Dünyanın oksijen açısından en zengin mıntıkalarından Kaz Dağı, namıdiğer İda Dağı'ndan bir direniş öyküsü.
Alamos Gold şirketinin kullanımına sunulmuş coğrafyada altın cevherine ulaşabilmek için bugüne kadar 215 hektar alan tahrip edilmiş vaziyette. Getirisi götürüsünden daha fazlaymış gibi görünen agresif projede ayrıca bugüne kadar 367 bin ağacın kesilmiş olması işin sadece bir diğer yüzü. Mevzubahis talana karşı çıkanların direnişlerinde ne kadar haklı olduklarını tekrar tekrar idrak ediyoruz.
Nejla Osseiran'ın "Rant Uğruna" adlı belgeseli, kısa da olsa mesajını başarıyla yansıtıp seyirciyi mevzu hakkında bir kez daha düşünmeye sevk ediyor.
Çanakkale'nin Kirazlı-Balaban mevkiinde başlamış olan direniş Türkiye'de bilinen en mühim çevre direnişleri arasında yerini almış durumda.
Filmde İda Dayanışma Derneği Başkanı Ekrem Akgül altın arama faaliyeti sırasında 72 milyon ton kayanın patlatılacağını, ayrıca çevreye saçılacak bir o kadar hafriyat çıkacağını da belirtiyor. Mıntıkaya kalıcı zararlar verecek maddeler arasında 26 bin ton siyanür, 87 ton cıva, 17.500 ton arsenik kullanılacağını da bu vesileyle öğrenmiş oluyoruz.
Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Pınar Bilir, su kaynaklarının kirlenmesi dışında değerli tarım alanlarının da zehirlenmiş olacağını, dünyanın birçok yerinde meydana gelmiş atık havuzu taşkınlarının deprem bölgesinde daha da riskli olduğunu ifade ediyor.
Görünen o ki altın şirketinin elde edeceği nispi kâr bir yana, bütün dünyada iktidar sahiplerinin pek de umursamadığı, hatta bazı durumlarda yıkım politikalarının bir vektörü haline getirdiği ağaç katliamlarıyla sık sık karşı karşıya kalacağız. Bilhassa mevcut yasaların koruması altında olduğu zaman mafyatik metotlarla uygulanan orman talanlarına daha başlamadan engel olmak boynumuzun borcu.
Ağaç katliamı her yerde
Nesli tükenmekte olan Sibirya kaplanının yaşam alanı, Rusya'nın en doğusundaki ormana, taygaya dalıyoruz. Kaçak çalışan tomrukçular Çin'e gizlice tomruk tedarik etmek üzere binbir tehlikeyi göze almış vaziyette. Çin'de onları daha sonra gayet kaotik ve kokuşmuş bir bürokrasi beklemektedir.
Avrupa'nın bakir ormanlarının son örneklerine sahip ülkelerden Romanya'da devlet koruması altındaki tabiat parkları orman talanına maruz kalmakta. Resmî izinle kesilmiş ağaçların yanında kanunsuzca kesilmiş tomrukları da seve seve kabul eden Avusturyalı Schweighofer şirketi kısa zamanda ülkenin en kârlı işletmelerinden biri haline gelmiş.
Peru'da ise devlet tarafından yerel halklara verilen ağaç kesme izinleri kendilerinden habersiz olarak kâr amaçlı şirketlere bahşedilince ortalık karışıyor. Mafyatik metotlarla faaliyetlerini sürdüren işletmeler, coğrafyadaki kadim halkların haklarını gasp ettikleri yetmezmiş gibi onları tehditlerle sindirmeye ve yıldırmaya çalışıyor.
Almanya'nın ilk şansölyesinin sülalesinden, karizmatik araştırmacı Alexander von Bismarck'ın ön planda olduğu "Wood" (Ağaç) adlı belgesel yasa dışı tomrukçuluk piyasasının ipliğini pazara çıkarıyor. Yönetmenliğini Monica Lăzurean-Gorgan, Michaela Kirst, Ebba Sinzinger'in üstlendiği 97 dakikalık Avusturya/Almanya/Romanya ortak yapımı film, yasa dışı faaliyetler sürdüren şirketlerle resmî makamların, hükümet temsilcilerinin, bürokratların işbirliği halinde olabildiğini bir kez daha gözümüze sokuyor.
Çarpık düzenin bekçiliğini güvenlikten sorumlu küstah ve agresif kişiler üstlendiği gibi sistemin çarklarına çomak sokanların hunharca ortadan kaldırıldığına da ne yazık ki şahit oluyoruz.
Romanya'nın tabii orman kaynakları tükenmeye yüz tuttuğundan yatırımcıların başka coğrafyalara göz diktiğini bilmekte de fayda var!
Biyokütle mi dediniz?
Yıllar boyunca baskın düzene muhalif olanların baş tacı ettiği Michael Moore son zamanlarda adeta lanetlenmiş vaziyette. Her ne kadar tavrı oldum olası saldırgan, provokatif ve tek taraflı sayılarak genellikle eleştirilse de prodüktörlüğünü üstlenmiş olduğu son belgesel "Planet of the Humans" (İnsanların Gezegeni) ortalığı iyice karıştırmışa benziyor. Yönetmenliğini Jeff Gibbs'in üstlendiği sansasyonel belgesel YouTube'da 8 milyonu aşan izlenme skorunu elde ettikten sonra sansüre uğradı, yayımdan kaldırıldı. Bunda, en başta Al Gore olmak üzere çevre lobisinin önde gelen iddialı simalarının katkısı ne kadardır bilemeyiz, fakat kesin olan bir şey varsa bilhassa termik santrallerin yerini almasıyla gurur duyulan biyokütle santrallerinin resmen afişe edilmiş olduğu.
Yalnız ABD'nin değil, Brezilya Amazonları'ndan Asya'daki yağmur ormanlarına kadar varan geniş bir coğrafyanın tomrukları, söz konusu santrallerde yakılan bilumum maddelerin mühim bir yüzdesini oluşturuyormuş.
Brezilya'nın, icraatı ve tavrı inanılır gibi olmayan başkanı Jair Bolsonaro'nun dünyanın akciğerleri sayılan yağmur ormanlarını işgale girişmesi boşuna değil. Tüm dünyayı karşısına alma pahasına ülkenin zenginliklerinden Amazon bölgesindeki tabiatı cömertçe feda etmeye hazır olması neye alamet? Üstelik ormanları koruyan yasalar gayet sağlam olduğundan, kuralları çapulculara has bir zihniyetle es geçenlerin karanlık usulleri tercih ettiği malum.
Bölgede yaşayan yerel halkların çıkar politikalarına engel olarak görülmesi bir yana, kesilecek ağaçlardan boşalacak alanlardaki monokültürün birilerinin zenginliğine zenginlik katacağı muhakkak.
"Planet oh the Humans" filminde güneş ve rüzgâr enerjisinin verimli biçimde kullanılmadığı, hatta göstermelik olduğu dinamiklere de eğiliyoruz.
"Alternatif" bir müzik festivali sırasında herkes çevre dostu bir faaliyetin içinde yer aldığını sanıp vicdanen rahatlamışa benzemektedir. Etkinliğin doğal enerji kaynaklarından beslendiğine dair yeni nesil hippilerin, rastaların, çevreci imaj sahiplerinin organizatörlere yönelik güveni tamdır, sorgulanmasına pek gerek yok gibidir; sonuçta yüksek volümlü müzik eşliğinde eğlenmek herkesin hakkıdır.
Araştırmacı gazeteci tavırlı belgesel ekibinin küçük bir hamlesi düzenleyicilerin foyasını meydana çıkarmaya yeter. Sahne arkasında yapılan basit bir keşifte organizasyonun cüzi bir kısmının çevre dostu enerjiyle beslendiği kameralara yansır.
Elektrikle çalışan binek aracı sektörünü de sahtekârlıkla itham eden belgesel, çevre düşmanı Donald Trump'ın ekmeğine yağ sürmekle suçlansa da objektif bir bakış açısına sahip olabilmek için seyredilmeyi hak ediyor. (MT/AÖ)