Şen'e göre "hükümet de bu mesajı alarak duracağı yeri tayin ediyor. Ordu geleneksel reflekslerinden farklı olarak kamuoyunu örgütlemeyi tasarlıyor. Bu gelişmelerin Avrupa Birliği (AB) tartışmalarından önce, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz'in konuşmasından sonra olması da dikkat çekici."
Şen, Bianet'in sorularını yanıtladı:
Genelkurmay Başkanı'nın açıklamasından sonra hükümetle Ordu arasında bir gerilim olduğu yeniden tartışılmaya başlandı. Bir hafta öncesine kadar böyle bir gerilim yok gibiydi. Acaba bu "gerilim" birden mi ortaya çıktı?
Birden çıktığını zannetmiyorum, bunun çok daha köklü gerekçeleri olduğu kanaatindeyim. Önemli olduğunu düşündüklerimden biri, basına yansıyan kısmı daha çok kamuoyunun yönlendirilmesiyle ilgili, içeriğini tam olarak yansıtmıyor.
"Siyasal yaşam biçimlendirilmeye çalışılıyor"
Daha önce ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfovitz'in açıklamaları ile ilgili yazımda Wolfovitz'in söyledikleri arasında satır aralarında Türkiye'deki siyasal yaşama müdahale etmeye çalışıyor ve zamanın bu görüşü doğruladığını düşünüyorum. Bu doğrulanmanın ardından bazı gelişmeler yaşandı, Wolfovitz de bu yönden bir katalizör görevi gördü. Bir de tam Avrupa Birliği (AB) ile ilgili adımların atılacağı dönemin arefesinde bu tartışmaların olması bana anlamlı geliyor.
Bu tek taraflı bir gündeme getiriliş de değil. Ayrıca olayda bir yıl sonraki yerel seçimlerin etkisinin de olduğu kanaatindeyim. Seçimler öncesinde de siyasal mekanizmanın bir kez daha şekillendirilmesi söz konusu olacak.
Ordu bu açıklamaları yaparken doğrudan müdahalelerle planlamaya gitmiyor, aynı zamanda medyatik kontrol mekanizmalarıyla da bunu yapmaya çalışıyor. Özellikle 23 Nisan resepsiyonu ile başlayan gerilimlerden sonra ordu ilk kez halk nezdinde bu kadar prestij kaybediyor. Anketlere bakıldığında ordunun önceden yüzde seksen, doksanlardaki prestijinin yüzde ellinin altına düşmesi bu açıdan dikkat çekicidir. Dolayısıyla burada bir dağılma olayı yaşanıyor. O nedenle geleneksel reflekslerini, harekete geçiren ordu bir anlamda kamuoyunu da düzenlemeye çalışıyor. Bu da kesinlikle yukarıdan bir düzenleme girişimi.
Daha önceki röportajımızda ordunun bir hegemonya kaybının olduğunu söylemiştiniz... Bu tartışmalar hegemonya girişiminin devamı olarak da görülebilir mi?
Tabii ki devamı. Hem dışarıda hem de Türkiye'deki kamuoyu nezdinde ordunun bu anlamıyla bir imaj tazeleme çabasına girdiği kesin.
Ordu, kendini sivil siyasetin ve sivillerin üzerinde gören bir anlayışa sahip. Bu nedenle de herhangi bir meşruiyet veya imaj tazelemeye çalışmasına neden gerek duyuyor olabilir ki, buna ihtiyacı var mı?
Bunun tam kendi içsel yapısında gerekçeleri var. Ordunun tarihiyle de ilişkili durumlar var. Tarihinde bir dönemde resmi ideolojinin kuruluşuna katılan ordu, daha sonra yeni insanın yaratılma projesine katıldı. Ardından 27 Mayıs sonrasında ekonomik alanda rejimin dayanaklarını oluşturmaya çalıştı.
Ordu eski tarzıyla artık toplumu kontrol etme aşamasında değil. Zaten bu çerçevede kendini yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Toplumdaki kendi hedefinde olan modernleşme sürecinde adımlar atıldıkça, modern kontrol mekanizmaları, yani ideolojik aygıtlar geliştikçe ordunun etkinliği de farklılaştı.
Artık bazı konularda insanları ikna etmek daha zor. Dolayısıyla burada kontrol mekanizmaları açısından düşündüğümüzde ordunun buna ihtiyacı çok daha fazla oluyor. Teknolojik gelişmeler de bunda çok etkili. Ordu Yardımlaşma Kurumu'nu(OYAK) kurduğu dönemde rejimi güçlendirmek istiyordu ve dolayısıyla kalkınmacı ideoloji ile çakışıyordu. Fakat özellikle 12 Eylül 1980'den sonra piyasanın nispeten gelişmeye başlamasıyla ve uluslararası alana açılmasıyla birlikte OYAK ciddi problemlerle karşı karşıya kaldı. Hem sektörel bazda hem de diğer sermaye çevreleriyle yer yer karşıtlık ilişkisi içinde oldu. Dolayısıyla ordunun artık eski tarzda kontrol mekanizmaları kullanması çok olanaklı değil.
Ordunun bu tutumunda sivil kanattan da kaynaklanan bir problem var. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) parlamentoda kendi güçleriyle yoklar. Aşırı bir temsil sorunu var. kitleyi gerçek anlamda temsil etme yetkisi olmamasına rağmen elde ettikleri çoğunluk ordu karşısında durmalarını pek olanaklı kılmıyor. Aynı zamanda iktidarın sivil mekanizmalarda kurulmasının zemini haline gelemiyorlar.
Ordu karşısında politika yapmak
Ordu karşısındaki tutumu belirlemekte yetersiz kalıyor diyorsunuz, ama, çok güçlü temsiliyet de olsa dahi bir değişim olmayacak. Sanki bu durum biraz güç ile ilgili değil, Ordu karşısında politika yapmaya dair bir temayül yok gibi...
İktidarın merkezinde oturmuş bir kurumun geriletilmesi elbette uzun bir süreci gerektirir. Dolayısıyla şu anda nesnel koşulların değişmesiyle birlikte ordunun pozisyonunda gözle görülür bir değişim var. AKP'nin gerçekten arkasına yüzde elli gibi bir çoğunluğu alması halinde bile orduyu geriletemeyeceği kesin.
Siyasi partiler karşılarında bir zor aygıtı bulunan kurum karşısında çok daha temkinli yaklaşmak zorunda kalıyorlar. Bunun yanı sıra bu partiler toplumsal dinamikleri yansıtamıyorlar. Ve dolayısıyla bu partiler de yukarıdan oluşumlar olduğu için toplumdaki dinamikleri bastırmak işlevini yükleniyorlar. Halbuki ekonomik, siyasal anlamda ordu dışında hegemonik ilişkiler inşa ediliyor olsa problem daha kolay aşılabilir. Ama bunun da çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bunun öncüllerinden biri olabilecek burjuvazi de bundan uzak. Sermayenin bir bölümü zaten hedefleri bakımından orduyla aynı hedefleri paylaşıyorlar. O nedenle orduya karşı tavır almaktan uzak duruyorlar. Halbuki aralarında hedef birliği olmasaydı ciddi tepkiler gündeme gelebilirdi.
Burada tartışma halinde olanlar özneler değil. Mesela İş Yasası'ndan veya kamu reform tasarılarından dolayı mağdur olanlar değil. Mağdur edenler tartışıyor. Bir siyasi çekişmeden çok kültürel, hayatın içinden çıkan adı konmayan bir tartışma varmış gibi...?
Son yıllarda 28 Şubat'ın da arkasında olduğunu düşündüğüm bir şey var; Bir toplumsal hiyerarşi yeniden düzenlenmeye çalışılıyor. İkincisi dar güçler arasındaki hiyerarşi yeniden belirlenmeye çalışılıyor. Ve dikkat edilirse, son yıllarda yaşanan krizler hep daraltılmış alandaki kriz tanımlaması üzerinden gidiyor. Halbuki bu ülkede çok daha geniş bir kriz tanımlamasına ihtiyaç var.
Bu yeniden düzenlemenin bir an önce tanımlanması gerekiyor. Tamamlanamadığı taktirde de olağan olmayan yollarla bu sürecin tamamlanmaya çalışılacağını düşünüyorum. Bu bir darbe şeklinde olmayabilir. Mesela 28 Şubat sonuçları bakımından önceki darbelerden daha etkili olmuştu bence. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde farklı bir biçimde de olabilir. Böyle olacağının sinyalleri de Özkök'ün açıklamalarında ortaya çıktı, çünkü ordu, iddiaların bir kısmını reddetse dahi "ben güç olarak buradayım" mesajını da veriyor.
"Genç subaylar" ifadesinin kullanılmasının ardında ne olabilir. Ordu içerisinde böyle bir kategori var mı?
Bu, çatışmanın dozajını daha fazla yükseltmek istemedikleri şeklinde düşünülebilir. Bunun yerine bir başka şey üzerinden yani genç subaylar üzerinden bir mesaj verildi. Aslında ben çatışma dozajı ayarlandı diyorum. Ve burada aslında sistem için çalışan bir iktidarın varolduğunu, asıl iktidara etki eden güçlerden birinin ordu olduğu mesajını verdi Özkök. Bundan sonra bazı şeylerin çok daha farklı olacağı kanaatindeyim.
"AKP'de bir geri duruş söz konusu"
Mesela AKP, açıklamanın ardından ve MGK toplantısı öncesinde grup toplantısını iptal etti. Bunda AKP'nin kendine bir sınırlama getirdiği söylenebilir mi? En azından MGK toplantısına kadar Özkök'ün açıklamalarına dair sorularla muhatap olmamak için olabilir mi bu karar?
AKP'de bu anlamda kesinlikle bir geri duruş söz konusu. AKP'nin Antalya'da üyelerini kampa alması zaten bir tür geri çekilişti. Hem bir iç düzenleme hem de dışa karşı verilmiş bir mesajdı. Tayyip Erdoğan, partinin yukarıdaki kontrol mekanizmalarının hala güçlü olduğu mesajını vermeye çalışıyordu.
AKP bu gelişmelerin ardından bütün kamuoyuna yönelik Ordunun siyasal alandaki asli güçlerden olduğunu kabul ettiği mesajını vermeye çalıştı. En azından mesajın bir diğer boyutu "adımlarımızı tam olarak atamıyoruz, bizim dışımızda bir gücün olduğu" şeklinde idi.
AKP'de böyle bir kaygı var çünkü, zaten o gerçekçi olmayan temsil hemen parçalanabilirdi. Mesela Yalçınbayır ve Arınç'ın pozisyonu, Erbakan'ın siyasete dönmesi... Bu nedenle AKP'nin en azından yerel seçimlere kadar dozajı azaltarak çatışmayı en alt düzeyde tutmaya çalışacağını düşünüyorum.
Sizce ordu açısından gerçekten bu "hassasiyetlerimiz" denen irtica, kadrolaşma gibi konularda somut bir gerçeklik var mı?
Geleneksel refleksler belli bir dönem için varlığını korur. Ama bu reflekslerin hangi hedefler doğrultusunda harekete geçirildiği önemli. Mesela ordu, bölgede etkinlik kazanmaya çalışıyor, AKP' de aynı şeyi yapıyor. Ordu bölgedeki enerji politikalarına dahil olmaya çalışıyor, AKP de bunu yapmaya çalışıyor.
"Kadrolaşma var ama Özal tarzı"
Refleksin gerçekliği var mı? Yani AKP'deki kadrolaşma potansiyeli refah Partisi'nden farklı. AKP, kendini milli görüşten uzak tutuyor, sınırlarını çekiyor. Bunlar düşünüldüğünde AKP'deki kadrolaşma Erbakan tarzı değil. Ona rağmen neden üzerinde duruluyor?
Ben de şu anki kadrolaşmanın Özal döneminden farklı olduğunu düşünmüyorum. Yani bu kadrolaşma tıkanmış durumdaki kapitalizmin önünü açabilmek için bir proje çerçevesinde yapılıyor, ve ben kesinlikle bunun ardında siyasal İslam fikrinin olduğunu düşünmüyorum. AKP tabanında İslamcılar olabilir ama aslolan, yukarıdan bir hareket, kontrolün kimde olduğudur.
Problem daha çok şuradan kaynaklanıyor; hiyerarşinin yeniden düzenlenmesi sürecinde AKP, kadrolaşma çabasıyla birlikte ister istemez geleneksel olarak mevzilenmiş güçlerin alanını bir şekilde daraltıyor. Buraya getirilen kadroların önemli bir bölümü yıllarca kalacağı kestirilebilir. Kurumlar arasındaki gerginlik biraz bununla alakalı. Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da şu; hükümetin atabileceği adımlar karşısında OYAK'ın ekonomik alandaki varoluşu dalgalanabilir. O yüzden OYAK'ın varoluşu serbest piyasa koşullarına uygun değil. Burada bir karar vermek gerekirse sivil iktidarla askeri iktidarın kararları birbirinden farklı olacaktır.
Ordunun sivil siyaset alanını daraltmak için "istikrarlı" bir politika yürüttüğü görülüyor... Bu istikrarlı görünen yapı içerisinde farklı bir taraf, dinamik var mı?
12 Eylül'den sonra ordu içinde bir çok şeyin sonlandırıldığını düşünüyorum. Buradaki asıl tartışma çok daha farklı. Resmi ideolojinin dönüşümünde motor güçlerden birisi olan 28 Şubat'ta klasik algılama biçimlerinden vazgeçildi. Daha önce ordu kalkınmacı, ulusal pazarlara önem veriyordu. Bunun da ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çeşitli alanlardaki düzenlemeleri öneriyorlardı. Fakat 28 Şubat'ta bölgesel yönelimlerin varolduğunu görüyoruz. Bunları sekteye uğratmayacak bir çok dönüşümü de gündeme getiriyor.
Milliyetçiliğin yeniden düzenlenmesinden Kürt sorununa varıncaya kadar birçok farklılıklar ortaya çıkıyor. Bu da bir anda içlerinde bütünselliği zorlaştırıyor. Bu anlamıyla içlerinde bir farklılık mutlaka var. Ama bunun çok üst düzeylerde tepkisel boyuta taşınabileceğini zannetmiyorum.
Hükümet ile ordu dışında, mesela solda da bu tartışmaya yönelik net bir tutum yok gibi. Ya "irticaya" karşı orduya yakın oluyorlar, ya da ordunun etkinliğinin düşürülmesi anlamında AKP'den yana oluyorlar. Veya ikisinin arasında kalarak etkisiz oluyorlar...
28 Şubat'ta solun durumu daha belirgindi. Solun bir bölümü o dönemde ordunun yanında durdu. Aslında duvarların yıkılmasından bahsedilirken sol da duvarların altında kaldı gerçekten. Çünkü süreci teorik düzeyde kavrayıp bunun karşılıklarını oluşturamadı...
Ben solun asli dinamiklerin kesiştiği yerde yeni süreçlerin doğru şekilde algılanmadığını düşünüyorum. Doğru algılanamadığı anda da ne olduğunun çok farkına varamadan eski hareketleri çerçevesinde hareket eden bir sol görüyoruz. Bu da solu etkisizleştiriyor.
Mesela Rosa Luksemburg "Asıl mücadele gündelik yaşamdaki mücadeledir. der Burada bizi diğerlerinden ayıran şey bağlandığımız hedefler oluyor. Bağlandığımız güçlü hedefler olmayınca, gündelik yaşam içindeki mücadele de anlamını yitiriyor.(NK/BB)