Anladım, ülkenin hiçbir sorununu çözmeye niyeti yok.
İlla başımıza birileri tüneyecek, o zaman anlayacağız kaybettiğimiz zamanı ve harcadığımız gereksiz eforu.
Anladım, bu ülkede ciddi hiçbir sorun gerçek kıvamında tartışılmayacak, çözüm için çaba harcanmayacak, tartışanlar susturulacak, çaba harcayanlar engellenecek.
Anladım, Acun Ilıcalı'nın yarışma programına katılan bir kişinin hayat hikayesindeki dram, Gülben Ergen'in resepsiyon tavrı, Hülya Avşar ile Sadettin Saran'dan ayrılık haberi, Recep İvedik'in lüks otomobilleri, Beyaz'ın lay lay lom videoları, televizyonlarda bitmek bilmeyen dizi furyası ve "ne oldu bu hafta", "ne olacak önümüzdeki hafta" muhabbetleri, Galatasaray'ın içler acısı hali, Fenerbahçe'nin ligdeki durumu, Querasma'nın sakatlığı, Guti'nin sevgilisi, Arda'nın fıtığı hep daha bir önemle izlenecek, gündemde tutulacak ve sonuca bağlanacak. Bu mevzular canlı yayınlarla anbean izlenecek, kamuoyu her gelişmeden haberdar edilecek.
Anladım, son dakika flaşları bir gün, "Ülkeye barış ve demokrasi geldi, halk meydanlarda özgürlüğü kutluyor" bandıyla geçmeyecek...
Özcesi, umudumu ve coşkumu, barışa ve demokrasiye olan inancımı gittikçe kaybediyorum.
Kuşağım beni daha iyi anlayacaktır. 1980 darbesi çocukluğumuzu aldı bizden. Gençliğimizi PKK-TSK savaşının şiddetli olduğu döneme kurban ettik. Muhabir olduğum dönemde altına imzasını attığım tek bir aşk haberim olmadı. Sevinci anlatan bir başlık da atmadım, spotlarımı güler yüzlü satırlarla süslemedim, mutluluğu anlatan bir yazım da olmadı. Hiçbir yazım "Yaşasın mutluyuz" patlangacıyla bitmedi.
Ömrümüzse vahşi kapitalizmin çarklarına direnip duruyor...
Bütün bunları devlete borçluyuz.
Devlet, mutlu olmamızı asla istemedi.
Çocuk gözlerimizin önünde bulgurumuz döküldü, buğdayımıza postallar bulaştı. Evlerimiz basıldı, babalarımız gözaltına alındı, büyüklerimiz şehir değiştirmek zorunda kaldı. Komşularımız bir bir taşındı.
Okulda tek kelimesini bilmediğimiz bir dille eğitildik. Devlet ödeviyle, ikinci diliyle yaz tatilini kız arkadaşına anlatanların sınıfına girdik... Önce inkar edildik, sonra ikinci sınıf vatandaş sayıldık. Olmadı, kabul edildiğimizde de kendileri gibi düşünmemiz istendi. Kendileri gibi düşünmediğimizde de "terörist" damgası yedik.
Tam da bu damgadan, Habur hamlesiyle kurtulacağız Evellallah derken üstümüze çullandılar. Yetmedi, sil baştan barış dilini yazmaya kalkıştık. Ancak her seferinde silah handikabıyla karşılaştık, öylece kaldık. Perde arkalarında çizilirken kaderimiz, açık denizlerde yüzenleri köpekbalıkları izledi.
Puslu gözleriyle daha çok kan istediler. Fırsatçılar hiç tereddüt etmedi. Böylece düğmeye basıldı ve KCK diye hayatımıza üç yeni harfle girilmiş oldu. Seçilmişlerimiz, hak savunucularımız tutuklandı. Binlerce sayfalık fermanlar yazıldı. Naylon kelepçelerle sıraya dizilip fotoğrafları çekildi. Aşağılandık, utandık. Boynumuzu çaresizce büktük. Hıncımız büyüdü. Nefreti yeniden öğrendik.
Bir buçuk yıl sonra acılara alışık Diyarbakır davayla oturup kalkarken, ülkenin aydınları sürecin hukuksal olmadığı kanaatinde birleşti. Güçlü kalemler davanın siyasi olduğunu ve Kürt sorununun çözümüne katkı, dağın yolunu açık ve geniş tutmamak için halkın gözbebekleri olan siyasi bu isimlerin serbest bırakılması gerektiğini dile getirdi.
Televizyonlar, gazeteler davayı yazdı, çizdi, tartıştı. TRT Şeş'te haber resmi Kürtçeyle verilirken, sanıkların Kürtçe savunma talebi reddedilip iddianamenin özeti okunmaya başlandı.
Gözler Diyarbakır'a odaklanıp, antenler gelecek iyi bir habere çevrilirken Ankara Manifaturacılar Çarşısı'nda kısık ateşle ısıtılan türban tam gaz yeniden flaş edildi. Bir anda manşetlerle birlikte her şey değişti.
Şaşırmadık. 'Statükonun kibirli mensupları' ile mevzu Kürtler olunca iktidarla ortak tencerede buluşan sözde tarafsız ve bağımsız yargıçların yaylım ve çapraz ateşi altında kaldık.
Ajanslar son dakika flaşlarıyla açıklamaları verirken, Van'da polis aracına saldırı oldu, Ankara'da bir evde Başkent'i kana bulayacaklar ele geçirildi. Ne tasadüf, bütün bunlar bir günde oldu. Yine şaşırmadık.
Kısaca, hayatımıza sokulan üç harfin, bütün hayatımıza nasıl mal olacağı tahmin edilmesine rağmen yeniden kefelerin birine türban, diğerine Cumhuriyet konuldu. Onlara göre KCK'nın ağırlığı tutar etmezdi.
Türban KCK'yı, Cumhuriyet benliğimizi, varlığımızı örtmeye yetti.
Evet, anladım. Ne zaman kalemler barışa hazırlansa mürekkeplere kan damlatılıyor, gördüm!
Elinize sağlık!.. (FA/EÜ)