Einstein’ın “Barış zorla sağlanamaz, ancak karşılıklı anlayışla başarılabilir” sözüyle başlıyor Diyalog Polisi (Dialogpolisen/The Dialogue Police) adlı çarpıcı belgesel.
Yönetmen Susanna Edwards’ın kotardığı 2025 İsveç yapımı 90 dakikalık filmin senaryo ve başkalarıyla paylaştığı sinematografi hanesinde de tecrübeli sinemacının adını görüyoruz.
Gezegenin en demokratik diyarlarından biri olarak tanınan İsveç’te protesto yürüyüşleri polisin köhneleşmiş stratejilerinden ötürü yüzyılımızın başında çığırından çıkmıştı. 2001’de Avrupa Birliği zirvesinin yapıldığı Göteborg'da yüzlerce gösterici gözaltına alınmış, 19 yaşındaki bir nümayişçinin vurulup ağır yaralanması polis teşkilatı hakkında soruşturma açılmasına sebep olmuştu.
Polisler nümayişi kontrol altında tutmaktaki beceriksizlikleri bir yana, anayasa tarafından garanti altına alınmış yasal gösteri hakkını ihlal etttikleri için Yüce Mahkeme tarafından eleştirilmişti.
Bilhassa bu tarihten itibaren İsveç, nümayişçilerin hakkını korumak amacıyla muhtelif değişikliklere gitmiş, bu yönde atılan adımlardan biri olarak da "Diyalog Polisi Teşkilatı"nı kurmuştu.
Film boyunca aralarında Türkiyeli Şemsi en başta olmak üzere diyalog polisi memurlarını sahada, fazlasıyla karmaşık vazifelerini ifa ederken takip ediyoruz.
Kâh Paludan Rasmus tarafından Kuran yakılırken, kâh çevreyle alakalı kalabalık yürüyüşler gerçekleşirken, kâh gurbetteki İran vatandaşları tarafından Molla rejimi protesto edilirken, memurlarımız ortalığı sakinleştirmeye, göstericilerle sıradan polis memurları arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor.
Polis şiddetini eleştirmek için tertiplenen öfke dolu nümayişlerde de diyalog polisinin esas amacı vatandaşın kanuni protesto hakkını kullanmasına yönelik oluyor.
Soğukkanlılıklarını olası provokasyonlara karşı korumak üzere uzmanlaşmış memurların “Faydalı ahmak!” veya “Uşak!” gibi, yüzlerine söylenmiş sözlere bile tepkileri gayet makul, ne de olsa vazifeleri herkesin kendini ifade etme hakkını korumak. Bunu yaparken küstah dizi karakterlerini canlandırır gibi değil de, tevazu ve ciddiyetle, sağduyulu şekilde işlerine sarılıyorlar.
Sıradan polis memurlarına göre diyalog polislerinin yetkileri daha az olmasına rağmen çok daha donanımlı olduklarını görüyoruz. Nümayiş haklarını korumakla mükellef oldukları grupların motivasyonu, kültürleri, gelenekleri, dinleri, diyalog polisinin önceden çalışıp hazırlandığı mevzulardan bazıları. Psikolojik olarak dengede tutmaları gereken rollerinin de kaba saba yaklaşımlardan gayet uzak olması icap ediyor.
Bir nebze yakından tanıdığımız diyalog memurları Jimmy, Anna, Erik, Johan, Nicole ve Şemsi’yi nümayişçiler için trafik akışını durdururken izliyoruz; öngörülen süre bittiğinde protestocuları nazikçe uyarmak gene onlara kalıyor. Doktor randevusuna geç kaldığı için otomobilinde adeta cinnet geçirmekte olan bir adamın, aracını kaldırıma sürdüğünde Şemsi’yi neredeyse ezmesi diyalog polislerinin maruz kaldığı risklere misal oluşturabilecek gayet isabetli bir epizot.
Polis teşkilatı hiyerarşisinde pek aşağılarda yer almaları bir yana, kahramanlarımız silah taşımıyor, insanları gözaltına alamıyor ve şiddete asla başvurmuyor.
Görevlerini ifa ederken vicdan muhasebesi yapmak durumunda kalmaları mesleklerinin en karmaşık vasıflarından birisi.
Fakat dünya geneline bakıldığı zaman sıradan İsveç polisinin bile genelde nümayişçilere mümkün olduğunca şefkatli davrandığına, yerden kalkmayan protestocuları karga tulumba götürüken bile incitmemeye çalıştığına şahit oluyoruz. Güvenlik kuvvetleri aracılığıyla iktidarın kendini ifade biçimi ne de olsa nazikçe uyarmaktan, sertlik ve şiddetten uzak durmaktan, kıyameti koparmamaktan, tatsızlık yaratmamaktan geçiyor.
Tüm Müslüman dünyasını ayağa kaldırmış, Kur'an yakan ırkçı Paludan Rasmus’u filmde birden fazla kez izliyoruz. Polisler bir yandan mevzubahis göstericinin kendini serbestçe ifade etme hakkını korurken diğer yanda, aralarında Türkiye vatandaşlarının da olduğu protestocuları sakinleştirmeye çabalıyor. Tahammül sınırlarını fazlasıyla aşmış Paludan’ın sesini barışçıl birilerinin “davul zurna” eşliğinde halaylarla bastırmaya girişmesi muhakkak ki sempati topluyor. Fakat bir süre sonra işler çığırından çıktığında çaresizliğini adeta itiraf eden klasik polis, davulcuyu gözaltına alıp sanki bir çuval inciri berbat ediyor.
Filmde diyalog polisi hakkında yorumları alınan bir göçmen tüm polislerin diyalog polisinin niteliklerine sahip olması gerektiğini söylüyor. Tüm dünyada otoriteyi sağlamaktan âciz iktidarlar sertlikle halklarını sindirmeye girişmişken polis teşkilatlarının insanlara yardımcı olmak üzere kurulduğunu hatırlayan var mı?
Ya polis teşkilatı bozulmuş imajını nasıl düzeltecek?
Polise güven duymak günün birinde tekrar mümkün olabilecek mi?
Gezegenin birçok diyarında, hükümet temsilcilerinin diline pelesenk olmuş ve artık iyice ayağa düşmüş “terörist” ifadesi de topa tutuluyor ve belgesel aracılığıyla seyirciye kime “terörist” denmesi, kime denmemesi gerektiği hususunda gayet yararlı bir beyin jimnastiği de yaptırılıyor.
Yabancı düşmanlığının iyice arttığı İsveç’teki bir diğer nümayişte “Göçmenleri istemiyorsanız buraya gelmelerine sebep olan savaşlara silah tedarik etmeyi durdurun” cümlesinin geçmesi de gayet manidar.
Demokratik hakların mümkün olduğunca en yüksek seviyede korunduğu İsveç’in bir süredir terör saldırılarına maruz kaldığını görmek hoş değil. Daha geçen gün İsveç’in güvenliğinden sorumlu teşkilat Sopo, Stockholm’da terör saldırsına hazırlık yapmakta olduğu anlaşılan, aşırı İslamcı harekete dahil bir şahsın tutuklandığını duyurdu.
Ülke tarihindeki en ölümcül vaka olarak kayda geçmiş 4 Şubat Oröbro okul katliamının arkasında ırkçı niyetlerin olup olmadığı ise hâlâ anlaşılmış değil.
Belgeselde İsveç sınırları içinde yaşayan toplumun eskisine göre çok daha karmaşık olduğu ifade edilirken devlet kurumlarının, buna bağlı olarak polisin de çok daha geniş bir spektruma hizmet verdiği ve ona göre evrim geçirdiği görülüyor.
Eğitici yanları olduğu kadar objektif bakış açısını korumaya ve kuru kuru bir provokasyon veya propaganda projesi olmamaya çalışan belgeselde kreşendolu bir son bizi bekliyor.
Film boyunca çevreyi acımasızca kirleten çimento sanayisinden Extinction Rebellion’a, İran’da siyasi mahkûmları katletmiş Humeyni rejiminden Jin, Jiyan, Azadî hareketine, muhtelif başlıklardaki nümayişlere şahit oluyoruz.
Fakat sekansların arasında, Kur'an’ın Türkiye Büyükelçiliği önünde yakılmasından kaynaklanan dünya çapındaki tepkiler bir yana, en çarpıcı olanları İsveç’in muhtemel Rusya tehdidi yüzünden NATO’ya başvurmasıyla başlıyor. Barış ve silahsızlanma taraftarı vatandaşlar NATO’ya başından itibaren zaten “Hayır” diyor.
Fakat Türkiye’nin bunu “terörist iadesi” üzerinden bir pazarlık meselesi haline getirip İsveç’in üyeliğini zora koşmasıyla protestolar çok daha geniş bir skalaya yayılıyor. Pasif kaldığı düşünülen ülkenin başbakanı Ulf Kristersson resmen topa tutuluyor. Çizimle destekli “Köpekle yatan pire ile kalkar” deyiminin Türkçe yazılı olduğu pankartla başbakan resmen aşağılanıyor; fakat bundan dolayı da kimse dayak yemiyor, saçından yerlerde sürüklenerek tutuklanmıyor.
Filmin jeneriğinde diyalog polislerimizin bazılarının şube değiştirdiğini, bazılarının terfi ettiğini, bazılarının ise yurt dışında görev almaya başladıklarını öğreniyoruz.
Adı perdede nedense en son beliren ve aralarında sanki tek yerinde sayan Şemsi’ymiş gibime geldi.
Acaba bizim farkına varmadığımız ve film ekibinin asabını bozan bir falso mu yapmıştı?
Fakat ne gam? Sonuçta Türkiye kökenlerine rağmen İsveç’te devlet memurluğu yapıyordu. Diyalog polisliği emniyetin az çok küçümsenen bir şubesi olsa da halkın hakları ve güvenliğinden sorumlu olmak gibi çok mühim bir işi vardı.
Şemsi’nin temsil ettiği demokratik dinamik, Türkiye’de millîleştirme adına yabancı uyrukluların yapması yasaklanmış meslekler ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalarına rağmen her zaman iç mihrak muamelesi görmüş azınlıklara kapısını kapatmış yüce kurumlarımızla kıyası asla kaldırmaz! (MT/TY)