*Manşet görsel: Türkiye Vegan Derneği, Aslı Alpar çizimi
“Vejeteryanlık ve çocuk”la ilgili yazılan yorum, yazı, makalelerin neredeyse tamamının beslenme biyolojisi ve ebeveynlere yönelik diyetetik uyarılar üzerine olması, üç toplumsal arızayı ele veriyor:
1) Kaygı kültürel gelişimi baskılar.
2) Biyolojik bir tartışmanın olduğu yerde psikolojik bir tartışma ikincildir.
3) Ebeveynlik -aynı zamanda- çocuk psikolojisini önemsizleştiren bir hegemonya aygıtıdır.
Vejetaryenlik ve ebeveynlik
İçinde bulunduğumuz yılların, bilhassa son on yılın, insanlık tarihinde ilk kez, vejetaryenliğin protest saiklerle kitlesel olarak ebeveynlik nosyonuna girdiği yıllar olduğu düşünüldüğünde, bir geçiş kuşağı olduğumuz söylenebilir. Bu geçişten, vejetaryenlik lehine bir paradigma değişikliğini değil, halihazırdaki baskın paradigmadan geçiş olanağının oluşmuş olmasını kastediyorum. Bu süreç her geçiş gibi kaygı üretiyor ve yerinde kalma isteği daha doğrusu paradigmanın muhafazakarlığı pozitivizmi canlandırıyor. Bu da bizi protein, vitamin sembolleri ile dolu bir tartışmanın içine çekiyor.
Burada geçişe direnen ama diğer yandan geçişe kendi lehine oryante olan, dahası yönetmeye çalışan endüstriyi ve onun müdahalesini dışarıda bırakıyorum; toplumsal düzeydeki bir protestonun ebeveynlik kimliğine olan kaçınılmaz yansıması ile ilgileniyorum. Bu kimlik, sözgelimi 68 devrimciliğinin ebeveynlik kimliğine yansımasına da benzemiyor. Öyle ki, bu protestonun bir radikal değişikliğe ve/veya bir ütopyaya gereksinim duymadan beslenme düzenindeki değişiklikleri yani gerçekleştirilebilir bir alternatifi içermesi bir “oluş” olarak yaygınlaşmasını kolaylaştırıyor.
Vejetaryen çocuk
Başka deyişle, sayıca marjinalleştirmekte zorlanılacak bir vejetaryen ebeveyn kitlesinin oluştuğu ve çocuklarını vejetaryen prensiple yetiştirdikleri bir dönemin başındayız. Bu, vejetaryen çocuk yetiştirmekle ilgili spekülatif, pozitivist, şüpheci argümanların önümüzdeki 15 yıl içinde önemli oranda yatışacağı, yerini başka tartışmalara bırakacağı anlamına geliyor, muhtemelen.
15 yıl öncesindeyiz ve bugün bir çocuğun vejetaryen beslenmesi ile ilgili tartışmaların neredeyse tamamen biyolojik/tıbbi argümanlara dayanması, yalnızca geçişin yarattığı kaygının değil, aynı zamanda biyolojik/tıbbi yaklaşımın psikoloji ve kültür üstündeki tarihsel baskısını canlandırmaya duyduğu ihtiyacın da işareti.
Burada, çocuk beslenmesi ilgili bir tartışmada insan doğası ile ilgili bilgi ve hipotezler, çocuğun özneleşme süreci, benlik inşası, bilinçdışı dinamikleri, sosyal etkileşim ve ebeveynliğin modern motivasyonu ile ilgili değişkenlere dair tartışmayı domine etmekle meşgul.
Ne var ki, -ve- ne olursa olsun, vejetaryenlik ilk kez yetişkin yüksekliğinden (!) çıkıp çocuğun özneleşme sürecine, çocuğun kendi tarihi üzerindeki inisiyatifine yerleşiyor. Bu yüzden belki, konunun “yetişkin tercihi” bağlamı dışına çıktığını kabullenmek işimizi oldukça kolaylaştıracaktır. Bu kabul, aslında iki kavram arasındaki bağlantıda yer değişikliği yapmamızı yani tartışmamızı “vejetaryenlik ve çocuk” olarak değil “çocuk ve vejetaryenlik” şeklinde sürdürmemizi gerektiriyor ama bunun epeyce uzağındayız.
Çocuğun beyanı
Oysa, son beş yılda, çocuğunun vejetaryenlik beyanı/deklerasyonu ile ne yapacağını bilemeyen ebeveynlerden aldığım başvurulardaki hızlı artışın benim görüşme odamla sınırlı olduğu düşünülemez sanırım. Buna karşın konunun halen çocuğun özneleşme süreci ve bir çocuğun kendine müdahalesi olarak tartışılamıyor olması ise üçüncü arızadan, yani ebeveynliğin aslında çocuğun varoluşu üstüne basarak yükselen bir “kendilik tasarımı” olmasından kaynaklanıyor.
Baskın ebeveynlik kültürü çocuğun vejetaryenlik beyanını bir dışsallık olarak görüyor, burada bir olağandışılık arıyor, iyi ihtimalle utangaç bir saygı altında örtülü olarak reddediyor. Ben burada genel olarak tarif edilen ve anlaşılır olan “ebeveynlik sorumluluğu”nun, çocuğun özneliğine yönelik kabuldeki zorlanmayı ve ebeveynin idealize ettiği kendilik tasarımını koruma arzusunu da perdelediği düşüncesindeyim.
"Çocuğu görmek"
Yaygınlaşan bir toplumsal itiraz ve alternatif kaçınılmaz olarak çocuğu da etkiler. Diğer yandan etçil kültür çocuğun psikolojik dinamiklerini sıkıştıran ve bilinçdışını genişlettiği bir zorlanmanın da konusudur. Etçil aile ortamlarındaki çocukların vejetaryenlik beyanlarının arkasında çoğunlukla bu zorlanma yatar.
Açıkçası bir çocuğun et yemek istemediğini beyan etmesi, yalnızca çocuğun özneliği, kendi psikolojisine sahip çıkması açısından değil, ebeveyn çocuk bağlantısına yönelik yaptığı yönlendirmeler ve sağlıklı bir ebeveyn-çocuk ilişkisinin sorgulanmasına, kurulmasına, sürdürülmesine dair benzersiz olanaklar sağlaması açısından da çok değerlidir. Çocuğu görmek dönüştürücüdür, iyileştiricidir.
Onarıcı süreç
İnsanın neden çocuk dünyaya getirdiği sorusunun arkasındaki değişkenler ebeveynliği nasıl sürdürdüğü ile elbette yakından ilişkili. Bir çocuk dünyaya getirme kararında, çocuk -haliyle- nesnel olarak özne değildir. Ebeveynlik, ilgi, şefkat, sorumluluk gibi saiklerin yanında, bu saiklerle birlikte ya da bu saiklerin perdelediği şekilde, örtük olarak, işte çocuğun özne olmadığı zamanlardaki bu statükonun devamını arzular. Ne var ki, çocuk öznedir ve bunun kabulündeki zorlanma, tersinden, ebeveynin özgürleşmesini de imkânsız hale getirir. Çocuğun bir zaman sonra ebeveyni ile doğrudan ya da dolaylı olarak hesaplaşmasını da kaçınılmaz kılar.
Bir çocuğun et yemekten imtina etmesi, bazı durumlarda vejetaryenliğini deklare etmesi, her şeyden önce konunun psikolojik bir bağlamda tartışılmasını gerektirir. Ne var ki bu tartışma çocuğun incitilmeden içinde bulunduğu marazdan (!) ana akıma yönlendirilmesi demek değildir. Aksine, şu aşamada onun hızla yaygınlaşan toplumsal değişimlerden kaçınılmaz olarak etkilenmesini, bilinçdışını, özneliğini kabullenmeyi içermelidir. Diğer yandan bu psikolojik tartışmanın yalnızca çocuğun başka bir canlıyı yemeyi reddetmesine bağlı psikolojik süreçleri değil, çocuk-ebeveyn ilişkisini de tartışmaya açan bir projeksiyon içerdiği ölçüde dönüştürücü, onarıcı olacaktır.
(NÖ)