Başbakan Bülent Ecevit'in de yer aldığı bu aile fotoğrafının Türkiye için anlamı, tam üyeliğin garantilenmesiydi. Ne var ki, fotoğrafta yer almak fotoğraftakilerle benzer ve eşit olmak anlamına gelmiyordu. Zaten, çok değil bir yıl sonraki Nice Zirvesi (Aralık 2000), AB'nin 10 yıllık perspektifine Türkiye'yi dahil etmediğini gösterecekti. Hem de aynı yılın 8 Kasım'ında imzalanan Katılım Ortaklığı Belgesi'ne (KOB) rağmen!
Aslında, AB'nin Türkiye'yle ilişkilerini belirlediği KOB ve "Tek Mali Çerçeve Tüzüğü", taraflar ne denli istekli olursa olsun, önümüzdeki 10 yıl içinde AB yolunun açılmayacağının belgesiydi.
Bunda, "kısa" ve "orta" vadeli sorunların başına, sürekli kriz yaratacak Kıbrıs ve Ege sorunlarının yerleştirilmiş olması kadar uluslararası krizin yaygınlaşmaya başlaması da etkiliydi. Dahası, Nice'deki Hükümetler Arası Konferans'ta imzaya açılan Avrupa Temel Haklar Şartı'nın (ATHŞ) içeriğine uygun bir Türkiye'nin yaratılmasının kolay olmadığını bilmek için müneccim olmak gerekmiyordu.!
Hal böyleyken... AB Komisyonunun 13 aday ülkeye ilişkin ilerleme raporundan Türkiye'nin adaylığına yönelik bir ifadenin çıkmasını beklemek zaten safdillik olurdu. Kaldı ki, ATHŞ'nin içeriği de Genişleme Stratejisi Belgesi'nin içeriğini bir yıl öncesinden ortaya koymuştu.
Bilindiği gibi ATHŞ, "Avrupa halkları arasında ortak değerlere dayalı, barışçı bir geleceğin paylaşılması" için ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamı yeniden tanımlamaktadır. Genişleme stratejisini, yani yeni üyelerinin de "Onur, Özgürlükler, Eşitlik, Dayanışma, Vatandaşlık Hakları, Adalet ve Genel Hükümler" başlıkları altında yaptığı bu tanımlamaya uyumlu olmasını şart koşmaktadır.
Kapitalizmin III. Milleniumuna savaşla girdiği bir süreçte, AB'nin bu ilkelere ne denli sahip çıkacağı şimdilik meçhul. Kaldı ki, birçok kazanılmış demokratik hak ve özgürlüğe ATHŞ'de yer verilmediğini de unutmamak gerek!
Örneğin:
* Avrupa Sosyal Şartı'nda yer alan "ücretsiz kamu hizmeti alabilme hakkı", temel haklar şartında garanti altına alınmamış ;
* Avrupa Topluluğu Anayasası'nda yeralan "Yaşam boyu öğrenme ya da eğitim hakkı" tanımlanmamış;
* Araştırma yapma özgürlüğü, fikri mülkiyet haklarının toplumsal yarar gözetilerek kullanılması koşulu, işletmelerin toplumsal sorumluluk üstlenmesi zorunluluğu, işyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin koruma altına alınması hakkı, sosyal güvenlik sistemlerinden yararlanma hakkı da ATHŞ da yer almamıştı.
Buna karşılık:
* "Her birey sağlık, eğitim ve benzeri kamu hizmetlerinden yararlanma hakkına sahiptir", "AB, kamu hizmetlerinden yararlanma hakkına saygı duyar" gibi tavsiye niteliğinde hükümlere yer verilmemiş;
* Emeğin dolaşım hakkını tanımlayan madde 43 de "Üçüncü dünya ülkelerine dolaşım serbestiyeti tanınabilir" şeklinde yumuşak bir ifadeyle geçiştirilmişti.
* Sözün kısası, temel haklara yönelik nihai çözümler geliştirilmemişti.
AB sermayesi, genişleyen uluslararası kriz karşısında kısa ve orta vadede kendini koruma yollarını oluşturmaktaydı.
Oysa, KOB'un ilkeler bölümünde Türkiye'nin :
* Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi,
* Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunmasını garanti altına alacak kurumların istikrarının sağlanması;
* AB'nin rekabet ve piyasa güçleriyle yarışabilecek yetenekte bir piyasa ekonomisine sahip olunması;
* Siyasi, ekonomik ve parasal birlik alanlarında AB üyesi olmanın gereklerinin yerine getirilmesi,
istenmişti.
ATHŞ'de bir çok temel hak gözardı edilirken Türkiye'ye karşı dayatmacılığı anlamak tabii ki güç. Ne var ki, bu yaklaşımı "önce kendilerini düzeltsinler, sonra bizi" gibi kolaycı bir yaklaşımla açıklamak da mümkün değil. Özellikle de, kapitalizmin yani sermayenin ne denli demokratik olabileceğini biliyorsanız...
Dolayısıyla, AB Komisyonu'nun 13 aday ülkeye yönelik açıkladığı "İlerleme Raporu" ve Genişleme Stratejisi Belgesi'ni uluslararası kriz ve sermayenin ürettiği çözüm yolları açısından değerlendirmek gerekir.
İlerleme Raporu ve Genişleme Stratejisi Belgesi, Dünya Ticaret Örgütü'nün (WTO) Katar'daki 4. Bakanlar Konferansı'yla eşit tarihlerde açıklanmıştır.
Türkiye'nin yerine getirmesi istenen ekonomik ölçütler, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kararlarında yer alan, IMF'nin niyet mektubu doğrultusunda hazırlanan ekonomik programlardaki yaptırımlarla birebir bir aynıdır. Örneğin:
* IMF ve Dünya Bankası ile mutabık kalınan enflasyonla mücadele ve yapısal reform programının uygulanmasının sağlanması;
* Saydamlığın ve izlemenin güvenceye alınması amacına yönelik olarak mali sektör reformunun uygulanmasına süratle başlanması;
* Tarımsal reformun sürdürülmesi,
* Sosyal unsur dikkate alınarak devlet işletmelerinin özelleştirilmesine devam edilmesi.
Kısacası, 1999'un Aralığındaki Helsinki fotoğrafı daha çekilirken sararmıştı. Ama Türkiye, her zamanki düş gücüyle bunu tam üyeliğin göstergesi olarak algılamıştı.
Bugünkü kırgınlık ve kızgınlıkta, bu düş gücünün de payı var. Ne var ki, geçtiğimiz günlerde açıklanan İlerleme Raporu, AB sermayesinin globalizme eklemlenmeyi sağlayan piyasa koşulları gerçekleşinceye kadar, Türkiye'yi bekletmeye kararlı olduğunu gösteriyor. (TM/NU)