ABD himayecilikten vaz mı geçti?
Bundan birkaç ay önce Meksika Cancun'da Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) organize ettiği toplantının Brezilya, Çin ve Hindistan'ın başını çektiği grubun protestoları yüzünden belli bir sonuca ulaşmadan dağıldığı hatırlardadır. Bu gruba uygulanan politikalar yüzünden sıkıntıya düşen AB'nin katılmasının ABD'ye himayecilikten geri adım attırıldığını düşünenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok. Bir yerde yukarıdaki açıklamasıyla BBC, ABD'nin gücü göreceli olarak azalmış olan çelik sektörü lobisini dize getiren bu grubu alkışlayanlara katıldığını ilan etmiş oldu. Diğer yandan ABD'nin çelik sektörünü korumak için uyguladığı gümrük duvarlarını gerek gördüğü takdirde diğer sektörlere de taşıyabileceğinin sinyallerini vermesini göz ardı etti. Gümrük duvarlarının kaldırılması kararı himayeciliğin nihai olarak yenilmesi ve entelektüel temelleri şimdilerde DTÖ tarafından savunulan serbest ticaret rejiminin üstün çıkması olarak anlaşıldı.
Oysa ki, ABD idaresi gümrük duvarlarının kaldırılması konusunda tamamen farklı bir görüş ileri sürüyor. Çelik ve buna bağlı olarak üretilen Amerikan mallarına karşı dünya talebinin arttığını, bu yüzden de gümrük duvarlarına gerek kalmadığını söylüyorlar. Onlar, uygulanan gümrük duvarlarının ücret avantajı yakalamış olan rakiplerine karşı çelik sektörünün "nefes almasını sağladığını" belirttikten sonra "çelik sektörünün kendisini yeniden yapılandırarak dünya ile rekabet edecek düzeyde toparlandığını" bunun için de himayeciliğe artık gerek kalmadığını ekliyorlar açıklamalarına.
Bu gelişmeye bir yandan AB ve diğer rakipler sevinirken, en sert tepki ABD'de sanayi emekçilerini temsil eden sendikalardan geldi. Özellikle Orta-Batı'daki eyaletlerde geleneksel olarak Demokratlara oy veren bu emekçiler, önceki seçimlerde çelik üretiminin himaye edileceği propagandası üzerine George W Bush'u desteklemişlerdi. En son kararın ardından işçiler şimdi satıldıklarını düşünmekte haklılar!
ABD'nin bu kararla himayecilikten vazgeçtiği savını mercek altına almamız, gümrük duvarlarının hangi hedefleri takiben kaldırıldığını anlamamıza ve sürecin ne yöne doğru evrildiğini çözümlememize yardımcı olacağı için gerekli.
Esnek, iç içe geçmiş iktisadi politikalar
İlk olarak, uygulanmış olan bu politikanın bilinen geleneksel Keynesyen himayeci bir politika olmadığını belirtelim. Çelik, lobisi güçlü olan stratejik bir sektör olduğu için, koruma altına alınmıştı. Dünyada serbest ticaret rejiminin bayrağını taşıyan ABD'nin uyguladığı bu sektörel korumacılığın top yekun bir ithal ikameci politika olmadığı başından beri belliydi. Çelik sektörü eş zamanlı olarak uygulanan para, maliye ve kur politikaları ile desteklendi. Dolayısı ile kendi başına çelik sektörünün gümrük duvarları ardında korunması ABD'nin talep cephesini dikkate alarak top yekun himayeci bir ekonomi politika uygulamaya başladığı biçiminde yorumlanmadı hiç. Zaten "Pax Americana" gümrük duvarlarının ardına saklanarak kurulamazdı!
Yani ABD çelik sektörü örneğinden yola çıkarak iddia edildiği gibi himayeci olmamıştı ki himayecilikten vaz geçsin. Aslında bugün ne himayecilik ne de serbest ticaretçilik türünden politikaların katı ve uzun vadeli uygulamaları ile iç ve dış çıkarları dengeleme derdinde olan bir Amerika ile karşı karşıyayız. İşine gelen iktisadi politikayı, işine geldiği gibi, işine geldiği zamanlarda uygulayacak bir ABD'dir bugün karşımızda duran. Uyguladığı politikaları çok sık değiştirmesinin ardında, içinde yaşadığımız konjonktürün kendisine dayattığını düşündüğü "Pax Americana"'nın gerektirdiği koşullamalar yatıyor. Bundan sonra ABD'nin geleneksel makro denge kurmaya yarayan iktisadi politikaları daha esnek, birbirleriyle iç içe geçmiş biçimde ve dinamik olarak sık sık değiştirerek uygulayacağına şahit olacağız. Sermaye piyasaları sayesinde giderek derinleşen finansallaşmanın sağladığı kısa dönemli karar mekanizmaları bu uygulamaları kolaylaştıracak öğeler.
Dolar Euro'yla rekabette öne geçiyor
Amerikan ekonomisinin özgünlüğünü ne kadar vurgulasak azdır. Bu ekonomi dünyadaki tek büyük ve açık ekonomidir. Amerikan ekonomisi kendi uzantısı olan Japon ekonomisi ile birlikte, 30 trilyon dolar olan dünya Gayri Safi Milli Hasılası'nın yarıya yakınını üretmektedir. Dünya toplam talebinin yarıdan fazlası ABD, İngiltere ve Japonya'dan gelmektedir. Bu büyük ekonomi uzunca bir süredir kronikleşmiş dış ticaret ve bütçe açığıyla yaşıyor. Ticaret ve bütçe açıklarının ayrı ayrı 480 milyar dolar seviyelerinde olduğu biliniyor. Bu açıklar dış piyasalardan finansman sağlanarak kapatılabildiği sürece sorun teşkil etmeyecekler ancak burada da denizin sonuna geldiği görünüyor.
İktidara bir darbe ile gelen Bush yönetimi bundan üç hafta kadar önce giderek huzursuzluk içinde olan ABD silahlı kuvvetlerini yatıştıracak düzeyde harcama yapabilmek için senatodan yetki aldı. Bush'a Irak operasyonu için kendisine verilen 87 milyar dolarlık ek miktarın üstüne 400 milyar dolar civarında bir harcama yapabilme imkanı tanındı. Askeri sanayi harcamalarında kullanılacak olan bu para, daha önce duyurulan ve önümüzdeki on seneye yayılarak şirketler kesimine 1,5 trilyon dolarlık bir vergi rahatlaması getirecek olan miktardan ayrı olarak ekonomiye girdi sağlayacak. Son elli yılın en düşük enflasyon ve faiz hadlerini yaşayan ABD'de kamu harcamalarının bu şekilde arttırılmasına bağlı olarak işsizlik oranları da düşme eğilimine girmiş durumda. Özelikle bu senenin üçüncü ve dördüncü çeyreğinde ABD ekonomisi büyüme sinyalleri veriyor. Böylece kısa vadede ABD'de toplam iç talepte bir düşüş yaşanmayacağı ortaya çıkıyor.
Tüm bunlara ihracatı teşvik için uygulanan düşük kur politikasını ekleyin. Düşük kur politikası her ne kadar kronikleşmiş olan dış ticaret açığını idare edilebilecek düzeylere düşürmeye yaramadıysa da, doların özellikle Euro karşısında değer kaybetmesi Amerikan mallarının dış piyasalardaki rekabet gücünü arttırdı. Doların Euro karşısında zayıflaması Avrupa'dan yapılan özellikle tarım ürünleri ithalatını pahalılaştırarak ithalat hacmini daralttı. Bu politika Avrupalı ihracatçıların ve Avrupa ekonomilerinin sıkıntıya girmesine neden oldu. Bir yandan himayecilik uygulayıp iç piyasada fiyatların yükselmesine neden olurken diğer yandan da Amerikan mallarına yönelik dış talebin canlı tutulabilmesi için düşük kur politikası izledi. Bu durum dış kaynak sorunu yaratmaya neden oldu.
İçeride her şey yolunda gidip iktisadi büyüme sinyalleri alınırken çelik sektöründe uygulanan gümrük duvarlarının kaldırılması çelişkili görünebilir. Daha da önemlisi bizi ABD'nin kapitalistler arası rekabet yüzünden böyle bir geri adım atmak zorunda kaldığı yorumuna götürebilir. Olayın belki de önemli sayılabilecek bir boyutu da budur. Ancak Amerikan ekonomisinin yukarıda bahsedilen karakteristikleri yüzünden gümrük duvarlarının kaldırılmasının endojen boyutunun da dış etkenler boyutu kadar önemli olduğunu ileri sürmek hatalı olmayacaktır.
"Pax Americana" ilerlemeyi sürdürüyor
Gümrük duvarlarının birim maliyetlerini arttırarak üretilen malların iç piyasalardaki fiyatlarını yükseltmeye neden olduğu böylece de toplam talep üzerinde olumsuz bir etki yaptığı bilinmektedir. Bu durum, ABD'nin dış piyasalardan, özellikle sermaye piyasası üzerinden sağladığı dış kaynak aktarımını güçleştirmesi ihtimalini arttırmaktadır. Hükümetin vergi yükünü azaltma türünden çabalarına rağmen şirketler kesimini yabancı yatırımcılara çekici hale getirememiş olan bir ABD'nin kronikleşmiş olan ticaret açığını dış borçlanma yoluyla kapatmasının giderek güçleşeceği daha da belirginleşiyor.
Dediğim dedikçi ve pek fazla da kibar olmadığı ortaya çıkmış olan ABD yönetiminin, uyguladığı gümrük duvarlarına karşı dünyadan gelen eleştirileri dikkate almış olabileceği ihtimalini kabul edelim. Buna rağmen ABD'nin bu eleştirilerden ve AB'nin ticari misilleme yapacağı tehditlerinden korkarak himayecilikten vazgeçtiği şeklinde yorumlamaya kalkmak doğru olmaz. ABD bugün çelik sektörünün himaye edilmesinden vazgeçtiğini açıkladı ancak bu yarın başka sektörlerin himaye kapsamına alınmayacağı şeklinde yorumlanmamalı. Ne de DTÖ'nün entelektüel başarısı olarak görülmeli bu gelişme. DTÖ'nün ABD'ye rağmen küçük ekonomileri korumak inisiyatifi gösteremeyeceği akıldan çıkarılmamalı.
Bu gelişmeyi daha geniş bir perspektif içerisinden, ABD'nin soğuk savaş dönemindeki katılıklarından ve hantallıklarından yavaş yavaş vazgeçerek değişen dünya koşullarına dinamik bir şekilde cevap verecek biçimde örgütlenmeyi öğrenme sürecini yaşadığı perspektifinden bakarak anlamlandırabiliriz. Kısaca ABD, asırların içinden süzülerek kendisine sunulan kapitalist ekonomi politika enstrümanlarını kullanarak, bazen himayecilikle, bazen serbest piyasacı ticaretle, bazen esnek kur politikaları, bazen de talep cephesini güçlendirerek, ya da tüm bu politikaları eş anlı uygulayarak, "Pax Americana"'nın kurulması yolunda şimdilik güvenle ilerlediğinin işareti olarak yorumlanmalı. (SA/EK)