Tarihi çoğu insanımız romanlardan, filmlerden, televizyon dizilerinden öğreniyor. İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan Varlık Vergisi "Faciası", 1999 yılında gösterime giren "Salkım Hanım'ın Taneleri" filminden sonra bugünlerde ilgiyle izlenen "Kulüp" dizisi ile yine gündeme geldi.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun geçen günlerde dillendirdiği "geçmişimizle helalleşme" söylemi bağlamında "Varlık Vergisi altında inim inim inleyen azınlıklar... ile helalleşeceğiz" demesi, konunun güncellik kazanmasının bir başka nedeni.
Belgesel filmler bir yana, ister istemez "kurmaca"ya dayanan roman veya filmlerden tarih öğrenilir mi? Herhalde öğrenilmez, olsa olsa "Bir zamanlar böyle bir şeyler olmuş" dedirtir insana. Yine de bize belletilen ezberleri bozmak, resmi tarihi kurcalamak için bir fırsattır. Öte yandan geçmişte yaşananları farklı yorumlara yönlendirmek isteyenlere veya hatırlanması pek hoş olmayan olayların üzerini örterek unutturmayı düşünenlere de olanak veriyor.
Varlık Vergisinin savunulacak bir yanı var mı? Vergi hukuku ile hukuk devleti anlayışıyla bağdaştırılabilir mi? "O günün koşullarını yansıtmaktadır" diyerek geçiştirilecek bir konu değildir.
Kısaca hatırlayalım:
Varlık Vergisi ile savaş bütçesi için ihtiyaç duyulan ve olağan yollardan sağlanmayacak bir geliri 15 gün, bir ay gibi kısa bir zamanda, "vur abalıya" denilebilecek bir yöntemle toplamak amaçlanmıştır.
İllerde kurulacak takdir komisyonları, mükelleflerin varlığını 15 gün içinde "olsa olsa" diye kestirerek, alınacak vergiye esas olacak bir "matrah" belirlemek zorundaydı. Bu "kestirme" işinde komisyonlara polis, Milli Emniyet, hatta CHP parti örgütü yardımcı olacaktı. Böyle de olmuştur.
Konulan vergilerin 15 gün içinde ödenmesi öngörülmüştü. İtiraz, yargıya başvurma yolu kapalıdır. Vergisini ödemeyenlerin mallarına haciz getirilecek, ödenmeyen vergi borçlarına karşılık mükellefler zorunlu çalışmaya tabi tutulacaktır.
Borcunu ödeyemeyen mükelleflerin icra yoluyla satışa çıkarılan gayrimenkulleri düşük fiyatlarla el değiştirmiştir. Borçluların ev eşyası sokağa dökülerek haraç mezat satılmıştır. İstanbul'da aynı gün içinde 60 ekibin icra işlemi uyguladığı anlatılır.
Malı mülkü, ev eşyası vergi borcunu ödemeye yetmeyenlerin içinden itinayla seçilmiş bir bölümü Aşkale'ye, Sivrihisar'a taş kırmaya, yol yapmaya gönderilmiştir.
'Bizden olmayan' daha az eşit
İstanbul'dan Aşkale'ye gönderilen ilk kafilede bulunanların listesi; Hamparsun, Setrak, Yetvart ile başlamakta, Moiz, Yasef diye devam etmekte, Nikolaki, Konstantin diye bitmektedir. Liste bütünüyle gayrimüslim vergi mükelleflerinden oluşmaktadır. Zaten zorunlu çalışmaya tabi tutulanların tamamı o gruptan olmuştur.
Varlık Vergisinin sadece gayrimüslimlere değil, bütün "varlık sahibi" yurttaşlara uygulandığı savunulmaktadır. Doğrudur. Ama uygulamada yurttaşlar arasında eşitlik gözetilmemiştir. Daha doğrusu "bizden olmayanlar" daha az eşittir.
İnönü'nün cumhurbaşkanı, Saraçoğlu'nun başbakan olduğu tek parti iktidarı bir taşla birden fazla kuş avlamayı amaçlamıştır. Vergi aracılığıyla "Türk" ve Müslüman olmayan sermaye tırpanlanacak, "yerli ve milli" burjuvazi güçlendirilecektir.
Anayasal eşitlik ve "M", "G", "D" ayırımı
O tarihte geçerli olan 1924 Anayasasında "Hiçbir kimse mensub olduğu felsefî içtihad, din ve mezhebden dolayı muahaze edilemez" (Madde 75) ve "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur" (Madde 88) ve "Türkler kanun nazarında müsavi ve bilaistisna kanuna riayetle mükelleftirler" (Madde 69) gibi hükümler bulunmaktadır. Yani kısacası "ırk, din, düşünce farkı gözetilmeksizin bütün yurttaşlar yasalar karşısında eşittir" denilmektedir.
Anayasa böyle demektedir ama Varlık Vergisi uygulamasında, yurttaşların varlıklarını "takdir" eden komisyonlar, onları M (Müslüman), G (Gayrimüslim), D (Dönme), E (Ecnebi) diye gruplandırmıştır. Mükelleflerin ödeyecekleri vergi bu gruplara göre farklı oranlardadır.
M grubunun vergi oranı "son savaş yıllarında elde ettikleri tahmin olunan kazançlar toplamının" 1/8'i, yani yüzde 12.5'i kadardır. Bu oran G grubu için yüzde 50, yani dört katıdır. D grubuna ikisi arası bir oran uygun görülmüştür, varlıklarının yüzde 25'ini ödeyeceklerdir.
Alınacak vergi oranı yasada belirtilmemiştir ve böyle bir gruplandırma elbette yasa metninde yer almamaktadır. Ancak Saraçoğlu'nun, dolayısıyla Maliye Bakanının illerdeki komisyonlara verdiği talimat bu yönde olmuştur.
Uygulamanın günahı bugün de yerel görevlilere çıkarılmaktadır. Oysa uygulama bütünüyle hükümetin bilgisi altında yürütülmüştür. Hatta vergi listelerinin açıklanacağı günün sabahı Cumhurbaşkanı erken saatlerde İstanbul Valiliğine gelerek bilgi almıştır. Başbakan Saraçoğlu ise uygulamanın en başta gelen savunucusu ve yakın izleyicisidir.
O günlerin genel havası
Bu arada her ilde toplanması istenilen vergi miktarının, yine Ankara'da belirlenerek ilgililere iletildiğini de ekleyelim. Örneğin İstanbul'dan istenilen 300 milyondur. Komisyon bu direktife uymuş, toplam 317 milyon dolayında bir vergi tahakkuk ettirmiş, bunun yüzde 70'i tahsil edilmiştir.
Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta, o tarihlerde ülkedeki genel siyasal ortamın Nazi Almanyası'na benzer uygulamalara yatkın olduğudur. Haziran 1941'de, dönemin Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile Almanya Büyükelçisi Franz von Papen'i Nazi bayrağının altında "Dostluk Paktı"nı imzalarken gösteren fotoğraf anlamlı bir belgedir.
O günleri daha iyi kavramak için 1940'ların gazete başlıklarına, Akbaba ve diğer dergi ve gazetelerde yayınlanan karikatürlere bakmak bile yeterlidir. Yoğun bir azınlık karşıtlığı, şoven bir ulusalcılık egemendir. İktidar "tek parti" iktidarıdır, savaş dolayısıyla sıkıyönetim ilan edilmiştir, muhalif bir ses çıkması beklenemez.
(Gerçi tek tük direnişler vardır. Örneğin 19 Mayıs 1944 sabahı Mihri Belli ve Tahsin Berkem, Süleymaniye Camisinin minarelerine "Saraçoğlu Faşisttir" yazılı bir döviz asma girişiminde bulunmuşlardır. Ama bu eski deyimle "nevi şahsına münhasır" yani kendine özgü, yarım kalmış bir korsan eylem olarak sol siyasal tarihimize geçmiştir. Muhalefetin sesinin duyulması savaşın bitimiyle bir ölçüde mümkün olabilecektir.)
Varlık Vergisi hakkındaki 4305 sayılı yasa 1942 Kasımında çıkarılmış, 16 ay boyunca yürürlükte kalmış. Bu süre içinde toplananlarla yetinilmiş olacak ki, mükelleflerin ödeyemedikleri Varlık Vergisi borçları 1944 Martında çıkarılan 4530 sayılı yasayla affedilmiş. Bu tutum değişikliğinde savaşın müttefikler lehine gelişmesi de etkili olmalı. Türkiye "Batı demokrasileri" safında yerini almaya hazırlanmaktadır.
İki güncel makale ve üç Mülkiyelinin yazdıkları
Geçen ay yayınlanan iki makale dikkati çekiyor: "Salkım Hanım'dan Kulüp'e: Varlık Vergisi Yalanları" (Aydınlık, 17.12.20121) ve "Varlık Vergisi Gerçeği" (Cumhuriyet, 21.12.2021). Makalelerde; Varlık Vergisinin bir "facia" olmadığı, olağanüstü savaş koşullarının gereği çıkarıldığı, sadece azınlıklara uygulanmadığı, uygulamanın kasıtlı olarak çarpıtıldığı anlatılıyor.
İki makale özü itibariyle aynı şeyi söylüyor, ama birincisinde çok daha keskin bir dil kullanılmış. Uygulamaya hiç tartışmasız sahip çıkılıyor. Hatta dönemin başbakanı Saraçoğlu bir "ulusal kahraman" düzeyinde övülüyor. Makalede şöyle deniliyor:
"Varlık Vergisi ırkçı bir uygulama mıydı? Hayır. Olağanüstü, zorunlu ve devrimci bir savaş ekonomisi uygulamasıydı. Bu yönüyle de alışılagelmiş vergi uygulamalarından farklı olması kaçınılmazdı. Gayrimüslim yurttaşlarımızın daha çok etkilenmesi, daha varlıklı olmalarından kaynaklanmıştır."
Verginin iddia edildiği gibi bir "facia" olmadığını savunanların önemli bir dayanağı Cahit Kayra'nın 2011'de yayınlanan "Savaş, Türkiye, Varlık Vergisi" adlı kitabı. Cahit Kayra (1917-2021) Varlık Vergisi döneminde Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu üyesidir, ayrıca verginin uygulanmasında görev almıştır. Dolayısıyla vergiye ilişkin tanıklığı önemlidir.
"O günleri yaşamayan gençler bilmezler, kulaktan dolma yazarlar" diyen Kayra'nın yazdıkları ne yazık ki gerçeklerle uyuşmuyor, hatta kendisiyle çelişkiye düşüyor. Daha önce bir yazısında yaptığı "Bu vergi ırkçıydı" saptamasının tersine kitabında, ırkçılık filan yapılmadığını ileri sürüyor. Hatta "Türkler, gayrimüslimlerden fazla bile ödediler" diyor örneğin.
Kayra "Mülkiyeli"dir, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini 1938'de bitirmiştir. Şimdi herhalde pek geçerliliği kalmamıştır ama eski "Mülkiyeliler" arasında adeta hiyerarşik bir dayanışma denilebilecek saygılı ilişkiler vardır.
Kayra'nın kitabı yayınlandığı günlerde, daha genç bir "Mülkiyeli" Baskın Oran'ın "İkinci Varlık Vergisi Faciası" başlıklı yazısı (Radikal 2 - 27.03.2011) kibarca yazılmıştır ama okkalı bir eleştiridir.
Baskın Oran, "Büyüğümüze akıl vermek haddime değil ama" diye başlar ve Kayra'nın yaptığı bir hesaplama yanlışını rakamlarıyla ortaya koyar. Kayra, elmalarla armutları, daha doğrusu G'lerle M'leri karıştırmıştır.
(Baskın Oran'ın daha önce yazdıklarını tazelediği "Üçüncü Varlık Vergisi Faciası" başlıklı yazısına da bakabilirsiniz - Artı Gerçek, 02.12.2021)
Bildiğiniz gibi İlber Hoca da Mülkiyelidir. On yıl önce Kayra'nın kitabı konusundaki tartışmalara o da "Varlık Vergisine Yeniden Bakın" başlıklı yazısıyla katılmış. Biraz çelişik gibi görünebilir; İlber Ortaylı, Kayra'nın kitabını övmüş, ama vergi uygulamasını yermekten geri kalmamış. Hoca nedense Kayra'nın da uygulayıcılar arasında olduğunu göz ardı etmiş.
Ortaylı, her ne kadar "Aslında 'Bizim sayemizde varsınız, neyiniz varsa çıkarın' zihniyeti yeterince dehşet vericidir" diyorsa da vergi yasasını çıkaranlara değil uygulayanlara giydiriyor. Şöyle diyor:
"Varlık Vergisi'nin tahakkuku, daha doğrusu ikinci safha olan toplanma biçimi bir facia haline dönüşmüştür... Bürokrasinin uzak kesimlerinin ne türlü rezillikler yapacağı bu uygulama sırasında anlaşılmıştır... Muhtelif kademelerde bürokrasinin ırkçı hınzırlıklara giriştiği görülür... Uygulama, yerel komisyonlarda rüşvet mekanizması, kayırmalar ve maliye bürokrasisinin bazı mükellefe yönelik şahsi kiniyle trajik boyutlara ulaştı."
Kayra'nın kitabında yazdıklarını "hayranlıkla izledim" diyen İlber Hoca aynı övgüyü bir başka Mülkiyeli Faik Ökte'den esirger. Tam tersine, Faik Ökte'nin Varlık Vergisi konusunda temel bir belge olan "Varlık Vergisi Faciası" kitabını "Kolay yoldan yazılmış" diye küçümser.
İstanbul Defterdarı Faik Ökte'nin kitabı
Varlık Vergisi ve uygulanması hakkında birinci elden bilgileri Faik Ökte'nin (1902-1982) yazdığı, 1951 yılında yayınlanan "Varlık Vergisi Faciası" adlı kitapta buluyoruz. Ökte, uygulama sırasında İstanbul Defterdarıdır ve baştan sona uygulamayı yönetmiştir, dolayısıyla sonunda işin bütün günahı üstüne yıkılanların başında gelmektedir.
Ökte'nin kitabı için bir özeleştiri, vicdan muhasebesi de diyebilirsiniz. Aslında yazdıkları kişisel bir hesaplaşmanın ötesindedir. O daha yasanın hazırlanış aşamasından itibaren "devletine sadık" bir üst düzey bürokrat olarak bağlı olduğu bakanlığın direktifleri doğrultusunda görevini en "adil" bir yaklaşımla yerine getirmeye çalışmıştır. Tutarlılığına inandığı bir iş değildir yaptığı, ama yapmak zorundadır.
Faik Ökte'nin kitabında Varlık Vergisine ve uygulanışına ilişkin çok somut bilgiler bulabilirsiniz. Konuya ilgi duyanların mutlaka okuması gerekir. Öte yandan kitap bazı bölümleriyle ekonomi ve siyaset tarihimiz üzerinde çalışanlar için iyi bir yan okumadır. Buna bir anlamda "siyasal ve tarihsel magazin" de diyebilirsiniz.
Ökte'nin kitabında kurmaca veya belgesel yeni filmlere, kitaplara kaynaklık edebilecek renkli sahneler, ilginç olaylar da anlatılıyor. Bazı mükelleflerin ödeyeceği vergiyi düşürmek, icra işlemlerini durdurmak veya Aşkale'ye gönderilmelerini önlemek için araya girenler arasında kimler yok ki. Bakanlar ve eşleri, İstanbul Valisi Kırdar ve eşi, bazı milletvekilleri, Saraçoğlu'nun kayınpederi, hatta defterdarlıktaki bazı genç görevlileri sürekli ziyaret eden bazı genç kadınlar...
Defterdarlık üzerinde baskı kurmaya çalışanlar arasında felaketten servet devşirmeye çalışanlar da var. Bunlardan biri İsmet İnönü'nün kardeşi Rıza Temelli'dir. Vergi borcundan dolayı satışa çıkarılan bir idrofil pamuk fabrikasına ilişkin icra işlemlerinin bir an önce tamamlanması için ilgilileri zorlar. Sonunda satış yapılır, fabrikanın yeni sahipleri arasında Temelli'nin de olduğu görülür.
Bu arada Rıza Temelli, borcunu ödemekte zorlanan bir firmaya ait şilebe de göz koymuştur. Ancak bu konudaki girişimlerinin sonuçsuz kaldığı, sonunda kibar bir biçimde defterdarlıktan ayağının kesildiği anlatılıyor.
Konuyla ilişkili film yapacaklara, roman yazacaklara Ökte'nin kitabı iyi bir kaynak olabilir demiştim. Böyle bir işe niyetlenenlere ipucu olsun, kitaptan üç sahne aktarayım.
● Birincisi, Faik Ökte'nin, verginin açıklandığı gün hocası Prof. Fazıl Pelin'le konuşması. Şöyle bir konuşma geçer aralarında:
" Faik oğlum, bu sabah gazetede Varlık Vergisinin metni çıktı. / Evet, hocam. / Tabiî gazeteciler işi kavramamış, metni eksik yazmışlar. / Hayır, benim okuduğum gazetelerin hepsinde metin tamamdır. / Nasıl tamam? İtiraza, temyize müteallik bir hüküm yok! Verginin nispeti malûm değil. / İşte bu da böyle bir vergi hocam! / Oğlum, siz toptan deli mi oldunuz?
● İkinci sahne, mükelleflerin varlığını, yani ödeyecekleri vergiye esas olacak matrahı belirleyen "estimatör"lerin defterdarlıktaki odasında geçer. Ortada böyle bir belirleme için dikkate alabilecekleri objektif dayanaklar yoktur. İş bütünüyle onların kestirme yeteneğine kalmıştır.
Bir ellerinde kurşun kalem, bir ellerinde lastik silgi, kestirdikleri rakamı yazarlar. Akıllarına yatmaz siler, yeniden bir rakam yazarlar. Aralarında şöyle konuşmalar geçer: "Şu kişi ne kadarlıktır? / 500.000 / Hayır milyonluk. / Nereden biliyorsun? / Sen nereden biliyorsun? / Neyse ortalama bir rakama git."
● Üçüncü sahne tam finalliktir. Olay bir pazar günü Haydarpaşa iskelesinde geçer. Av meraklısı Faik Ökte omzunda tüfeği, avdan dönüyordur. Trenden inmiş, karşıya geçmek üzere vapura binecektir. Pek ortalıkta görünmek istemez, ama tam vapura doğru yaklaştığında güvertede oturan bir grup hep bir ağızdan "Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırır. Aşkale'den dönenler onu tanımıştır.
Ökte'nin kitabına tepkiler
1950 seçimleriyle ülkeye daha özgürlükçü bir havanın geldiği sanılır. Oysa o günlerde yayınlanan Faik Ökte'nin kitabı yeni iktidar çevresinde de tepkiyle karşılanmıştır. Aslında "Devri sabık yaratmayacağız" diyen DP'liler, bu konuda eski iktidar CHP'lilerden farklı düşünmemektedir. TBMM'de 27 Haziran 1951 günü tartışılanlara kısaca bir göz atalım (Tutanak Dergisi, Dönem:IX, Cilt:8, s.402-407):
Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğlu'nun soru önergesini yanıtlamaktadır. Tekelioğlu'nun soruları Varlık Vergisi uygulamasında satılan, el değiştiren bazı gayrimenkullere, değiştirilen vergi miktarlarına ilişkindir, ama hedefte Faik Ökte ve kitabı vardır.
Ökte, unutturulmak istenen bir "facia"yı, hatta kimilerine göre saklı kalması gereken devlet sırlarını açıklamıştır. Vergiye zamanında seslerini çıkaramayanlar, uygulamaya ortak olanlar şimdi onu suçlamaktadır. Hoş, bunun böyle olacağını daha işin başında Ökte de biliyordu. Meclis oturumunda şöyle suçlamalar yöneltilir kendisine:
Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğlu (1889-1965) şöyle der: "İşte bu Faik Ökte o zaman İstanbul Defterdarı idi. İstanbul'da ne kadar kötülük yapılmışsa, ne kadar haksızlık yapılmışsa bunun vebali bu işle en çok meşgul olan kendisidir [ona aittir]... O vesikayı [yani kitabı] okuyan insanlar Türk milletinin hunhar [yani kan dökücü, zalim, gaddar] olduğu neticesine varacaklardır. Kendisinin hatasından dolayı Türk milleti neden mesul olsun... Faik Ökte'nin yazmış olduğu vesika [yani kitabı] bugün Rusya'dadır. Bütün komünist makamlara dağıtılmıştır. "
Suat Hayri Ürgüplü (1903-1981) CHP döneminde görev yapmıştır. 1950 seçimlerinde saf değiştirmiş, Kayseri'den DP milletvekili olarak meclise girmiştir. Daha sonra başbakanlığa kadar yükselecektir. Faik Ökte'nin kitabında adı geçmektedir. Tekelioğlu'nun sorularının yanıtlanması sırasında o da söz alır. Söyledikleri doğrudan Ökte'yi hedef almaktadır. Özetle şöyle der; biraz redaksiyondan geçirerek aktarayım:
"Kapanmış, unutulmuş ve unutulması için iki parti tarafından da emek sarf edilen bir konuda, bir memur arkadaşın görevi gereği öğrendiği birtakım devlet sırlarını bu şekilde ifşa etmesi, hepimizi müteessir etmiştir. Yazdıklarının vatandaşlar arasında sınıf farkı gözetildiği anlamı taşıması endişe vericidir. Siyasi âlemde itibarımızı artırmaya çalışırken, birtakım siyasi girişimlerde bulunulurken ve Mecliste yabancı sermayeyi celbetmek için kanunlar hazırlanırken, böyle bir eserin yaptığı yıkıcı etki hepimizi müteessir eden bir olaydır... Bu memur hakikaten çirkin ve kötü bir şey yapmıştır."
Tekelioğlu sorularında ve konuşmasında Faik Ökte'nin bazı kişisel açıklarını da ortaya koymaya çalışır. Vergi borçlularından Yunanistan uyruklu Leonida Demenegas'ın Cihangir Pürtelaş'ta bulunan evi, icra işlemi öncesi uygun bir bedelle Ökte'nin eşi Münevver Hanım adına satın alınmıştır.
Tekelioğlu, Ökte'nin Diyarbakır'da yaşadığı günlerde geçirdiği bir soruşturmaya da değinir. "Kurcalayın bakın daha neler çıkacak" der gibidir. Özetle İstanbul Defterdarı deneyimli bir memurdur ama sonunda devlet dersinden sınıfta bırakılmıştır.
Rüşdü Saraçoğlu ve Herkül Millas'tan
Geçen aylarda hararetlenen Varlık Vergisi tartışmalarına katılanlardan biri de Merkez Bankası eski başkanlarından Rüşdü Saraçoğlu oldu. Kendisi verginin en üst düzey sorumlularından Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun torunudur. Yani onun durumuna biraz ailesel denebilir. İnternet üzerinden yazılanlara şöyle yanıtlar vermiş, dedesini savunmuş:
"Bir devlet adamı harbi finanse edecek parayı bulmak zorunda. Bazıları Aşkale'ye gidecekse gitsin. Neticede burası Yunanistan değil Türkiye... Senelerce Osmanlının kaymağını yiyenler bir gün Cumhuriyette bunun vergisini vermeliler değil mi?"
Rüşdü Saraçoğlu Varlık Vergisi nedeniyle gayrimüslimlerin yaşadığı sorunları, çalışma kamplarını hatırlatanlara çok kısa bir yanıt vermiş: "Doğrudur. Ama hiçbiri öldürülmemiştir." Bu söylediği bana "Asmayalım da besleyelim mi" lafını hatırlattı nedense. Neyse torun Saraçoğlu yazdıklarını kendi de pek beğenmemiş olacak, sonradan silmiş galiba.
İlber Ortaylı daha önce sözünü ettiğim yazısında hukuktaki "audi alteram partem" ilkesini hatırlatmış. Türkçesi "Karşı tarafı da dinle" demiş. Varlık Vergisi konusunda böyle düşünenler, yararlanabilecekleri çokça kaynak, gazete yazısı, kitap bulabilirler. En tazesi ise Herkül Millas'ın "Varlık Vergisi, Savunma Mekanizması, Özür ve Hâya" başlıklı yazısı (Ahvalnews, 27.11.2021).
Verginin neden olduğu yıkımları doğrudan yaşamış bir çevreden gelen Millas, bugün hâlâ o uygulamanın haklılığını savunmaya çalışanları eleştirerek şöyle diyor:
"Varlık Vergisi bir ortamı, ideolojiyi, ırkçı anlayışı ve Cumhuriyet döneminin acı bir dönemini gösterir, görmek isteyenlere. Bu ortamın sürekliliğini de Varlık Vergisinin "normal" olduğunu hâlâ kanıtlamaya çalışanlar hatırlatır... Birilerinin hayatlarının temel amacı olmuş sanki on yıllardır bana Anayasanın 'ırk, din, dil farkı gözetilmeden herkes eşittir' maddesinin göstermelik olduğunu hatırlatmaya çalışıyor... Oysa ben bunu hep bilmişimdir."
"Helalleşme" ile birlikte dillendirilen "özür dileme" yaklaşımını daha farklı değerlendiriyor Millas. Bir olayda sorumluluğu olmayan masum insanların özür dilemesinin ters, gereksiz ve acı verici olduğunu vurguluyor ve şöyle bağlıyor sözlerini:
"Özre karşıyım ama bugünün insanından başka beklentilerim var: Eskiden yapılanların kötü, zararlı, ayıp, yanlış, günah, yasa dışı, ırkçı, vb. olduğunu kabul etmesini beklerim, hatta talep ederim.
Ne dersiniz? Kılıçdaroğlu'nun "helalleşme" atılımı toplumda yansımasını bulur ve süreklilik kazanır mı? Devlet dersinde geçmişimizle hesaplaşmayı, Millas'ın beklentilerine yanıt vermeyi ne ölçüde başarabiliriz?
(AŞ/AÖ)