Mevcut iktisadi veriler ışığında, yapısal değişimin yönünün, tarıma dayalı yarı sanayileşmiş ve çarpık kapitalistleşen bir ülke konumundan, piyasa mekanizmaları etrafında soy kapitalist ilişkiler yumağının hakim olduğu bir aşamaya doğru olduğu ileri sürülebilir.
Türkiye'nin sıklıkla yaşadığı krizler, sermaye birikimi krizleridir ve doğrudan üretici kesim ile ilgilidir ama, finansal yapının krizleriymiş gibi görünmektedirler. İktisadi tarihi yakından takip edenler, finansal krizlerin bu denli sıklıkla yaşanmayacağını bilmektedirler. Krizlerin finansal krizmiş gibi görünmesi, doğrudan finansal ile reel sektörlerin birbirleri ile olan ilişkilerindeki özgünlükten kaynaklanmaktadır.
Finansal Krizmiş gibi...
İktisadi yapıdaki değişikliklere tekabül eden hukuki ve siyasi yapının yerli yerine oturtulması büyük önem taşımaktadır. En son yaşanan Şubat 2001 krizinin bir finansal krizmiş gibi algılanması, başta bankacılık sektörü olmak üzere ağırlıklı olarak mali piyasalara yönelik tedavi yöntemleri önerilmesine yol açmıştır.
Bankaların sermaye durumlarını düzeltmek için verilecek kamu yardımının belli bir yüzdesinin (yüzde 60) reel sektöre yönlendirilmesi, bu öneriler paketinin en önemli yanıdır. Kanun elbette daha kapsamlıdır ama, burada önemli olan konu reel sektörün, kurtarma denkleminin dışında bırakılmamış olmasıdır. Bununla birlikte kanun, hangi reel sektöre ne verileceğini belirtmemektedir. Reel sektörün içindeki hangi sektörlerin bu yardımdan faydalanacağı belli değildir.
Başka ülkelerin dersleri
Benzeri konjonktürü yaşamış olan Güney Kore, Güney Afrika gibi ülkeler böyle bir yol ayrımında hangi sektörleri destekleyeceklerini (picking the winners) belirlemişlerdi .
Türkiye hangi reel sektör için ne tür bir kalkınma stratejisi takip edeceğini bilmeme gibi bir lükse sahip değilken, ekonomi idaresinin bu konuda açık bir görüşü olmaması anlaşılması güç bir durumdur. Ya da ortodox zeka, işleri piyasaların temizleme gücüne terk etmiştir.
Serbest piyasaların ekonomik gelişme için önkoşul olduğuna inanan kesimler, mukayeseli üstünlükler temelinde ülkelerin dünya işbölümü içinde kendilerine en uygun olan yeri, otomatik olarak bulacaklarını ileri sürmektedirler. Bu yüzden hangi sektörlerin kayırılıp hangilerinin kayırılmayacağına karar verebilmek için takip edilecek plan-program çalışmaları "devlet müdahaleciliği olur" anlayışıyla yapılmamaktadır.
Bankacılık sektöründe asıl sorun
Çıkarılan yasa, Türkiye'deki bankacılık sektöründe asıl sorun olan mülkiyet yapıları ile ilgilenmemektedir.Öte yandan reel sektörün mülkiyet yapısının hisse senedi piyasası aracılığı ile değiştirilmesi türünden soy kapitalist düzenlemeler yapmak gibi bir anlayış da mevcut değildir. Böylesi bir düzenlemenin, kapitalist gelişme stratejisi içinde bankacılık sektörünü destekleyeceği hesaba katılmamıştır.
En önemlisi, Türkiye'nin tarihsel, coğrafi, stratejik, sosyal, kültürel konumunun ekonomik gelişmeleri, piyasaların tahrip edici etkisine açık bıraktırmayacak kadar hassas olduğu dikkate alınmamıştır bankacılık düzenlemelerinde... Böylesi bir dikkatsizlik, Türkiye'nin yapısal dönüşümü ve dünya işbölümü içindeki konumunu belirleme yönünden son derece önem taşıyan Avrupa Birliği'ne katılma süreci ile ekonomik, politik, kültürel ve stratejik bakımlardan iç içe geçmiş olan Kıbrıs sorununun çözüm tartışmaları etrafında da anlamlıdır.
AB'ye katılım ve Türkiye'nin angajmanı
KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'ın insiyitafinde gelişen karşılıklı görüşmeler, Kıbrıs sorununun çözümü yolunda bir kaç ay öncesinde tahayyül edilemeyecek kadar yol kat edilmesini sağlamıştır. Rauf Denktaş'ın bu konuda insiyatif almasının arka planını Türkiye'nin AB'ne katılması ile ilgili kaygıları belirlemektedir. Çünkü, Kıbrıs sorunu, AB'ne girme yolunda Türkiye'nin önündeki pek çok sorunun yanında en önemlisi, halledilmesi en güç olanıdır. Dolayısı ile Kıbrıs sorunun çözümü yolunda Denktaş'ın insiyatifi ile gelişen olumlu atmosfer, Türkiye'nin AB'ne katılma konusuna tamamen angaje olduğunu göstermektedir.
AB'ne katılmak için elbette alt yapı sorunlarının halledilmiş olması kadar demokratik yapıların oturmuş olması da gerekmektedir. Türkiye 'normal ve AB'ye yakışır demokratik bir ülke' olacağını, Avrupalı dostlarının tavsiyeleri ışığında hapishanelerini Avrupa standartlarına ulaştırmak için yaptığı düzenlemelerle kanıtlamıştır. Bunların ötesinde daha derindeki önemli sorun yukarıda bahsedilen yapısal dönüşüm ile bağlantılıdır.
Asıl sorun ve iki senaryo
Türkiye, AB'ne katılma bağlamında, gelişmiş ülkelerdekine benzer bir kapitalizmin daha yaygın olarak yerleştiği bir ülke olarak, dünya sahnesine çıkma sürecini yaşamaktadır. Sorun, Türkiye'nin dünya sahnesine nasıl bir kapitalist ülke olarak çıkacağı ile ilgilidir.
Türkiye ekonomik alanda, dünya işbölümü içinde kendine ne tür bir rol seçecektir? Bu noktada iki farklı senaryo giderek belirginleşmeye başlamıştır:
* Bunlardan birincisi Türkiye'ye, turizmci,otelci, kumarhane işletmecisi, bahçıvan , terzi türünden bir rol vermektedir.
* İkincisinde ise, sanayisi gelişmiş, üretici sektörleri yüksek kapasitede çalışan, büyüyen nüfusa oranla işsizlik sorununu halletmiş, bilişim teknolojisi konularında dünyada rekabet edebilen, aynı zamanda birinci senaryodaki hizmet sektörleri gelişkin ciddi, sağlam bir ülke rolü verilmektedir.
Unutulmamalıdır ki, her iki senaryo da, AB'ne giriş için yeterli olan kriterleri destekleyecek zenginlikleri yaratabilir, kişi başına milli geliri ve hayat standartlarını yükseltebilir.
Bununla beraber, ekonomik bünyenin ikinci senaryoda çok daha güçlü olacağı açıktır. Bu iki senaryodan hangisinin takip edilmesi gerektiğinin bilinmesi, örneğin bankalar kanununda yuvarlak laflarla geçiştirilen reel sektöre desteğin sonuçlarının ciddi bir program etrafında belirginleştirilmesi ve işçi örgütlerinin toplumun geleceğini belirleyecek olan bu tartışmalara aktif olarak katılmasıyla mümkün olacaktır.
Ciddi bir ekonomik gelişme programı ve toplumun tüm kesimlerinin bu tartışmalara katılması, ileride başka alanlarda yapılacak olan önemli konulardaki düzenlemelerde, bankacılık kanununda yapılmış olan vahim hataları tekrar etmemenin sigortası olacaktır. (NU)