalnız yaşlıları’ olacağız gibi geliyor bana. Acı ama gerçek ve kabullenmek gerek. Çocuğu olmayanlar, çocuğu aynı şehirde ama farklı bölgede yaşayanlar, çocuğu başka bir şehirde ya da ülkede yaşayanlar. Çocuklarımıza bize dair sorumluluk yüklemedik bizler; fazlaca gerek görmediğimizden herhalde. Ama bizi telefonla aramalarını, bayramda seyranda ziyaret etmelerini beklemeye de hakkımız var elbet. Yalnızlığı kabullenmekte en çok zorlanan kesim çocuğuyla aynı şehirde yaşıyor olup onlardan yeterli ilgi görmediğini düşünen akranlarımız. Çocuğu uzakta olanlar bu anlamda şanslı; gelip gidemiyorlar sıkça deyip rahatlatıyorlar kendilerini. Çocuğu olmayanların ise zaten beklentisi yok” minvalindeki cümlelerime Yusuf ses etmedi.
Yalnızlık adam eder insanı
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun o güzelim dizelerini; “Yalnızlığın kadarsın / Yalnızlığın mis kokmalı / Yalnızlık dediğin büyük bir zindan / Dünyanın en büyük zindanı / Dinden imandan çıkarır / Ama öyle bir adam eder ki insanı “ okudum kendime.
Yusuf yalnızlıktan yakınan çoğu akranımdan biri aynı zamanda daha ileriki yaşlarında yalnızlıktan daha da fazla yakınacak olan akranlarımdan da biri.
O henüz yalnızlığın; yaşlılık dönemindeki insanları sağlık ve bakımdan sonra en çok ürküten, korkutan, yakındırtan olgu olduğundan habersiz. Yaşlı yalnızlığının cinsiyet, ırk, din, etnik köken, dil, statü, ekonomik durum, coğrafi bölge, kır-kent ve çocuk sahibi ol(ma)madan bağımsız bir olgu olduğundan da habersiz.
İlla ki içsel yalnızlık
Hayat taşkalasının çokça azaldığı, dışarıdaki hayatın yaşlı insanlar için giderek daha da acımasız ve katı olduğu, hayatın yavaşça aktığı ancak sıkça arızaya geçtiği yaşlılık dönemindeki insanın kendi iç dünyasına çekilmesinin aslında zaruret dışında bir çeşit savunma olduğunu da söylemek mümkün. Üstelik bir evde tek başına, yalnız yaşayan insanın mekânsal yalnızlıkla baş etmesi daha kolaydır; içsel yalnızlığa görece.
Yalnızlık; gerileme ve kayıpların hakim olduğu yaşlılık dönemindeki insanları acıtır, kırılganlığını artırır, mutsuz kılar. Bu durum bir süre sonra -bireysel farklılıklar olsa- da yaşlı insanın kendini, çevre-toplumun da yaşlı insanı dışlamasına neden olur.
Yaşlı insanın yoksunluğu, yoksulluğu
Yaşlı insanın sahip ol(a)madığı manen ‘şey’lere yine sahip ol(a)madığı madden ‘şey’ler eklendiğinde durumun vehameti bireysel düzeyde artmaktadır.
“Herkesin yaşlılığı kendine; benzemez hiçbirininki bir diğerine” elbette ama yine de yaşlılık dönemi yalnızlığına ilişkin özellikle orta yaş döneminde –bireysel düzeyde- alınacak bazı önlemler var. Mesela… Çalışırken işi dışında hiçbir şey düşünmeyen, toplumsal hayatın hiçbir boyutuyla ilgilenmeyen, kültürel hayata ilgi duymayan, bir tek hobisi bile olmayan, yardımlaşma-dayanışma-paylaşma gibi hasletleri olmayan bir insanın; emekliliğin ardından gelen yaşlılık döneminde yalnızlıkla baş etmesi kanımca zor. Erkeklere görece kadınların yaşlılık dönemi yalnızlığıyla baş etmekte daha az zorlandıklarını da söylemek mümkün.
Toplumsal itibar ve güven önemli
Yaşlı insanların ailelerinden ve toplumun her kesiminden destek alması; toplumla ilişkilerini sürdürmesi; topluma hizmet etme fırsatlarının olması; toplumun kültürel değerlerine uygun olarak korunması ve gözetilmesi; potansiyellerini tam olarak kullanabilmesi; eğitsel ve kültür etkinliklere katılabilmesi; her türlü ihmal ve istismar ile ayrımcılıktan uzak tutulması; toplumda itibar görmesi ve güven içerisinde yaşamasının onların temel gereksinimlerini karşılanmasının(**) sağlık ve bakım olanaklarından yararlanması kadar önemli olduğunu söylemekte yarar var.
Slow dansta beden- ruh uyumu önemli
Yaşlı yalnızlığının “bedenle ruhun slow dansı”a benzetildiği -yazarını hatırlamadığım- bir yazı okumuştum yıllar önce. “Slow dans”ta müzik yavaştır, hareketler yavaştır; özellikle ayak hareketi azdır; eşli yapılır; başat eş diğerini belinden kavrar, eş ise elini başat olanın omuzuna koyar; sarılıp sallanırken çift -tüm doğallıklarıyla- sohbet eder ya…
İşte bedenimizi başat eş, ruhumuzu partner olarak düşündüğümüzde ikisinin birbiriyle uyumunun önemi çıkıyor ortaya. Zor değil ama uyum sağlanamazsa çok zor olan bir dans.
Her dem uyumlu olmalı beden-ruh
Kuzenim Yusuf da benim gibi orta yaşın yaşlılık; yaşlılığın gençlik döneminde. Ve şimdiden değil öteden beri çok kötü dans ettiğinin yeni yeni ayrımında. Yaşlılık döneminin yalnızlık kalemine önceden yatırım yapmadığı için ileride daha da zorlanacak gibi. (ŞD/NV)
* Şadiye Dönümcü. sosyal hizmet uzmanı.
** BM: 1. Dünya Yaşlanma Asamblesi’nde benimsenen “YAŞLANMA 1982-Yaşlılık İlkeleri”nden bazıları.