Diyarbakır’da Ofis ve Şehitlik semtinin arasında, kentin göbeği sayılan yerdeki devasa binanın önünde durmuş iki kadın. Ellerinde pazardan döndükleri belli sebze ve meyve poşetleriyle binaya bakarak, sohbet ediyorlar.
- Bu bina önce belediyeninmiş ama daha sonra devlete geçmiş.
Konuşmalara şahitlik eden tiyatrocu kadın dayanamayarak atlayıveriyor.
- Hayır, devletin değil, belediyenin bu bina.
Kadınlardan biri o can alıcı cümleyi çıkartıveriyor ağzından.
- E belediye de devletin değil mi?
Doğru ya belki de unuttuğumuz şey buydu. 17 yıldır kentte görev yapan DBP’li belediyeler belediyeyi devletin değil halkın kurumu olarak görüp haraket etmişlerdi. O kadar sahiplenmişlerdi ki, tek kuruşun boşa harcanmaması için kılı kırk yarıyorlardı.
2005’te burada ilk başladığım dönemleri hatırlıyorum. Mesai mefhumu gözetmeden, hafta sonu dahil çalıştığımız zamanları. Akın akın belediyeye gelerek derdini anlatan insanlarla yapılan halk toplantılarını. Canla, başla çalışan personeli, Feridun Çelik döneminde kimsenin yapamayacağı Diyarbakır surlarının etrafının her türlü riskin göze alınarak temizlenip, tarihi surların açığa çıkartılmasını. Osman Baydemir’in “Başkaları 8 saat çalışıyorsa biz 16 saat çalışmalıyız. Batı illeriyle olan aramızdaki farkı ancak bu şekilde kapatırız” diyerek çalışanları motive etmesini. Yurtiçi ve yurtdışından gelen iş insanlarıyla yaptığı toplantılarda kente yatırım yapılması için gösterdiği çabayı. Sadece görev süresince değil, kentin 50 yıl sonrası düşünülerek yapılan Suriçi İmar Koruma Planı, Ulaşım Master Planı ve altyapı çalışmalarını. Bunların dışında kültür ve sanatın geliştirilip yaşatılması için yapılan aktiviteleri. Kürt dilinin korunması için çıkartılan yayınları, araştırmaları.
Yazının başında sözünü ettiğimiz binanın, yani belediyenin Kültür Sanat Kongre Merkezi’nin yapımına, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin daha iyi yapılması ve sergilenmesi için 2013 yılında başlandı. Türkiye’deki 6. büyük kültür ve kongre merkezi olan bina kentteki kültür ve sanat faaliyetleri ile kongre ve konferanslara ev sahipliği yapıyor. Merkezde bin 740 kişilik konferans salonu, 14 derslik, iki sinema, tiyatro ve deneme salonu ile çalışma ofisleri yer alıyor.
Burada çalışan sanatçılar son bir yıldır tüm yaşamımıza sirayet eden savaşın gölgesinde sanat yapmak için uğraş veriyor. Her şeye rağmen yaşama umutla sarılan ve direnen insanların öyküsüne tanık oldular. Yitirilen onca şeye rağmen, karanlığın ardındaki ışığa doğru yürüyenler onların yolunu aydınlattı. İnsanlığın yarattığı en vahşi eser olan savaş karşısında belki naif ama incelikli bir kırbaç olan sanatla karşılık verip direnerek, yaşananların unutulmasının, tüketilmesinin ve kanıksanmasının önüne geçmek için yollarına devam ettiler. Bomba sesleri altında provalarını zor da olsa sürdürdüler.
Bu mekanın her santimetrekaresini her biri emekleriyle yarattılar. Varlıklarının sebebi olan, dillerini, kültürlerini, sanatlarını burada sürdürebilsinler diye. Emeklerinin hiçbirinin boşa gitmediğini ve gitmeyeceğini çok iyi biliyorlar. Bugün olmazsa bile elbet yarın.
Kendisine dokunulmasın diye koskoca bir ülkenin ölü taklidi yaptığına tanıklık ediyoruz. Onlar bunun aksine yaşadıklarını ve varlıklarını sanatın diliyle kabul ettirmeyi sürdürecekler.
Ama belki de unuttukları bir şey var. Belediye de devletin değil miydi? Üstelik etrafı polis araçları ve bariyerlerle kaplı, personelin iki kez üst araması ve kimlik kontrolünden geçtiği, içerisi köpekler eşliğindeki polislerle dolu bir bina olarak devletindi artık. Belki de hep onlarındı. Bizim diye, halkın diye yaşadığımız bir yanılsamaydı oysa.
Bugün göreve başlayan yeni kayyum, Dağkapı’da ciğer yiyip, esnafın hatırını sormuş. Belediye otobüsleri ücretsizmiş artık. Ne âlâ. Makarna ve kömür siyaseti devam ediyor anlayacağınız.
Ve son günlerdeki yaşanan ağır havayı dağıtmak için elimde Ercan Kesal’in Cin Aynası kitabı:
“Söz söylemenin bedelinin ağır olduğu bir coğrafyadayız. Ama, Homeros Odysseia’da şöyle der: ‘Tanrılar ölümlülerin başına çorap örerler, gelecek kuşakların şarkısını söyleyecek bir şeyleri olsun diye’. Zalimlerin başımıza ördüğü çoraplar, galiba ileride çocuklarımızın söyleyeceği şarkılar olsun diyedir.”
Merak ediyorum, bizi sustursalar da çocuklarımızı nasıl susturacaklar? (BD/ÇT)