AB Uyum Paketi'nin Meclis'te kabul edilmesinin Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) üyelik sürecine etkisini AB Genişleme Uzmanı Cengiz Aktar'la konuştuk.
"Avrupa Hareketi 2002" girişimi kurucularından, Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Aktar, bu paketin kabul edilmesinden sonra Türkiye'nin katılım müzakerelerine başlaması için önemli bir gelişme sayılacağını söyledi. Aktar, gelişmeleri bianet'e değerlendirdi.
Sonbahardan beri Türkiye'nin attığı adımlar 13 Aralık'ta Türkiye'nin katılım müzakerelerine başlaması için yeterli olur mu? Bunun için yeşil ışık alınabilir mi?
Bütün bu yapılanlar, geçen sonbahardan bu yana atılan adımlar sıfır hatalı değil. Yani mükemmel, tam uyumlu değil. Bunu Türkiye'deki gözlemciler de biliyor, Avrupa Birliği (AB) de biliyor. Ancak yapılanlar, hele de son paketin içeriği, Avrupa'nın Türkiye'den, Türk toplumunun da hükümetten ve parlamentodan beklediklerini karşılıyor. Avrupa'nın asgarileri arasında sayılan idam cezasının kaldırılması, Türkçe dışında kalan anadillerde eğitim hakkı, anadilde yayın yasağının kaldırılması gibi maddeler pakette yer alıyor...
Paketin Meclis'ten geçmiş olması çok önemli ve AB'nin göz ardı edemeyeceği bir gelişme. Amiyane bir tabirle, Avrupa isterse öküzün altında buzağı arayabilir. Yani, "daha olmadı, devam edin" diyebilir. Ama, bunu diyeceğini düşünmüyorum. Zira, eğer Kıbrıs'ta süregelen ikili ve çok taraflı müzakereler Aralık ayına kadar bir sonuca bağlanmazsa, -ki büyük ihtimalle bağlanmayacaktır- bu, Kıbrıs'ın güneyinin üyeliğine yeşil ışık yakılması anlamına gelecek.
Türkiye Avrupa'ya göz kırpıyor
Bunun karşılığında Türkiye'nin attığı adımların, yani siyasi reformların müspet tarafını değil de menfi tarafını görecek bir Avrupa büyük bir hataya düşecek ve Türkiye'yi dışlama tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Yani, müzakereler sonuca bağlanmadı, Kıbrıs üyeliği aldı ve Türkiye'nin reformları yeterli bulunmayarak Türkiye dışlandı... Böyle bir senaryo, mümkün değil. AB'nin Helsinki ruhu açısından yanlış.
Bu bile, yani Kıbrıs konusundaki gelişmeler bile 12-13 Aralık'ta Türkiye'nin katılım müzakerelerine başlaması için yeşil ışık almasına yeterli. Ayrıca, paketin içeriği de çok akıllıca hazırlanmış. Hem Avrupa'nın çok hassas olduğu idam ve Türkçe dışında kalan anadiller meselesine hem de yasadışı göç, yabancıların Türkiye'deki hakları ve azınlık vakıflarının sorunları ile ilgili çözümler getiriyor. Bir nevi göz kırpıyor Avrupa'ya...
Bir üçüncü faktör de; Türkiye'nin adaylığı ve üyeliği diğer on iki adayın bütünleşme sürecinden çok daha siyasi, çok daha derin, çok daha tarihi, çok daha farklı bir süreç...
Bu üç faktörü alt alta koyduğumuzda, yapılan iş, bu son karar az buz değildir. Kıbrıs faktörü ve Türkiye'nin adaylığının siyasi ağırlığını alt alta koyduğumuzda büyük ihtimalle Türkiye 12-13 Aralık'ta siyasi müzakerelere başlama hakkı elde edecektir.
AB Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verheugen, geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamada, "Siyasi kriterlerde bazı ilerlemelere rağmen çok büyük eksiklikler var" diyerek Türkiye'nin siyasi müzakerelere başlama tarihi alamayacağını açıkladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa bu paketin geçmesini beklemiyordu. İkincisi demin dediğim gibi, Avrupa öküzün altında buzağı arayabilir. Ama bu, siyaseten çok yanlış olur. Avrupa'nın böyle bir hataya düşeceğini hiç sanmıyorum. Üçüncüsü, Avrupa ile bütünleşme süreci artık katılım müzakereleri çerçevesinde...
Yani, Verheugen'in Türkiye'den talepleri artık müzakere süreci içerisinde halledilecek meseleler. Bunun diğer adaylarla karşılaştırırsak eğer, çok örneği var. Mesela Letonya ve Estonya Rusça ile ilgili yasağı müzakereler başladıktan sonra kaldırdı. Ama, kaldıracağına dair söz vererek müzakerelere başladı. Önemli olan, bu konuda inandırıcı, ciddi ve kalıcı bir irade beyanında bulunmuş olmak ki, dün Meclis bence bu beyanda bulundu.
Bundan sonra ne olur?
13 Aralık'tan sonra muhtemelen katılım müzakereleri için yeşil ışık yakılacak ve müzakerelerin ilk aşaması olan tarama süreci başlayacaktır. Yani, AB mevzuatı ile Türkiye mevzuatı arasında karşılaştırma süreci başlayacaktır. Akabinde, komisyonun genişleme mekanizmaları Türkiye için yüzde 100 çalışmaya başlayacaktır. Bu tabii Türkiye'deki reform sürecini çok hızlandıracaktır.
Bu meselenin bir boyutu daha var tabii... AB belki Türkiye için şimdi başlıyor. Çünkü hazırlık ve müzakere süreci artık birlikte yürüyor. Aslında, 1999 Helsinki Zirvesi'nden bu yana böyleydi. Ancak, bunu Türkiye'de herkes atlıyordu ve bu nedenle hazırlık ve müzakere sürecini birlikte yürütemiyorduk.
Bu şu anlama geliyor: Bu hakikaten herkesin meselesi ve sorunu olmak zorunda. Zira, bunu ne kamu, ne toplum tek başına yapabilir. Ancak ve ancak herkesin, bütün son kullanıcıların sahiplenmesiyle gerçekleşebilecek ve hayata geçirilebilecek bir süreçtir bu. Zira, AB bir toplum projesi, bir dış ilişki değil...
AB Uyum Paketi Meclis'te görüşülürken belki en çok tartışılan konu idam cezasının kaldırılmasıydı. AB bir toplum projesi ise, uyum yasaları Türk toplumunu nasıl etkileyecek?
İşin sembolik yönü üzerinde pek durulmadı. Ama, idamın kaldırılması toplumsal barışa hizmet edeceği gibi, bu ülkede ve sanıyorum ilk defa da bir Müslüman ülkede insanın ve bireyin kutsiyetini tescil edecektir. Ve umuyorum ki, aynı mantık, husumet ve savaşçı zihniyet için de gerçekleşecektir. Zira, idam cezası bireyler içinse savaş da toplu katliam anlamında birey toplulukları içindir. Ve Avrupa'nın özü 1950'den bu yana barıştır. Umuyorum, aynı idam cezasının bireyler için kalkması gibi, barış zihniyeti ve kültürü de bu ülkeye kalıcı bir şekilde yerleşecektir.
Çalışanları dışlayarak AB'ye gidilemez
Geçtiğimiz hafta Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) gibi işveren kuruluşları, İş Güvencesi Yasa Tasarısı'nın AB'ye uyum kapsamındaki yasalar arasına alınmasına tepki gösterdi. Bu kuruluşların çoğu, daha önce Türkiye'nin AB'ye üyeliğini desteklediğini açıklamıştı. Türkiye'nin AB'ye üyeliğini isteyen kurumların bu tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
O çok büyük bir talihsizliktir. İş güvencesi yasası bu haliyle bile yetersiz bir yasa. Buna Türkiye'nin çok zor bir durumda olduğunu ifade ederek karşı çıkmak, bunu seçim ulufesi olarak göstermek çok büyük bir talihsizliktir. Alakart bir AB yok. Yani, nasıl "idam kalkmasın ama AB olsun" olmazsa, "iş güvencesi yasası olmasın ama AB olsun" da yok. Alakart Avrupa yok. Avrupa fiks menü.
Nasıl ki, idam cezası çok geç de olsa kaldırılmışsa ve Türkiye'nin toplumsal barışına katkısı olacak bir adımsa, aynı şekilde iş güvencesi yasası da gerçekleşmeli. Bu yasa, çalışanların içinde bulunduğu şartları bir nebze olsun düzeltecekse, çalışanların AB'nin ne olduğu konusunda bilgi edinmelerini sağlayacak her şeyden önce... Bu, onları bu sürece perçinleyecek. Çalışanları dışlayarak AB'ye gitmek mümkün değil. (BB/NK)