Bir ülkede kamu görevlilerinin işlediği suçlara yönelik cezasızlığın boyutları gizli bir uygulama olmaktan çıkıp genel kabul gören bir kültüre dönüşmüşse kamu vicdanı denen olgudan da iyice uzaklaşılmış demektir. Çünkü ortada bu uygulamanın bir ihlal olduğunu, suçtan zarar gören vatandaşın korunmadığını, suç işleyeninse kollandığını devlete hatırlatacak bir kamu ve vicdan ya yoktur ya da çok zayıftır. Türkiye’de artık bir kültüre dönüşmüş cezasızlık politikasını bastıracak, engelleyecek bir kamu vicdanından bahsedilebilir mi peki?
Bu “vicdanın” görünür olabileceği medya, entelektüel mecralar ve kültür-sanat dünyasındaki baskın renkler dikkate alındığında sorunun yanıtı olumsuz görünüyor. Bu mecraların ya sessiz kaldığı ya da KHK ile çıkmışcasına aynı anda beliriveren propaganda dizileri gibi tam tersine cezasızlık kültürünü güçlendirecek ürünler ürettiği gerçeği karşısında mevcut olumsuzluk ciddi bir karamsarlığa da dönüşüyor.
Kaideyi bozan istisnalar
Ülkedeki bazı popüler kültür ikonları işte bu kültürün yansıması olan karanlığı kırabilen, o güç ve etkileri olan ender figürlere dönüşebiliyor. Kamu vicdanının uykuya daldığı dönemlerde o uykuyu kaçırtan sesler olabiliyorlar. Fakat Türkiye’nin popüler kültür sahasının bu açıdan bakıldığında da fazla verimli olmadığı, aksine çorak kaldığını söylemek gerekiyor.
Ötesinde, Ahmet Kaya gibi kendi içindeki bir yıldızı bile uykuya dalmış kamu vicdanını uyandırmaya çalıştığı için linç edip susturan kötücül bir çoraklık bu. O yüzden belki pasif, sessiz kalsa daha hayırlı olacak bu çoraklık aksine çoğu zaman yine o çiğ propaganda dizilerinde olduğu gibi devletin agresif bir aracına, sesine dönüşebiliyor.
“Devlet sanatçılığı”nın bir ironi değil kurum olduğu, sanatçıların maaşlı olarak devleti temsil ettiği bir ülkede dolayısıyla popüler kültür dünyasından çıkacak sesler ancak istisna olabiliyor. Nitekim Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’yı Türkiye’nin popüler kültür tarihinde birer kahramana dönüştüren gerçek de, o istisna olmayı göze almalarıydı.
Ceylan için ağıt
Sezen Aksu ve Nazan Öncel, o “istisna”lar değil elbette. Ancak çoğu zaman yaptıkları işlerle uykudaki kamu vicdanını uyandırmaya çalışan, buna cesaret edebilen “nadir” isimlerden. Askerin havan topu (veya bombaatar) mermisiyle ölen Kürt çocuğu Ceylan Önkol için Nazan Öncel’in olayın yaşandığı yıl olan 2009’da yaptığı şarkıyla, Sezen Aksu’nun 2012’de yazdığı beste bu anlamda bir kültür haline gelmiş cezasızlık ve toplumsal duyarsızlığa karşı birer ağıt niteliğindeydi.
“Ceylan” isimli iki şarkının da önemi, cezasızlık politikasının devamında kilit rol oynayan medyanın artık haber değeri bile vermediği Kürt çocuklarının ölümünü bunu görmek istemeyen topluma hatırlatmaları, Ceylan ve onun gibi çocukların ailelerine de bir tür taziye sunmalarıydı. Çünkü cezasızlığın devlet tarafında devam eden sürekliliğini boşa çıkarmanın sivil toplum açısından bir yolu maktulü unutturmayıp faili hatırlatmak olabilir.
Bu yol aynı zamanda suçun mağduru ve suçtan zarar görenler için “adalet hakkı” talebini ayakta tutar ve karşılaşılan adaletsizliğin bir daha tekrarlanmaması beklentisini güçlendirir. Çünkü “Ceylan”ı dinleyecek her vatandaş eğer daha önce öğrenmemişse devlete ait askeri malzemenin patlaması sonucu parçalanarak ölmüş 12 yaşındaki bir kız çocuğunun hikâyesiyle tanışacak, nihayet bu ölümden kimsenin sorumlu tutulmadığını, olayın üzerinin adeta bir doğa olayıymış gibi kapatıldığını öğrenecekti. (Hukukun gerçekten işlediği ülkelerde hiçbir doğa olayının da üzeri örtülmez, devletin “kusursuz sorumluluğu” araştırılır.)
Nazan Öncel yazdığı şarkıyı aynı yıl seslendirdi, Sezen Aksu da bestesini bir başka popstar’a, Nükhet Duru’ya okuttu. Ancak ilginçtir iki şarkı da ne beklenen ilgiyi yakalayabildi ne de umulan duyarlılığı yarattı. Öyle ki çoğu dinleyici, Nazan Öncel’in böyle bir şarkısının olduğunu, Nükhet Duru’nunsa 2012’de bu şarkıyı seslendirdiğini ancak yıllar sonra öğrenebildi veya fark etti. O da, Sezen Aksu ile Tarkan’ın bir araya gelip “Ceylan”ı kendilerinin seslendirmesiyle mümkün oldu.
Aksu ve Tarkan’ın “müdahalesi”
İki popstar, Nükhet Duru’nun beş yıl önce daha ağır ve sade bir müzikle seslendirdiği şarkıyı bu defa müzisyen Yaşar Gaga’nın hazırladığı albümde biraz tuhaf da olsa elektronik altyapıyla ve pop tarzında yeniden seslendirdi. Nihayet belki Sezen Aksu’nun şarkıyı yazarkenki amacı da böylece hâsıl olabildi, milyonlarca insan son bir haftada Ceylan Önkol’u tanıdı, hikâyesini öğrenmek durumunda kaldı.
Sezen Aksu ve Tarkan, bu şarkıyla bir bakıma ana akım medyanın ve mensubu oldukları camianın ezberini de bozdu. Zira kimsenin umursamadığı, yıllar önce olmuş ve hatırlatanı olmayan bir Kürt çocuğunun ölümü yeniden herkese hatırlatılıyordu. Ancak burada bile ana akım medyanın direnci vardı, şarkının anlatıldığı çoğu haberde Ceylan’dan sadece şarkı ismi olarak bahsedildi, şarkının yazılma nedeni olan ölüm olayından, sonrasından konu açılmadı.
Ceylan’ın ölümünden bahseden birkaç haberde ise çocuğun “meydana gelen bir patlamada” hayatını kaybettiği, kim olduğunu belirtmedikleri “şüpheliler” hakkında ise “görevi kötüye kullanmak” suçundan takipsizlik kararı verildiği anlatılıyordu. Yani sıradan okurun “meydana gelen patlama”nın ne patlaması olduğunu kendisinin anlaması, “görevi kötüye kullanmak” suçununsa “özgü suç” vasfı gereği ancak kamu görevlilerince işlenebileceğini kendisinin çözmesi gerekecekti. Çünkü habercilerin bu detayları yazmasına ne niyetleri ne de takati vardı.
Ülkenin “pop camiası”nın tepkisi de medyasından farklı olmadı. Tarkan ve Sezen Aksu’yla yolları kesişmiş çoğu “ünlü” de dahil olmak üzere “Ceylan” şarkısını paylaşan veya Ceylan Önkol’u hatırlatan kimse çıkmadı. Hemen her “milli” meselede acemi birer MGK üyesi gibi mesajlar paylaşmaktan geri durmayan bu celebrity’ler için Ceylan milli bir mesele değildi anlaşılan. Oysa daha iki ay öncesine kadar iktidar için birbirlerine “sen de var mısın?” diye seslenenlerin bir kez de olsa adalet için aynı çağrıyı yapması gerekmez miydi?
Bu arada, şarkı için tercih edilen yeni ritimle özü olan ağıt arasındaki belirgin çatışmadan da bahsetmek gerekiyor. Bir tarafta klasik “yaz hiti” olabilecek bir pop ritmi, diğer tarafta haksız-hukuksuz bir ölüme, bir çocuğun ölümüne yakılmış bir ağıt sözkonusu.
Dolayısıyla insanların dinlerken gözyaşı dökmekle dans etmek arasında gidip geleceği tuhaf bir dengesizliği var şarkının. Bu bakımdan şarkıdaki sözlerle müzik arasındaki çelişki ülkedeki birçok başka dengesizlikle adeta uyum içinde. Ancak yaşam hakkının önemsenmediği, bu hakkın bizzat devletçe ihlal edilip adaletin de aranmadığı bir ülkede kulak tırmalayıcı bu dengesizlik bile önemsiz görünüyor, insan buna rağmen şarkı devletin ve ona adaleti hatırlatması gereken “kamu”nun kulağına çalınsın istiyor.
Bir şarkı veya popstar elbette ülkedeki büyük adaletsizlik, hukuksuzluk perdesini yırtacak güce sahip olamaz. Ancak bu hukuksuzluğun varlığını duyurabilecek bir potansiyelleri hep var. Sezen Aksu ve Tarkan, şimdi iyi-kötü bu imkânı gösterecek. Milyonlarca insan şu mısraları duyduğunda belki bir ihtimal ülkelerinde bir şeylerin yanlış gittiğinin ayırdına varacak:
Gözlerime astılar seni,
Ceylanım kör oldum ben,
Ne havan topu ne mermi,
Senle vuruldum ben. (HA/NV)