"Zannettiniz ki; deniz, içmekle biter."
Celadet Âlî Bedirxan
Dünyanın bütün coğrafyalarında hakları gasp edilen mazlum ve mağdur halklar ile değişik hak topluluklarının; egemen ülkenin yönetim erkleri olan siyasal iktidarlardan, "muhataplık" beklentileri her daim varolagelmiştir.
Bu tarz siyasal talepkârlıkları incelediğimizde karşımıza çıkan, en sıradan tabiriyle bu muhataplık gerçekliğidir. Anılan mevzu zaten siyasetin de abc'sidir.
Elbette bu talepkârlığın siyaset dilinde farklı talep edilişi ve mücadele biçimleri vardır. Abes olanı şudur ki; talep edenin siyasal mücadele biçimine, şekline, rengine, motifine göre, egemenin yakıştırmalarda bulunup yargılamasıdır.
AKP de "kör şiddet" modelinde ısrarcı...
Mesela neredeyse cumhuriyet varolalı beri Kürdün talepkârlığına karşı Kürt halkını "Terörist" olarak imlemek. Sonra da bu "terörizm" kavramsallığı üzerinden diğer bütün şekillenmeleri ve retoriği bina etmek!
İşte, "terörist" ise doğal olarak "vatan haini" de olur. "Vatana ihanet eden" dış güçlerin "maşası" da olur. Bütün bunları, takdir edilmeli ki uzatmak mümkün...
Eksen ve tema bu olunca, cumhuriyet reel politiğine baktığımızda kendisinin bütün diğer öncülleri gibi mevcut AKP iktidarı da Kürtlerin siyasal talepkârlığına karşı hep "güvenlik eksenli" ve "kör şiddeti" öne çıkaran modellerde ısrar ediyor.
Hatta bu şiddeti öncelleyen modelin yedeğine de, daha şefkatli ve daha "örtücü" gözüken "baba devlet" kavramsallığı üzerinden, ama Kürdün siyasal temsiliyet modunu da hiç dikkate almadan "senin adına siyaset yapanları tanımam, ben gerekeni gerektiği kadar veririm, sen de kabul etmek ve verilenle yetinmek zorundasın" anlayışının kaba ruh hali ve dayatması vardır.
İşte yüz yıla yaklaşan çözümsüzlüğün en özet haliyle ana ekseni budur. Hâla usanmadan "Peki siz Kürtler, söyleyin bakalım ne istiyorsunuz?" sorusuna yukarıdaki paragrafa cevaben objektif olarak verilecek karşılıkları varsa eğer...
1925 Şêx Saîd İsyanı'na baktığımızda; devletin resmi belgelerine rağmen adeta milli bir mutabakat çerçevesinde isyanın, "irticai" olduğu ve "dış güçlere dayandığı" çarpıtması neye karşılık gelir.
Bakanlar Kurulu kararnamesi
Bakın 3 Mayıs 1341 (1925) tarihli Bakanlar Kurulu kararnamesinde aynen şu ifadeler yer almaktadır.
"Yüce Genel Kurmay Başkanlığından gelen 30 Nisan 1341 tarih ve 1835/2270 numaralı tezkerede, son isyan (Şeyh Said) ve irticâ olayının basınımızda ve özellikle İstanbul basınının büyük bir kısmında genel bir Kürt ayaklanması şeklinde gösterilmesi, iç ve dış düşmanlarca propaganda zemini ittihaz edilmekte olduğundan ve esasen sınırlı bir sahada çeşitli emeller ve iğfalât (aldatmalar) neticesi oluşan olayın büyütülmesi uygun olmadığından, isyanın ayrımcılıktan ziyade irticâî cehalet ve aldatma neticesi zemininde yayın yapılması için gereğinin yerine getirilmesi teklif olunmuştur. Keyfiyet, İcra Vekilleri heyetinin 3 Mayıs 1341 tarihli toplantısında tezekkür esnasında, genel ve tertip olunmuş bir irticânın görünümü olduğu tespit ve malum olan hadisenin, basında Kürt meselesi şeklinde inhisar ettirilmesi gerçeğe mutabık olmadığı kadar siyaseten de sakıncalı olduğundan, keyfiyetin bu açıdan yayınlanması için Dışişleri Bakanlığına tevdiî münasib görülmüştür."*
İşte hikâyenin can alıcı noktası budur.
İşin açıkçası Şêx Saîd İsyanının üzerinden 85 yıl geçmiş olmasına rağmen; halkının ve inancının gerekleri doğrultusunda "kurban" edildiğini, ama "torunlarının" kendilerini "mahcup etmeyecekleri" kararlılığı ile idam sehpasına gitme(leri)nin bugüne değen yüzünü iyi okumak gerektiği kanısındayım.
85 yıl boyunca egemen dil ve kültürün yarattığı "kirlilik", yeni bin yılda tersten "Kürt Milli Mutabakatı" ile Şêx Saîd ve arkadaşları üzerinden yeniden şekillenebiliyor.
Kürt değerleri "kitlesel olarak yüksek sesle" anılabiliyor ve hâla bilinemeyen mezar yerleri sorgulanabiliyorsa; aileden ya da değil "torunların" mahcup etmediklerinin kanıtı oluyor.
Sizce vakit gelmedi mi?
Peki, bu somut talepkârlığa karşı devlet ve siyasal iktidar ne yapıyor? Çok basit: trt şeş ile çok özel günlerde hem de canlı yayınla Kürtçe mevlit yayınlayanlar; çok rahat bir kararla 85 yıl evvel idam sehpasına gönderilenler için, "Kürtlerin kalbi Amed"de okunacak bir mevlidi yasaklayıp çok görebiliyor.
Şimdi bu durumda "ekseni" kırmak için; Kürt cephesinden kararlı bir mutabakat ve içbirliktelikle sahiplenmeye, Türkiye demokrasi ve sol güçlerinden de şimdiye dek Kürtlerden yana "gözardı" edilen ve ters algıyla reddedilip itilen gerçekliklere en sıradan ve naif haliyle ilgi ve sempati duymaya sizce de vakit gelmedi mi? (ŞD/EÖ)
*Belgenin orijinalinin kayıt nosu: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü, Adet 1845.