Marina Abramoviç 70'lerden günümüze 40 senelik kariyerinde bedeninin sınırlarını zihnin imkanlarıyla zorlayan, izleyici kitlesiyle ilişkisini uç noktalara taşıyan dünya çapında Sırp bir performans sanatçısı.
Marina Abramoviç: Sanatçı Aramızda adlı belgesel LGBT Dayanışma Derneği Pembe Hayat'ın düzenlediği ve halen devam etmekte olan KuirFest 2013'ün programında yer alıyor.
Sundance, San Francisco, Atina ve Valladolid gibi saygın festivallere katılmış, Berlin ve Saraybosna'da seyirci ödülü kazanmış olan yapım provokatif sanatçının 2010 yılında New York Modern Sanat Müzesi MoMA'da gerçekleştirilen retrospektifinden yola çıkarak ayrıntılı bir portresini çiziyor.
Tito Yugoslavyasında büyümek
1946 doğumlu Marina'nın ebeveyni II. Dünya Savaşı sırasında faşistlere karşı mücadele vermiş olan partizanlardı, hatta babası Vojo harpten sonra milli kahraman ilan edilmişti. Babanın aileyi terk etmesini müteakip annesi Danica 60'lı yılların ortalarında Belgrad'daki Devrim ve Sanat Müzesi'nin müdürlüğünü yapmaya başlamıştı, fakat eve hakim olan disiplin azalmadığı gibi Marina'ya uygulanan, geceleri en geç saat 10'da eve dönme kuralı genç kadın 29 yaşına varana kadar sıkıca sürdürülüyordu.
1965-70 yılları arasında Yugoslav başkentinin Güzel Sanatlar Akademisinde eğitim görmüş olan sanatçı o yıllarda yaşadığı durumu bir çılgınlık olarak hatırlıyor ve kendini kesme, kırbaçlama, hatta yanarak ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalma gibi olayların kesinlikle gece saat onda eve kapanmadan önce yaşandığını söylüyor.
Her şeye rağmen, zaman içinde hareketsizlik, sessizlik ve dayanıklılık konusunda da uç noktalara varacak olan sanatsal deneylerinde Marina aldığı sıkı eğitimin katkısını asla inkar etmiyor ve isyankarlığıyla birleştiğinde enerjisinin nelere kadir olduğunu günümüzde bile ispatlamaya devam ediyor.
Ulay'la yakalanan uyum
Marina Amsterdam'a taşındıktan sonra 1976 yılında tanıştığı, sanat adı Ulay olan Alman sanatçı Uwe Laysiepen'le ego ve sanatçı kimliğini sorgulama yönünde ortak çalışmalar yürütmeye başladı. Zaten radikal olan performansları aralarındaki aşk ve zihniyet uyumu sayesinde yepyeni ufuklara doğru açılmalarına imkan tanıdı; seksle özgürleştiler, vücutlarını tokuşturdular, sesleri kısılana kadar birbirlerine bağırdılar, iki başlı tek vücut haline gelmek üzere sınırları zorladılar.
Bir kapı girişinde karşılıklı çırılçıplak durarak aralarından geçmek zorunda kalan sanatseverleri sınarken bir masa başında bitkin düşene kadar göz göze bakıştılar; kendilerini birer sanat eseri olarak müzelerde teşhir ederken duyularını kontrol altında tutmak, bedenlerini şiddete maruz bırakmak suretiyle kimlik arayışında yol aldılar; aynı zamanda baskıcı siyasi rejimlere muhalefetlerini de sürdürdüler.
Bu arada bir karavanda yaşıyor ve Avrupa'yı baştan başa katediyorlardı. Bunu Avustralya'da Aborijinlerle geçirecekleri bir sene ve Hindistan'daki Tibetli Budistleri ziyaretleri takip edecekti.
1988 yılında gerçekleştirdikleri performans ise Çin Seddi'nin iki ucundan başlayıp ortasında buluşmalarıyla biten zorlu yürüyüştü. Fakat ne yazık ki umulan olmadı ve evlilikle sonuçlanması beklenen bu süreç iki sanatçının ayrılmasıyla son buldu.
Balkan hassasiyeti
Marina epey sarsılsa da çalışmalarını tek başına yürütmeye devam etti; kaybettiği özgüvene kavuşmak için göğüslerini büyütmesi feministlerle kendisi arasına koyduğu mesafeyi belirginleştirdi.
1997 yılında düzenlenen Venedik Bienali sırasında gerçekleştirdiği "Balkan Baroque" adlı performansı yine büyük sansasyona sebebiyet verdi. Isının gün geçtikçe arttığı bodrum katındaki bir mekanda kanlı hayvan kemiklerinin üzerine oturarak onları temizlemeye çalışıyor olması adeta savaşın utancını silmenin imkansızlığını temsil ediyordu. Dört gün boyunca kokunun gittikçe arttığı bir ortamda çocukluğundan kalan halk şarkılarını okudu, gözyaşı döktü ve en başta son Balkan harbi olmak üzere dünyadaki tüm savaşları lanetledi.
MoMA'daki başarı
Sanat dünyasıyla popüler kültürü birleştiren ender etkinliklerden biri olarak nitelenen 2010 New York retrospektifi 90 gün sürdü ve bazılarınca performans sanatının müze ortamında tekrar yaratılabildiğinin kanıtı oldu; yüz binlerce sanatseveri MoMA'ya çekti, binanın önünde uzun kuyruklar oluştuğu gibi bir gece öncesinden girişte kamp kuranlar bile oldu.
Ne de olsa radikal sanatçı Marina'nın daha önce şahsen gerçekleştirdiği ve başkalarınca New York Modern Sanat Müzesinde tekrar hayata geçirilen performansları dışında kendisi de Ulay'la yıllar önce uygulamaya koyduğu deneyi izleyicilerle paylaşmak üzere huzurlarındaydı.
Abramoviç yine sınırlarını zorladı ve kendisiyle göz göze gelip kah duygulanan, kah rol kapmaya çalışan insanlarla üç ay boyunca enerjisini paylaştı.
İngilizce adıyla Marina Abramović: The Artist Is Present belgeselinin yönetmenliğini Matthew Akers ve Jeff Dupre yapıyor ve sanatçının hayatı boyunca sürdürdüğü meydan okumaları 106 dakikaya elinden geldiğince sığdırmaya çalışıyor.
İKSV'nin 2012 Uluslararası İstanbul Film Festivali sırasında Türkiyeli sinemaseverlere göz kırpmış olan kaliteli yapım her ne kadar analitik olmaktan çok övücü bulunsa da çeşitli arşiv görüntüleri ve sanat camiasının özel simalarıyla yapılmış röportajlarla destekleniyor.
Politik kimliğiyle tanınan Esmeray'ın 17 Ocak Perşembe akşamı Kızılay Büyülü Fener Sinemasında seyircileri kahkahaya boğan tiyatro performansıyla başlayan KuirFest'te Marina Abramoviç'le ilgili belgesel 21 Ocak saat 21:15'te aynı sinemada gösterilecek.
Bu sene 17-24 Ocak tarihleri arasında Ankara'da ikincisi düzenlenen, yukarıda bahsi geçen mekan dışında Ankara Goethe Enstitüsü ve cermodern'de film gösterileri ve panellerden müteşekkil KuirFest, lezbiyen, gey, biseksüel ve trans dayanışma derneği Pembe Hayat'ın rengârenk bir etkinliği.
Marina'nın yıllar sonra Ulay'la tekrar buluşmasını da seyirciyle paylaşan belgesel dışında festivalde birbirinden çekici yapımlar var, programına göz atmanız tavsiye edilir. (MT/ÇT)