Gazetecileri, "tutuklanacak" kişiler veya "yararlanılacak kişiler" olarak sınıflandırmak olası mıdır?
Taraf Gazetesinin 21 Ocak 2010 günlü haberine göre; "Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan tarafından hazırlanan Balyoz darbe planında gazetecilere ilişkin ayrıntılar da yer alıyor. Gazetecileri iki gruba ayıran cunta, tutuklanacak 36 gazetecinin ismini sayarken, 137 gazeteciden de faydalanmayı umuyor."
Bu haber girişinin ardından "tutuklanacak" 36 gazetecinin adı yazılı...
İddiaya göre; Taraf gazetesinin bu haberinin devamında "...darbe planında 137 gazeteciden "faydalanılması" hedefleniyor. "Harekât Planına Kamuoyu Desteği Sağlanmasında Faydalanılacak Medya Mensupları" başlıklı belgede adı geçen gazetecilerin darbe planından haberdar ya da herhangi bir şekilde TSK ile ilişkili olduğu yönünde hiçbir ifade mevcut değil. Listedeki isimlerin darbe planlayan grubun zihnindeki "muhtemel destekçiler" olduğu anlaşılıyor."
Bundan sonrada; "Harekât Planına Kamuoyu Desteği Sağlanmasında Faydalanılacak Medya Mensupları" listesi verilerek 137 gazeteci ismi sıralanmış...
Gazeteciler için "tutuklanacaklar", "muhtemel destekçiler"/"faydalanılması hedeflenen gazeteciler" olarak birileri tarafından sınıflandırmış ise; bu ayırımın yayınlanması doğru mudur? Gazetecilik bu mudur? Hiç sanmıyorum... İddianın muhatabı olan ve zan altında bırakılan gazetecilere sorulmadan yayınlanması bir yana, her iddia haber midir?
Tutuklanacak/yararlanılacak gazetecilerin geçmişlerini, fikri yapılarını ve dünya görüşlerini, inandıklarını, inanmadıklarını, niyetlerini, geçmişteki yaşadıklarını, kimden yana olup kimden yana olmadıklarını, isimlerini, kişiliklerini haber yapmak, tartışmaya açmak gazetecilik midir?
Genel Kurmay tarafından yapılan açıklamaya göre; "Birinci Ordu Komutanlığı tarafından 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen Plan Seminerine ilişkin çeşitli iddialar ve değerlendirmeler medyada yer almaktadır. Söz konusu plan semineri Genel Kurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikat Programında bulunmaktadır." Yapılan açıklamada Plan seminerinin gayesinin eğitim olduğu ve "giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulanmıştır" deniliyor. Devamında da Plan Semineri ve ortaya atılan iddialar için açıklama bitirilmiş: "...aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir. Söz konusu iddiaları ciddiye alarak üzerinde yorumlar yapılmasının ve bilgi kirliliği yaratılmasının, özellikle toplumumuzda tedirginlik yaratmak isteyenlerin amacına hizmet edeceği değerlendirilmektedir."
Aklı ve vicdanı olan bir kişi olarak bu iddiaları kabul etmem mümkün değildir...
Aklı ve vicdanı olan bir kişi olarak "Plan Semineri" hakkındaki açıklama, aklımı ve vicdanı mı hiç rahatlatmadı. Hatta tedirginlik yarattı... Gazetecileri veya kişileri "rutin tatbikat" olarak, "planlamalarınıza", "tatbikatlarınıza" veya "olası darbe hedeflerinize" alarak sürekli bizlerin bilmediği "tatbikatlar" mı yapılıyor? Gazetecilerin gerçek adları yazılı mı? Hükümetler kuruluyor, hükümetler mi devriliyor? Başbakan ve devlet bakanlarının kim olacağını isim isim yazdınız mı? İsimler, gazete haberindeki isimler mi? Tutuklanacak gazeteciler, olası bir tehdit karşısında diğer tutuklananlarla birlikte stadyumlara mı doldurulacak?
Neyin doğru, neyin iddia olduğunu bilmek hakkımızdır.
Korku toplumu yaratmaya yönelik korkutmalara karşı çıkmalıyız. Aklımıza sürekli sokulmaya çalışılan ve devamlı söylenerek hepimizin inandırıldığı "güvenlik kaygısı" giderek devletin kendi yurttaşlarına karşı onu içten içe kemiren ve hukuk devleti olmaktan uzaklaştıran bir söyleme dönüştü gerçekten... Bu söylemi kim meşru kılmaya çalışırsa çalışsın, güvenlik kaygısı ile üretilen senaryolar hukuka aykırıdır.
Çok ilginç ama bir o kadarda ürkütücü bir değerlendirmeye göre; Alman Ceza Hukukçusu ve Hukuk Filozofu Günter Jakobs; "tehlikenin önlenmesine yönelik bir ceza hukuku anlayışıyla" temel hukuk ve devlet düzenini tanımayan yurttaşları "düşman" olarak niteliyor. Onları işleyecekleri suçlarda temel haklardan yoksun bırakmanın yerinde olduğunu düşünüyor.
Sonuçta sanık bile olamayacak derecede hakları kısıtlanan bu insanların "kişi"likten çıkarılması üzerine kurulu böyle bir hukuk düzeninde artık hedef bu "Düşman Kişiler"dir. Yurttaş Ceza Hukuku'nun gerektirdiği bir "ceza"nın amacının ve işlevinin dahi artık muhatabı değildirler. Onlar, düşman ceza hukuku anlayışına göre en az zararla ve en uygun yöntemlerle bertaraf edilmesi gereken tehlikelerdir.
Yaklaşık dört yıl önce 4.1.2006 tarihinde Ankara Barosu Hukuk Kurultayında sunulan "Düşman Ceza Hukuku Düşüncesinin Eleştirisi" başlıklı bildiri Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz tarafından sunulmuş. Bu bildirisi ile açıklamakta ve anlamakta çok güçlük çektiğim böyle zor bir konuyu anlamam için zihnimi açan Sayın Ökçesiz'e içten teşekkürleri sunarım.
İşte bu bildiri ile "yurttaş ceza hukuku" uygulanan kişilerin olduğunu, ama "düşman ceza hukuku" ile tanımlanan yurttaşların devlet tarafından kişilikten çıkarıldıklarını öğrendim. Sayın Hayrettin Ökçesiz'in aşağıdaki şu sözlerine katılmamak mümkün değil:
"Bir düşman ceza hukukunun yasalarla insanı kişi olmaktan çıkararak bir av hayvanına dönüştürmesine izin veremeyiz. Bu tehdidi çocuklarımıza bir hukuk mirası olarak bırakamayız. Demokratik ceza hukuku tasarımını, temel hakların ve özgürlüklerin tüm insanlarca doyasıya yaşanabileceği bir hukuk düzeninin tanımlayıcı kavramı olarak benimsemek zorundayız. Diktatörlerin ve miyop teknokratların ceza hukuklarına güvenlik kaygılarımızla meşruluk kazandıramayız. Dworkin'in uyarısına kulak vermeliyiz: Cesaret ve onur, sözde güvenliğin dikkate değer tek şey olduğu önyargısına feda edilmemelidir. Çünkü gerçek güvenlik sürekli kılınmış, eşit ve daha çok özgürlüktür. Özgürlük ise cesaret ve onurla taşınır."
İnsan hakları ve insan onuru hukuk için bir yön göstericidir. Bu yüzden cesaret ve onurun korunduğu, hiçbir koşulda insan onurunu korumaktan vazgeçmediğimiz bir hukuk devleti yaratmak hepimizin görevidir. Çocuklarımıza ve dünyaya başkaca bir miras bırakamayız.(Fİ/EÜ)