Türkiye'de kadına yönelik şiddet had safhada. Bunu deyince bir şey demiş oluyor muyuz? Bu zaten hepimizin bildiği bir şey. Toplumda bir algı var, dayak, hakaret sadece okumamış "cahil" kadınların başına gelir diye. Bu algı aynı zamanda "cahil" kadınların dayağı, hakareti hak ettiğine kani olunduğunu da göstergesidir.
O yüzden kim ki erkeklerin kadınları dayakla denetlemesine çare olarak eğitim şart diyorsa, bu söylemle kadın düşmanlığını yeniden ürettiği için ona karşı mücadele etmeyi vazife bilmeliyiz. Zira o diplomalı cahiller grubunun baki üyesidir. Kim kimi, nasıl eğitir zaten orası da ayrı mesele... Bu eğitim fetişistlerini iyileştirecek tek ilaç feminizmdir ama ona da erkek düşmanlığı ürettiği gerekçesiyle burun kıvırırlar.
Erkeklere düşman olmanın kadınlara faydası yok mu, bana kalırsa var. Ama esas olarak toplumsal bir grubun başka bir gruba düşmanlığından bahsedeceksek, her gün nerdeyse beş kadının öldürüldüğü (dayak, taciz, tecavüz, kadının emeğine el koymayı saymıyorum bile) kadınlar için cehenneme dönüşen ülkemizde, örgütlü bir hal olan erkeklerin kadın düşmanlığından bahsetmek daha doğru olmaz mı?
"Kadın"ı "bayan"laştırmaya çalışanlar
İktidara geldikleri sekiz yıldan bu yana Başbakan ve yanındakiler, başta kadından sorumlu bakanları da olmak üzere sistematik bir şekilde kadınlara, lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel (LGBTT) bireylere karşı düşmanca söylem geliştirdiler.
"Eşit değiliz dedikçe daha çok öldürülüyoruz" diye kadın cinayetlerinin artmasında iktidarın rolüne dikkat çekmek için döviz açan kadınları salondan attırmıştı Başbakan.
Zaten kendisine yakın olmayan kadın kurumlarını "marjinal" diye adlandırmamış mıydı? Kadın örgütlerinin temsilcilerinin öfke ve hayal kırıklığı ile ayrıldığı Dolmabahçe buluşmasının ardından hepimizi aptal yerine koyup "STK'larla buluşmaksa işte buluştum" dememiş miydi?
Dolmabahçe'deki toplantıda kadınla erkeğin eşit olamayacağını yüzümüze açık açık söylediğinden bu yana iktidar ve onun Başbakan'ı Recep Tayip Erdoğan, kadın karşıtı söylem ve tutumda bir hayli yol kat etti. Tabi hükümetin kadın karşıtı bu tutumundan cesaret alan kadın katili erkekler de.
Erkeklerin kadınları denetlemesi meselesinde bir yöntem olan "tek tek kadınları hedef göstermek" meselesinde de bu iktidar döneminde çokça olaya tanık olduk.
Hep olduğu üzere ilk olarak Kürt kadınlarıyla başladı iktidar kadın düşmanı nokta eylemlerine. Hatırlarsınız Emine Ayna, Fatma Kurtulan, polis tarafından kalça kemiği kırıldığı için aylarca yatağa mahkum olan Sevahir Bayındır, polisin attığı gaz bombasının bacağına isabet etmesiyle bacağını kaybetme riski olan Ayla Akat Ata, Sebahat Tuncel, Gülten Kışanak tek tek nasiplendiler bu nokta eylemlerden.
Kürt kadınlarına yönelik başlayan bu cinsiyetçi saldırılar, feministler ve sosyalist kadınlarla devam etti. Korkutmaktan, şiddetten, hakaretten medet uman Başbakan ve onun şakşakçıları kendilerine muhalif olan herkese karşı savaş açmış durumdalar.
En son gittiği her yerde şu kadar derslik yaptık, şu kadar yol yaptık diye övünen Başbakana Nuray Mert'in "duble yollar" konusunda haklı bir itirazı oldu. Mert, "Benzetmek gibi olmasın, bunun ardından katliam gelecek manasında değil. 1935'te ilk raporlarda hep yol inşa edilmesinden bahsedilir, çünkü buraya yapılacak harekât için yol lazım. 1935'teki gibi bir katliamı andıracak olmasından değil, ama şu anda o bölgedeki şiddet politikalarının da alt yapısı oluyor, o paralelliği hatırlatmak için" demişti.
Başbakan, yemedi içmedi, bir köşe yazarı kadını on binlerce kalabalığın karşısında ve arkasına yandaş medyasını da alarak hedef gösterdi, bağırdı, azarlamaya çalıştı, hakaret etti. "Güya bayansın" diyerek yerini bil dedi, hep olduğu üzere ilk olarak kadınlığına laf attı. Kadını bayanlaştırarak erkekler alemi olan siyasette bir yere kadar izin var, sınırları aşma demeye getirdi. Hızını alamadı "izansız, namert ve densiz" diye yapıştırdı.
Başbakan olunca cinsiyetçi olma ve hakarette serbestlik hakkına sahip olduğunu sanıyor demek ki. Bilmiyor ki Nuray Mert'in okurları onu en çok söylenmeyeni söyleyebilme adaletine, cesaretine, duygusuna ve aklına sahip olduğu için seviyorlar. Güçlünün yanında olup sırt sıvazlayarak bir yerlere gelmek yerine, lanetlenenlerin haklılığına inandığı için onlarla yan yana durabiliyor Nuray Mert. Başbakanı asıl korkutan da onun ve hayatta böyle durabilen başkaca insanların bu asiliği.
Başbakan cinsiyetçi-ayırımcılık suçunu işliyor
Bu korku ile siyasette yer alan kadınlara aralıksız dil uzatıyor. Yine Konya mitinginde, Hopa'da polisin attığı gazdan dolayı hayatını yitiren Metin Lokumcu'nun ölümünü protesto eden Dilşat Aktaş'tan "O kadın, kız mıdır kadın mıdır?" diye bahsediyor.
Hepimiz bu toplumda kız-kadın ayrımının neye göre yapıldığını biliyoruz değil mi?
O zaman sormak hakkımız değil mi? Nasıl olur da bir başbakan, kadınların bacak arasına karışabiliyor? Bu ne cürettir? Bu aynı zamanda anayasadaki ayırımcılığa denk düşmüyor mu? Başbakan cinsiyetçi-ayırımcılık yapıyorsa bu suç değil mi? Neden kimse bir uyarıda dahi bulunamıyor? Yasalar işletilmiyor, danışmanlar bu kadar da olmaz diyemiyor? İleri demokrasi, hep Başbakan'a mı daha ileri diyor? Başbakanların ayırımcılık yapma hakkı vardır diyen bir kanun mu var?
Öyle bir hale gelmişler ki Başbakanı sussa adamları başlıyor cinsiyetçiliğe. Geçen hafta TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in internetin sansürlenmesine ilişkin yapmış olduğu açıklamanın ardından Bülent Arınç "İktidara gelirse porno siteleri serbest bırakır" diyerek gene cinsiyetçilik yapmadı mı?
Önce kadın sonra TÜSİAD başkanı
Bu da yetmedi Ümit Boyner'e anneliğini hatırlattı. Böylece kadınsın, senin yerin öncelikle çocukların ve ailenin yanı demiş oldu. Görmüyor musun internette porno var. Porno ve aile yan yana gelemez. Bir de annelerini nasıl keseceklerinin tarifini alıyorlar diye de ekleyiverdi.
Oysa biliyoruz ki ensest ilişkinin had safhada olduğu ahlakçı ülkemizde, tecavüzlerin çoğu zaten aile içinde ya da kadınların akrabaları olan erkeklerce yapılmakta, bir. İkincisi porno izlemek için tek adres internet değil. Yine erkeklerin ezici bir çoğunluğunun ilk cinsel deneyimlerini genelevlerde yaşadığı toplumumuzda interneti günah keçisi seçmek niye?
Anneleri internetten tarif alıp öldürme meselesine gelince. Tam bir palavra. Kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı zamanında Bülent Arınç'ın annelerin öldürülmesini bu kadar kendisine dert ettiğine insanın inanası gelmiyor. O zaman neden kadın cinayetlerinde birbiriyle bağlantılı olan erkek, yargı ve emniyet üçlüsüne yönelik hükümetin doğru dürüst bir çalışması yok da cinayetlerin kaynağı internetmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor?
Tüm bunların ardında yatan herkesin özgürce haber alma, bilgilenme hakkı olmasın? Ve bu haktan hiç haz etmeyen, her türlü baskı ve şiddetten, düşmanlaştırma politikasından medet umup toplumu korku imparatorluğuna mahkûm etmeyi amaçlayan AKP'nin kendi kısalmış ömrünü uzatabilme derdi yatmasın?
TÜSİAD'ın suskun erkekleri
Ümit Boyner, biliyorsunuz patronların en üst örgütlenmesi olan TÜSİAD'ın başkanı. Aynı zamanda Türkiye sermayesinin en büyükleri arasında yer alıyor. Burjuvazinin de burjuvasi durumunda. Aynı zamanda Ümit Boyner, ülkemizin "güçlü kadınları" arasında yer alıyor.
Finans kapitali temsil eden bir pozisyondayken cinsiyetçi bir erkek olan Bülent Arınç tarafından aşağılandı, şiddete maruz kaldı, siyasi bir mobing aracılığıyla toplum önünde azarlandı, anneliği hatırlatılarak sermayenin üyesi bile olsa bir kadının gerçek yeri neresidir kendisine ve onun şahsında hepimize bir kere daha hatırlatıldı.
Hep beraber gördük, büyük patron da olsa bir kadının kadın olmaktan kaynaklı rollerden, ezilmeden, şiddetten kurtulamayacağını. Erkekle kadının olduğu her yerde ilk ayrımın cinsel ayrım olduğunu. Kazananın da hep erkekler sınıfı olduğunu. Kapitalist sistemde bir avuç ballı burjuva grubun üyesi bir kadın da olsan cinsiyetçilikten kurtulunamayacağını.
Bu cinsiyetçi saldırıda Ümit Boyner, TÜSİAD üyeleri tarafından yalnız bırakıldı. Dernek üyeleri başkanlarını sahiplenmedi, zira başkan kadındı. TÜSİAD da bir erkekler birliğiydi. Adından belli değil mi? Türkiye Sanayicileri ve İş adamları Derneği... Onların da kafası bu konuda Arınç'tan farklı değil.
Hiç düşündünüz mü Mustafa Koç ya da Ali Sabancı'yla yapılacak bir tartışmada birinin, iyi tamam da sen babasın, yerin de ailenin yanı, ona göre konuş diye azarlanma ihtimalleri yüzde kaç? Çünkü bunun basbayağı cinsiyetçilikle alakası var.
TÜSİAD, kadın başkan seçtiğinde afra tafra yapmıştı. Artık bizim bir kadın başkanımız var diye. Kadın başkanın olmasını cinsiyetçilikle mücadelede önemli bir sınav zannedenler Bülent Arınç'a karşı tavır almayarak bu işte bir kere daha çuvalladılar işte.
TÜSİAD üyelerinin bu cinsiyetçi tavra karşı "suskunluğu, olgunluğu" altındaki önemli bir husus da kuşkusuz Türkiye sermayesinin başından bu yana kendisi olamaması, devletin kucağında büyümesi, devlete bağımlı olmasıdır. Bu göbek bağı hükümeti karşısına almasını engelliyor. Türkiye burjuvazisinin karakteri kaçak, korkak ve kendisi olamamasıdır, bağımsızlaşamamasıdır. Askerle de bu özelliklerinden dolayı yüzleşemediler.
TÜSİAD'ın, askerin, AKP'nin kendi bataklıklarında debelenip birbirlerini yemelerinden sadece keyif alırım. Ki ben bu dönemde yaşananın böyle bir şey olmadığının farkındayım. O yüzden yaşananın bu değil cinsiyetçilik olduğunu söylemeye çalışıyorum.
Bu olayda Ümit Boyner şahsında tüm kadınlara karşı cinsiyetçi davranan iki taraf olduğunu düşünüyorum. AKP'li Bülent Arınç ve TÜSİAD.
Acilen Bülent Arınç ve TÜSİAD'ın Ümit Boyner'den özür dilemesi gerektiğini düşünüyorum. (BB)