Dizilere ilgim sapkınlık denebilecek bir seviyeye hızla ulaşıyor. Sezonlar halinde aldığım dizileri sanki izlemiyorum da yutuyorum. Bir gecede üç, bazen dört bölüm bitirmezsem rahat uyuyamıyorum.
Ertesi gün "iş varmış, erken kalkmak lazımmış" para etmiyor. Bütün gün gözünden uyku akan, klavyeye kafayı gömüp kestirmek isteyen sanki ben değilmişim gibi.
Biyolojik saatim sevgili dizilerime göre kuruluyor galiba. Oysa bazı kişiler haftada bir gün yayınlanan bir diziyi takip ediyor. Sosyal hayatlarını da ona göre ayarlıyorlar. Benim sosyal yaşamımsa o dönem izlediğim diziye dair oluyor genelde.
Dr. House’la yollarımız ayrıldığından beri kendime akşamları takılacak yeni arkadaşlar arıyordum ki, "Umutsuz Ev Kadınları" hızır gibi yetişti.
Bütün gün yaşadıklarını akşam TV'de izlemeyi kim ister?
Görece eski sayılabilecek bu diziden türlü şekillerde haberdardım, hatta Beyoğlu’nda bir kafede kadınlar matinesinde oynatıldığını da duymuştum. Ama niye ise izlemek içimden gelmemişti bugüne kadar. Kendimle ilişkilendiremediğimden midir, her kadın gibi içten içe bir gün umutsuz bir ev kadını olmaktan korktuğumdan mıdır bilemiyorum. Tabii ki izleyeceğim her diziyle empati kurmaya kalksam ipleri toplamanın hayli güçleşeceğinin farkındayım.
Ne zaman bir roman başlangıcı bulduğuma sevinip, bunun Umutsuz Ev Kadınları’nın ilk bölümü olduğunu öğrendim, diziyi izlemeye de o gün karar verdim. Beklediğim empati hayatında her şey güllük gülistanlık görünen bir kişinin, gündelik işlerini hallettikten sonra kendini öldürmesiyle gerçekleşti.
Umutsuz Ev Kadınları da, tıpkı Sex and the City tayfası gibi dört kadından oluşuyor. (Ana hikaye neden genelde dört kişinin üzerine kuruluyor acaba?) Hikayenin kahramanları hali vakti yerinde, güzel ve dertli ev kadınları.
Dizide bir yandan karı-koca ilişkisindeki muhtemel gerginlikler ve hayal kırıklıkları, çocukların her yaşta bitmek bilmeyen dertleri gibi ailesel mevzulara değinilirken, bir yandan da sakinmiş izlenemi yaratan mahallenin tehlikelerle dolu sırlarına dalınıyor.
Dışarıdan güzel görünse de aslında her hayatın defolu olduğu, uzun yıllar bir erkekle aynı evde yaşayıp o ilişkiyi ayakta tutabilmenin hiç de kolay olmadığı ve genelde ev hayatında yüklerin kadının omzuna yıkıldığı gibi çok tanıdık şeyler söylüyor bize. Ve evde oturmaktan azıcık sıyırmış kadınların dedektiflik merakına parmak basıyor.
Hepimizin çevresinde böyle komşular yok mu? Pencereden gizli gizli kim, kiminle geliyor diye bakan; ilk fırsatta olup olmadık sorular soran ve bildiklerini de övünerek başkalarıyla paylaşan.
Evliliklerdeki güçlüklerde her kadının önce anne dolayımıyla, sonra da bizzat kendisinin deneyimlediği sorunlara ne demeli. Elbet, hepimiz kendini ev işine vermiş obsesif-kompalsif kadınlar tanıyoruzdur. Çocuğu için kariyerinden vazgeçenlerin sayısı da az değil. Kocasını aldatan kadınlaraysa Güzin Abla zaten sıkça yer veriyor. Aldatılan ve kırkında terkedilen kadınlar neredeyse klasikleşti.
Bu durumda merak etmeden duramıyorum, bu dizi ana kanallarımızdan birinde yayınlansa izleyici bulmaz mı? Madem ev kadınlığı bu kadar evrensel bir hal, Türkiye, ABD dinlemiyor, kültürel farklılıkları bir potada eritiyor; bu dizinin reytingleri sallaması gerekmez mi?
Dizinin gerçek yaşamla dirsek temasına girdiği en can alıcı noktalardan biri de Thomas Hobbes’a destek atarcasına mahalle sakinlerinin zaaflarına ve arzularına yenik düşen kötü kişiler olması. Sanki içimizdeki şeytani yanlar dizi karakterlerinde cisimleşiyor.
Mutlu sonlara ve pembe hayatlara o kadar alıştırılmışız ki, ilk sezonun sonunu kabullenmek istemedim. Bendeki bu isyan da memlekette çuvalla umutsuz ev kadını varken niye bu dizinin izlenmeyeceğine işaret ediyor.
Biz sahip olmadığımız tatlı hayatları görmeyi seviyoruz. Zengin yaşamlar, beyaz atlı prens gibi hazır bekleyen erkekler olsun istiyoruz. Tüm bunlar olsun ki, bir başımıza kaldığımızda hayal edecek, umutlanacak malzememiz olsun.
Yoksa kendine dair mizah anlayışı gelişmediyse, kimin işine gelir akşam dinlenmek için televizyonun karşısına oturduğunda bütün gün çektiklerini izlemek. İçi şişer kadının herhalde.
Hali hazırda ev kadını olanlar izlemese de, ev kadını adaylarına bir ön gösterim niteliğinde olan diziyi kaçırmamalarını öneriyorum.
Umarız senaristler haklarını kazanır, Hollywood grevi biter de bizler de umutsuz ev kadını hallerini gözleyip, kendi payımıza düşeni almaktan mahrum kalmayız. (EK/EZÖ)