Trieste’nin markalaşmasına katkısı olan Trieste Film Festivalinde seyirci gösterimlerin yapıldığı salonları sık sık tıka basa doldurdu.
Orta ve Doğu Avrupa sinemasına bilhassa eğilen etkinlik kentin bulunduğu otonom Friuli Venezia Giulia bölgesinde belirli bir halk kesiminin ticari sinema ürünlerinden daha fazlasına susamış olduğunu bir kez daha ispatladı.
Festivalin son senelerinde büyük alakayla karşılanan “Yaban gülleri, Avrupa’nın kadın filmcileri” bölümünde bu sene sıra Sırbistan’daydı. Uzun metrajlılar dışında dört kısa filmin sunulduğu bölüme davetli olan kadın yönetmenler Sırbistan’da uzun zamandır devam etmekte olan büyük çaplı öğrenci protestolarına dikkat çektiler; öğrencilerin manifestosunu Trieste’nin Miela tiyatro salonunda okuyarak iktidara adeta yapışmış olanlara karşı mücadelelerinde destek talep ettiler.
Mevzubahis bölümün dikkat çeken filmlerinden biri 78 gün (78 dana) adlı belgeseldi. Trieste’de bulunan filmin yönetmeni ve senaryo yazarı Emilija Gašić sempatik ve mütevazı tavırlarıyla da seyircinin alkışlarını topladı.
Amatör aile çekimlerinin olağanüstü montajıyla 1999 yılına geri dönerek Sırbistan’ın NATO tarafından bombalandığı anları kırsal kesimdeki bir evde resmen yaşadık. Yönetmenin kendisini küçük bir kız çocuğu olarak izlerken, kamerayı ellerinden hiç bırakmayan iki ablasının onunla uğraşmasını bazen esefle karşıladık, fakat layıkıyla direnen Emilija’nın zekâsına ve espri gücüne hayran kaldık. Şimdiye kadar Sırp mezalimi hakkında çok film seyrettiğimizden savaşın masum insanları nasıl hedef aldığını diğer cepheden seyretmek gayet yerinde bir beyin jimnastiğiydi.
Dünya prömiyerini Rotterdam film festivalinde yaptıktan sonra gezegenin muhtelif diyarlarında, 30’dan fazla uluslararası festivalde gösterilmiş olan 2024 yapımı 82 dakikalık film, içerdiği romantik ögelerle de takdir edilmeyi muhakkak ki hak ediyor.
Trieste kuirliği bağrına bastı
Festivalin programına bu sene dahil ettiği Kuir Bakışlar (Visioni queer/Queer visions) adlı bölüm de seyircinin büyük alakasına mazhar oldu.
Trieste’nin nispeten küçük bir taşra kenti olmasının getirdiği dinamikler çerçevesinde ahlaki tabuların fazla kurcalanmadığı düşünülürse festivalin bu adımı kesinlikle yerinde oldu. Üstelik İtalya’da tekrar estirilmekte olan faşist rüzgârlar gayet karanlık bir maziye sahip Trieste’de fazlasıyla karşılık bulurken!
Geleneksel aile kavramını layıkıyla sorgulayan Yeni başlayanlar için ev idaresi (Housekeeping for beginners) seyirciyi görsel olarak da, duygusal olarak da çalkaladı. Yönetmenliğini Goran Stolevski’nin yaptığı 2023 yapımı 107 dakikalık film, olağanüstü sinematografisi bir yana muhteşem oyunculukları ve şelale gibi dökülen senaryosu ile de fırtınalar kopardı.
Aile sahibi olmayı hiç düşünmeyen filmin ana karakteri Dita (özlediğimiz Anamaria Marinca) kendini birdenbire kalabalık bir güruhun başında buluyor ve hepimizi olağanüstü mücadelesine layıkıyla dahil ediyor. Filmin Roman karakterlerinin çarpıcılığı bir yana gayet gerçekçi erkek erkeğe sevişme sekanslarının erotizmi perdeyi yırtıp geçti desem yalan olmaz.
Aile ne kadar sağlıklı?
Festivalin üç ana mekânından, devasa Rossetti tiyatro salonunda yapılan etkinliğin ikinci açılışında Ölmek (Sterben) adlı filmin de perdeyi epeyce dalgalandırdığı söylenebilir. Aile kavramının Alman kültürü çerçevesinde derinlemesine kurcalandığını, yargılandığını, hatta lanetlendiğini ifade etmek de zor değil.
Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını usta sinemacı Matthias Glasner’in üstlendiği 2024 yapımı 180 dakikalık filmde layıkıyla canlandırılmış yaşlı ve hasta ebeveyn dışında, Lilith Stangenberg ve Lars Eidinger’de cisimleşen problemli evlatlar, dikkatimizi filmin epeyce uzun süresi boyunca ayakta tutmayı başardılar.
Oyuncaklı senaryo bizi kahramanların travmalı benliğine zarafetle dahil etti, ailelerde sık sık rastlanabilen sevgisizliğe iknada muvaffak oldu; deyim yerindeyse çalkantılı bir denizde adeta savurdu durdu.
Kara mizah unsurlarından yola çıkarak tüm filmi dudaklarımda bir tebessümle izlerken Trieste seyircisi gibi bazı sahnelerde yüksek sesle gülmeyi de başardım. Yönetmen sessiz ve derinden giderken arada, bilhassa kızkardeş Ellen’in öforik dünyasına bizi hoyratça dahil etmekten imtina etmedi. Alçak gönüllü bir profil çizse de ağabey Tom egoist varlığını bize sık sık hatırlatırken yönetmen Glasner de kendi ebeveyniyle hesaplaşmış oldu ve aile mefhumunu kesinlikle eleştirmemiz gerektiğini adeta haykırdı.
Her daim muhalif
“Napoli’nin Toto’su varsa Trieste’nin de Cecchelin’i var” deniyor festivalin yarışma dışı belgesellerinin birinde.
Kenti boyunduruğu altına kim aldıysa hepsiyle dalga geçen usta komedyen defalarca güvenlik kuvvetlerinin hışmına uğramış, hakkında sayısız suç duyurusunda bulunulmuş, gözaltına alınmış, tutuklanmış, hatta hapiste yatmış.
Trieste’nin asırlar boyunca muhteşem liman işlevini üstlendiği Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda başlayan kariyerinde önce onların asabını bozmuş, kenti çirkin emellerine hoyratça alet eden Mussolini’nin faşizmine direndikçe bilenmiş, Trieste’nin bekçiliğini bir süreliğine üstlenen İngiltere ve ABD güvenlik kuvvetlerinden de payını almış tecrübeli bir muhalif.
Tahmin edersiniz ki belgesel Trieste’yle alakalı olunca Miela tiyatrosunda yer bulmak adeta imkânsızlaştı, nefes almak zorlaştı, seyirci coştukça coştu, kahkahalar ve alkışlar salonun dışına kadar taştı.
Yönetmen, senaryo yazarı ve montaj hanelerinde Alessio Bozzer adını gördüğümüz Cecchelin adında bir komedyen vardı (C’era un comico dal nome Cecchelin) adlı 2025 yapımı 92 dakikalık filmde arşiv görüntüleri, fotoğraflar, röportajlar, canlandırmalar peş peşe sıralanıyor, geleneksel biyografik belgesel klişelerine bağlı kalınsa da kahramanına layıkıyla saygı duruşunda bulunuluyor.
Ne de olsa bir zamanların çok meşhur ve çok sevilen komedyeni Cecchelin (Türkçe okunuşu Çekkelin) layıkıyla hatırlanmadığı, hatta unutulduğu için bu belgesel çok mühim. Kent yöneticilerinin anısını yaşatmak üzere adını verdiği, aslında merdivenlerden müteşekkil sokakçık Cecchelin’in kopamadığı eski Trieste’nin fakir mahallesinde.
Fakat Triesteli kimliğini ve bazılarınca epey gülünç bulunan Trieste şivesini layıkıyla yaşatmış, ülke çapında tanıtmış ve esprileriyle sabitlemiş bu ikonik sima için, tarihî Roma tiyatrosuna yakın olsa da mevzubahis sokak fazla ufak değil mi?
Yoksa senelerce milliyetçilik propagandasına maruz kalmış, yüzyıllar boyunca oluşmuş multietnik kimliği itinayla törpülenmiş, derin devlet tarafından beyni yıkanmış Trieste’de azınlıklara tahammül bilhassa İtalya’ya dahil olduktan sonra kalmamış mıydı?
Acaba anısının unutulmaya yüz tutmasının sebebi, çoğu komedyen gibi aslında hüzünlü olan Cecchelin’in, bazılarınca kentin tarihî Sırp, bazılarınca köklü Grek-Ortodoks cemaatinden olması mıydı?
(MT/EMK)