İki kadın, biri Şehnaz. Bir kasaba hastanesinde çalışan psikiyatrist. Haftasonları yanına gittiği, zengin bir mimar olan Cem ile dışarıdan bakıldığında kusursuz ve tutkulu görünen bir evlilik yaşıyor.
Diğeri, Elmas. On üç yaşındayken evlendirilmiş, kocasına ve kocasının annesine bakmak, evin tüm işlerini görmekle yükümlü. Kendi seçimiyle yaptığı tek şey, gizlice sigara içebilmek.
Elmas, yaşadığı trajik olayların ardından Şehnaz'ın çalıştığı hastanenin psikiyatri bölümüne yatırıldığında, bu iki kadının yolları kesişmiş oluyor. Düzenli olarak terapi seanslarında bir araya gelen iki kadın, filmin büyük bir bölümü boyunca tam anlamıyla bir duygudaşlık kurmuyor.
Filmi dört kadın arkadaş izledik. Malum, kadın hikayeleri beyaz perdeye pek sık yansımadığından, böyle bir film vizyona girince bekleyemedik.
Film hakkında konuşurken, hemfikir olduğumuz belli başlı noktalar oldu. Öncelikle Yeşim Ustaoğlu'nun su ile derdi neydi? Güneşe Yolculuk filmini yakın zamanda yeniden izlemiş olmanın verdiği güvenle şunu söyleyebilirim ki; su, Yeşim Ustaoğlu'nun filmlerinde sıklıkla kullandığı bir imge.
Güneşe Yolculuk'u ilk izlediğimde suyun Kürt halkının hayatında belirgin bir yeri olmasından ötürü, belli bir anlam yüklenerek sembolik olarak kullanıldığını düşünmüştüm. Zira ''su''; Kürt köylerine on yıllarca ulaştırılmamış olmasının yanı sıra, Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında sular altında kalan köylerinden zorla göç ettirilen Kürtlerin hayatında da farklı bir yer kaplıyordu.
Tereddüt'te ise su; Güneşe Yolculuk'ta olduğu gibi toplumsal bir imge olmaktan öte daha bireysel ve kendilikle alakalı görünüyor. Şehnaz, yalnız olduğu anlarda veya kendisini dinleyen, anlayan Umut ile birlikteyken; Elmas ise ev alışverişi için dışarı çıktığında sigara içmek için sahile gittiğinde karşımıza deniz çıkıyor. Karakterlerin kendilerini dinlediği anlarda veya kendileri gibi davranabildikleri, “daha özgür” oldukları anlarda karşımıza çıkan bu “su” görüntüsü; iki karakterin de duygu durumlarını ve iç dünyalarını anlatmak adına seçilmiş gibi. Dalgalı, vahşi ve iç karartıcı diyebileceğimiz kopkoyu rengiyle kasvetli deniz.
Filmin çekimleri Sakarya Karasu'da, İstanbul'da ve İzmir'de yapılmış. Filmin Proje Koordinatörü ve Sanat Yönetmeni Asistanı Zeki Peynirci ile konuştuğumda Karasu'yu tercih etmelerinin sebebini; ilçenin rakımının deniz seviyesinin altında olması dolayısıyla her fırtına çıktığında sahildeki her şeyin sular altında kaldığını veya yıkıldığını, burayı da işte bu yüzden seçtiklerini anlattı.
Film boyunca Şehnaz'ın Elmas ile terapi seansları sırasındaki tavrı, bir türlü kafamdan atamadığım bir konu oldu. Filmi beraber izlediğim arkadaşlarımdan biri, Şehnaz'ın tavrını “soğuk ve duygusuz” olarak tanımlarken, diğerleri de bu tespite katılıyordu, hatta bu tavrın filmle bütünleşmelerinin önüne geçtiğinden bile bahsettiler.
Benim fikrim ise Şehnaz'ın tavrının “fazla profesyonel” ve “empatiden yoksun” olduğu yönündeydi. Şehnaz'ın bu tutumu, film ilerledikçe terapi seansları bağlamında değişmediyse de, özel hayatındaki tavrının Elmas ile seanslara devam ettiği süreçte değiştiğini görebiliyoruz.
Şehnaz'ın travma geçirmiş bir kadını dinliyor gibi değil de, sadece işini yapıyor gibi görünmesi bana şunu düşündürdü: Şehnaz'ın bu tavrı modernitenin temel sonuçlarından biri olan mesleki uzmanlaşma ve yabancılaşma hâlinden müteşekkil olabilir mi? Zeki Peynirci “Terapi böyle bir şey değil mi zaten? Bana kalırsa Şehnaz'ın tavrı oldukça şefkatliydi. Örneğin, Elmas'ın odasında sinir krizi geçirdiği sahnede, Şehnaz'ın derinden etkilendiğini, gözlerinin dolduğunu görüyoruz” diyor.
Yeşim Ustaoğlu, Ceren Çıplak'a verdiği röportajda Şehnaz'ın Cem ile yaşadığı sorunlu ilişkide, temel problemin Şehnaz'ın kendini değersiz hissedişi olduğunu belirtmişti. Hatta filmin adının Tereddüt oluşunu “Değer görmüyorsan tereddüt etme, git!” şeklinde yorumlayan gazetecinin düşüncesinin yerinde olduğundan da bahsetmişti.
Şehnaz başta cinsellikte olmak üzere, ilişkisinin genelinde kendisini değersiz ve mutsuz hissetse de, rüyalarında bu mutsuzluğu derinden hissediyor olsa da, filmin sonuna kadar bu teşhisi koyamıyor.
Okan Yalabık'ın canlandırdığı Umut, kasabalı, kendi halinde ve Cem'in aksine Şehnaz'ı dinleyen ve anlayan bir adam. Umut ne istediğini doğrudan söyleyen bir erkek, Cem'in yaptığı gibi oyunlar oynamıyor. Şehnaz, evliliğinde hissettiği değersizliği Umut ile birlikteyken hissetmiyor. Umut karakteri filmde fazla yer kaplamıyor, Şehnaz'ın kendini anlama ve dinleme sürecinde tetikleyici bir rol oynuyor gibi. Bunun sebebi, Yeşim Ustaoğlu'nun filmin odağında kadınları tutmak istemesi olabilir. Zira Umut'un fazlaca yer kapladığı noktada, Şehnaz'ın bir erkekten bir diğer “kurtarıcı” erkek sayesinde kurtulduğu kanısına varılabilir; bu da filmin ana fikriyle tamamen çelişen bir durum yaratabilirdi.
Filmin son sahnesinden hemen önce Şehnaz Cem'le kavga ederken söylediği “Şu bedenini sevdiğin kadar beni sevmedin” cümlesi, aslında bir kırılma noktası teşkil ediyor. Kavgadan sonra, Şehnaz sonunda evden çıkmayı başardığında, arabaya biniyor ve ağlamaya başlıyor. Bu sahnede görüntü çok berrak ve parlak ve filmin sonuna kadar da böyle devam ediyor.
Filmin aynı zamanda finali olan bu sahne benim aklımda şu şekilde yer etti; Şehnaz, Elmas'ı tanıdığı süre boyunca onunla bir duygudaşlık kurmadan, işini yapan psikiyatrist konumundaydı. Bu sahnede ise, Şehnaz nihayet Elmas'ın yaşadıkları ile kendi deneyimlerinin ortaklığını fark ediyor ve kendi içinde bir “aydınlanma” yaşıyor.
Film boyunca Şehnaz'ın Elmas'la kurduğu ilişki oldukça hiyerarşik. Şehnaz kasıtlı olarak ilişkiyi bu şekilde kurmuyorsa da, “burjuva”, “ekonomik özgürlüğüne kavuşmuş” ve “modern” kadın kimliğine sahip olan kendisi ile “köylü” ve “eğitimsiz” Elmas arasındaki bariz farklılıklar hissediliyor. Ancak Şehnaz'ın, Cem ile olan ilişkisi bağlamında yaşadığı kırılma; aslında toplumda da yaygın olan “modern” kadının “özgürleşmiş” olduğu kanısını boşa çıkarıyor. Şehnaz aslında “özgür” olmadığının, bu kanının bir yanılsama olduğunun farkına varırken; Elmas'tan çok farklı olmadığını da anlıyor aslında. Şehnaz'ın kendi tercihleriyle geldiği nokta ile Elmas'ın kendisine dayatılan koşullar sonucunda kendini bulduğu nokta aslında çok benzer.
Uluslararası Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Kadın, En İyi Yönetmen ve En İyi Film ödüllerine layık görülen Yeşim Ustaoğlu'nun son filmi “Tereddüt”ün ilk gösterimi Eylül ayında Toronto Film Festivali'nde gerçekleşmişti. Film Türkiye'de sevişme sahneleri sansürlenerek vizyona girdi. Kültür Bakanlığı desteğiyle çekilen film, Sınıflandırma Kurulu'nda sevişme sahneleri yüzünden “+18” almamak için festivallerde gösterilen orijinal halindeki bazı sahneleri farklı kurgulanarak vizyona girdi. Yeşim Ustaoğlu’nun filmi sevişme sahneleri yüzünden “+18” yaş sınırı alsaydı, bakanlığın verdiği desteği geri çekeceği biliniyor.
Bir yanda kendi tercihleri ve rızasıyla başlayan bir ilişkinin ortasında Şehnaz, psikolojik ve cinsel şiddete uğruyor. Diğer yanda ise her gece kocası tarafından tecavüze uğrayan ve bununla yaşamak zorunda bırakılan Elmas var. Bir tarafta örtük şiddet, diğer yanda saf ve açık şiddet. Yeşim Ustaoğlu iki kadının maruz kaldığı eril şiddet deneyimlerini eşitlemiyor ancak iki durumun da kadınlar üzerinde bıraktığı travmatik etkileri başarıyla gözler önüne seriyor. (ZSS/ÇT)