Vahap Munyar iyi ve usta gazeteciler arasında. Hürriyet'teki köşesinde sağlık alanında da can alıcı konuları okurla paylaşıp tartışıyor. Her ne kadar hem dünyaya, hem de sağlığa bakış açılarımız farklı olsa da ele aldığı konular ve paylaştıkları benim için de oldukça yararlı oluyor.
Dahası yazdıkları sıklıkla "sağlık haberciliği" açısından da önemli, "medyanın sağlığa bakışına" yeni yaklaşımlar öneren katkılar sunuyor.
13 Eylül tarihindeki "Beyaz önlük giyen doktor kendini Tanrı mı görüyor" başlıklı yazısı da bunlardan biri. Avrupa Birliği'nde izlediği bir panelde konuşulanları aktardığı yazısında, AB'de sağlığa, tıbba ve sağlık hizmetine nasıl yaklaşıldığını konuşan uzmanların söylediklerini bizlerle paylaşarak tartışıyor.
Hekimlerin "tanrı" yerine konulduğu "paternalist" tıp uygulaması, çok uzun zamandan beri yalnız hizmetten yararlananlar ve hasta hakları açısından değil, hekimler arasında da "etik" açıdan tartışılan bir konu.
Ne var ki tıp eğitimi yalnızca kitaplardan öğrenilmediği için; aynı zamanda uygulayıcıların deneyimlerinden kaynaklanan tutum ve davranışlarının da "öğretici" boyutu olduğundan ve "insanın değişimi kitaplarda yazılan teori"lere koşut ve o hızla olmadığından, mevcut tıp uygulamasında hekimlerin kendilerini "tanrı" görmeleri günümüzde de büyük ölçüde değişen bir durum değil.
Ancak etik kodlar ve akılla bir değişim yaratılamadığında, "değişimden yararı olanlar" önce sağlık hizmetleriyle ilgili organizasyonun kurgusunu ve onun gerçek hayattaki karşılığını, sonra da tıp uygulamasının kurallarını değiştirerek, hekimlerin konumunu, günümüzde tanrının yerine geçen bir başka güçle, yani "para"ya odaklaştırarak, "egemenlik" durumunu değiştirmese de "güncelleştiriyor".
Aslında "yönetenler ve belirleyen"lerin hekimlerin kendilerini "tanrı" saymalarına doğrudan bir itirazları yok. Ama paranın tanrının yerine geçmesini istediklerinden, bunu sağlayabilecekleri her alanda denediler ve şimdi sıra hekimlerde. Hekimler zaten bu durumu "kısmen" de olsa fark etmişler, giderek genişleyen biçimde bunun gereklerini uyguluyorlardı.
Aykırı duranları bu noktaya getirmek için de başka bir olumlu değeri doğrudan öne sürdüler: O da hekimlerin sunduklarından yararlananları değiştirmekti. Böylece onlar önce bu duruma "itiraz ederlerse" sonra da başka şeyleri talep ederlerse bu değişim daha hızlı sağlanabilirdi:
İşte "tüketici", "iyi tüketici" ve "bir tüketici hakkı olarak hasta hakları" kavramı bu dönemde ortaya çıktı. Verilen hizmet sunum sistemini bunu da içerecek şekilde kurguladılar.
yerde de yararlarını savunuyorlar ama aynı zamanda "tanrı" olan hekimleri "başka bir gücü" ellerinde tutarak öyleymiş gibi davranmalarına olanak tanıdıkları "tüccar"a dönüştürüyorlar. Munyar toplantıdaki bir konuşmaya atıf yaparak "iyi hasta"nın nasıl tanımlandığını, aslında yukarıda söylediğimi en iyi biçimde anlatan bir cümleyi bizlerle paylaşıyor:
"'İyi hasta' elinde olabildiğince bilgiyle, referansla doktora gider. Doktorun her söylediğini körü körüne dinlemez. Doktorun koyduğu teşhisi ulaşabildiği her kaynaktan araştırır. Edindiği bilgilerle birlikte gider gerekirse doktoruyla tartışır. Alışverişe giderken nasıl ki elimize liste alıyoruz, unutmamak için listeye bakıyoruz, aynı şey "iyi hasta" için de geçerlidir. Doktora elinde kendisiyle ilgili bilgi listesiyle gider."
Yani artık hasta "tüketici"dir. Sunulanı parasıyla alandır. İşte bu cümlenin savladığına karşılık olarak, Munyar'ın katıldığı toplantıda söz edilmeyen bir başka yaklaşım daha var: "Hak temelli sağlık hizmeti".
Bu yaklaşım herkesin gereksindiği iyilik haline ulaşmak için gereken her şeyin karşılıksız olarak sunulmasının ötesinde, "sağlığın belirleyicileri" diye bir kavramı gündeme getirip, sağlık hizmetinin hastanelerde ya da sağlık kurumlarında sunulanın ötesinde unsurları olduğunu söylüyor.
Böylelikle artık yalnız "hasta" değil, sağlığıyla ilgili herhangi bir gereksinimi olanların "bilinçli tüketici" ya da "iyi hasta" olmasından ötede, "sağlığıyla ilgili haklarının da farkında olan ve bunları talep eden insan" olması öneriliyor.
Bu yaklaşım aslında "tanrı"dan "tüccar"a dönüşen hekimin yine de bir eşitsizlik yarattığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla "tüketici hasta"lar için sunulan "hasta odaklı hizmet" yaklaşımının yetersizliği görülüyor ve sağlık hizmeti "her yönden iyiliği hedefleyen ve toplumsal olarak çözümlenmesi gereken" bir olgu haline geliyor.
Munyar'ın yazdıkları tüm bunları tartışmayı sağladığı için çok önemli ve bu bakımdan da gerçekten de bir "iyi sağlık haberciliği" örneği. Sağlığın tüm bileşenlerinin bu haberi tüm boyutlarıyla tartışmasında ve Munyar'ın yazısının sonunda sorduğu soruyu yanıtlamasında, hatta bu sorudan yola çıkarak başka sorular üretmesinde yarar var. Hem de hepimiz için. En çok da sağlık medyası için... (MS/EÖ)