*Görsel betimleme: Dijital olarak çizilmiş büyük bir açık ağız görülmektedir. Ağız, dişlerin beyazlığı ve ağız boşluğunun koyuluğu ile belirginleşmiştir. Ağızdan çıkan sarı ve kırmızı renkte, yıldırım şeklinde çizgiler, sanki bir bağırış veya güçlü bir sesin simgesi olarak resmedilmiştir. Arka plan mavi ve yeşil tonlarında, fırça darbeleriyle dolu bir yüzeyden oluşmaktadır.
Ülkedeki göçmen nüfusun “istenmeyen” gruplar olarak ilan edilip yaşamlarına ve kişisel mal varlıklarına zarar verilmesi, LGBTİ+’ların toplum için yıkıcı olduğu ve geleneksel aile yapısına karşı bir tehdit unsuru oldukları zihniyeti, ülkenin ancak bir “problem” haline getirilmiş etnik azınlıktan arındırılarak kurtarılacağı düşüncesi... Bu düşüncelerin hepsi Nazi partisini 1933’te iktidara getiren ve dönemin Almanya’sında yaygınlaşan retoriklerdi. Ne yazık ki bu söylemleri okurken artık kendi ülkemizdeki söylemlerden de bir paralel çekmek hiç de zor olmuyor. Özellikle 2023 seçimlerinden sonra Türkiye’de daha da artmış olan nefret ortamı ve bu nefretin en yakın çevrelerimize, hatta belki de arkadaşlarımıza, ailelerimize sızması, bu nefretle nasıl yaşayacağımız sorusunu da akla getiriyor.
Aslında nefret, Türkiye toplumuna ve siyasetine hiç yabancı değil. Daha geçtiğimiz günlerde Madımak Katliamı’nı andık, geçmişte 6-7 Eylül olayları gibi pogromları da, siyasette ötekileştirme ve nefret politikalarını da ülke olarak çok tecrübe ettik.
Ancak bu nefret toplumda sürekli değil, zaman zaman artarken zaman zaman da azaldığı dönemler oluyor. O zaman bu nefreti arttıran ne oluyor? Politikalar mı nefret ortamını körüklüyor yoksa nefret ortamı mı nefret politikalarını arttırıyor? Kısacası yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkıyor?
Hannah Arendt, Kötülüğün Sıradanlığı adlı kitabında Alman Nazizm’ini incelerken de bunu sorguluyor. Nazi partisine üye kişiler, oy veren insanlar ve sonrasında da soykırım eylemlerine katılanlar kötü doğmuş kötü insanlar mıydı, yoksa herkes gibi normal bireyler miydi sorusunu cevaplıyor. Vardığı sonuç; nefret saldırılarında yer alan insanların da herkes gibi normal kişiler olduğu ama toplumda nefretin ve korkunç olayların yaygınlaşmasının sebebinin, kitabın başlığında da bahsedildiği üzere kötülüğün sıradanlaşması...
Buna göre sosyoekonomik sorunlar toplumsal sorunların ortaya çıkmasına sebebiyet verirken; popülist, aşırı sağ, faşist liderler ve partiler bu sorunları daha da kızıştırarak, var olan toplumsal nefret tabanını büyütüyor ve nefret artmış oluyor. Sonuç olarak “kötülük” sıradanlaşıyor ve nefret söylemleriyle eylemleri gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş olgular haline geliyor.
Türkiye’de ise bu analize paraleller çekmek hiç zor değil. Neredeyse her siyasi parti tarafından kullanılan ve yaygınlaştırılan nefret söylemleri mevcut. İktidar tarafından yaygınlaştırılan, LGBTİ+ bireyleri ve Kürt vatandaşları hedef alan söylemlere karşın muhalefet ise özellikle 2023 seçimleri süresince mülteci karşıtı duruşunu sertleşttirdi. Suriyelilere karşı nefreti politik araç haline getiren ana muhalefet konumundaki CHP dahil olmak üzere, göçmen nefreti normalleştirildi.
Toplumsal nefret halkın, yaşadığı ekonomik geçimsizlik, işsizlik gibi gerçek sosyoekonomik sorunlar için bir duvak görevi görerek, bu sorunların üstü faşizan hislerle kapatılıyor.
Kaos GL’nin 2023 raporuna göre[1] haber ve köşe yazılarının yüzde 69’unda LGBTİ+’lar ya “ahlaksız”, ya “suçlu”, ya “sapkın” ya da düşman olarak gösterilirken Hrant Dink Vakfı’nın 2019 raporuna göre ise özellikle Kürtler hakkındaki haberlerde nefret içerikli söylemler gittikçe yaygınlaştı. Kısacası medya ve basın organlarınki nefret içerikli söylemler, nefret ortamının normalleşmesine büyük bir katkı sağlayarak faşizan söylemlerin yeşerdiği bir yer oldu.
Sonuç olarak anayasal hak olan yürüyüşler yasaklanınca, hassas gruplar “yasadışı” ve hatta terörist ilan edilince bunları günlük hayatın politikada çok normal bir parçası olarak kabullenmeye başlıyoruz. Açık insan hakları ihlallerine karşın sessizliğimizi korurken, artan toplumsal nefret sesini her geçen gün daha güçlü çıkarıyor.
Nefrete karşı ne yapabilirsin?
Aslında nefret söylemleri toplumda ve politikada hiç yeni olmasa da, güncel olarak gelinen noktada bu retoriğin sadece politikada veya sosyal medyada kalmadığını, günlük hayatımıza, çevremize ve belki de ailelerimize sızdığını görüyoruz. Peki ne yapabilirsiniz?
Southern Poverty Law Center (SPLC) tarafından ABD’deki nefret artışına karşı savaşmak için yaratılmış prensiplere[2] göre; öncelikle harekete geçin, çünkü nefrete karşı sessizlik onu güçlendirir. Sonra harekete geçenler olarak birleşin ve nefretin hedefi olan kişilere yardımcı olun. En önemlisi ise kendinizi eğitin ve nefrete karşı konuşun. Bizlerin desteğiyle bir önem kazanan ve nefretin yayılmasına genellikle aracı olan politikacıların üstünde böylece bir baskı oluşturabilir ve nefret politikasının kazançlı bir politika olmadığını gösterebilirsiniz.
Ancak belki de en önemli adım, günlük hayatımızda çok sıradanlaşmış nefret ve ayrımcılık dilinin farkına varabilmek ve bunları sıradanın dışına çıkarabilmek. Dolayısıyla nefreti günlük hayatın, politikanın ve medyanın olağan bir parçası olmaktan çıkarmak.
(TKY/RT)
[1] https://kaosgldernegi.org/images/library/medya-i-zleme-2023.pdf
[2] https://www.splcenter.org/sites/default/files/com_ten_ways_to_fight_hate_2017_web.pdf