Geçen hafta Ankara Ekin Sanat Kültür Merkezi'nde "Kadın Sorunlarının Edebiyattaki Yansımaları" üzerine yoğun katılımlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşiyi öykü yazarı Hatice Günday Şahman ile birlikte yaptık. Amacımız hem yazarın "Kırmızı Etek" öykü kitabında yer alan öykülerini konuşmak, hem de edebi metinlerde kadın sorunlarının nasıl ele alındığını sorgulamak olacaktı.
Hatice Günday Şahman İletişim Fakültesi mezunu, genç bir yazar. İlk öykü kitabı "Kırmızı Etek" kadınları merkeze alan öyküleriyle dikkat çekiyor. Kitap 2017 Nisan ayında Ayizi Kitabevi tarafından yayınlandı. Neslihan Cangöz'ün editörlüğünü yaptığı kitapta farklı kurgularıyla on yedi öykü var. Yazar kitabını çıkarmadan önce öykülerini Dünya'nın Öyküsü̈, Deliler Teknesi, Ekin Sanat, Karahindiba ve internet üzerinden yayın yapan edebiyat dergilerinde ve Telgrafın Tellerine Artık Kuşlar Konmuyor, Hayata Tutunma Öyküleri, Acilin Öyküsü̈ ve Son Gemi öykü seçkilerinde de yayımlamış.
Yarım kalmış öykünün içinde
Kitapta yer alan "Ahtapot" öyküsü 5. Sarıyer Edebiyat Günleri Öykü yarışmasında "kadın kişiliğinin topluma egemen ataerkil anlayış tarafından kuşatılmışlığını, bunun yarattığı ağır sarsıntıyı ve zihnin yarılmasını anlatış biçimi; dili kullanmadaki tutumluluğu, dönüştürüm yeteneği, özeni ve kurgusunun özgünlüğü" gerekçesiyle birinciliğe layık görülmüş.
Ben "Kırmızı Etek" öykü kitabını ilk çıktığı günlerde okuyanlardanım. İlk öykü kitabı olmasına rağmen çok iyi bir dil ve kurgu becerisine sahip Hatice Günday Şaman. Ayrıca bazı öyküleri şaşırtan sürprizli finalleriyle dikkat çekiyor. Bundan sonra yazacağı kitaplarda hangi temaları kullanacak veya nasıl kurgu izleyecek bilmiyorum ama yine finaliyle okuyucularını şaşırtacağını inanıyorum.
"Kırmızı Etek" toplum tarafından tabu sayılan kadın cinselliği; çoğunluk tarafından görmezden gelinen veya inkar edilen küçük yaşta çocukların ve yaşlı kadınların uğradığı tecavüz; idealleri/davası için çocuğunu terk etmek zorunda kalan, ancak aynı durumda olan baba hiçbir sorumluluk almazken ve babanın bu sorumsuzluğu görmezden gelinirken, kadın anne olduğu için suçlanan kadınların öyküsüne rastlıyoruz.
Öteki öykülerde kocası tarafından terk edilen ya da üzerine kuma getirilen kadınların sessizliklerine şahit oluyoruz. Ve yine en yakınları tarafından yok sayılan yaşlı kadınların dışlanmışlığı ve onlara yaşatılan hak ihlallerinin işlendiği "Bir Gözümüz Ağlar Bizim", "Bir Mahinur Hikâye", "Aynalı Kafeste Bir Muhabbet Kuşu" kitabın duygusu en yoğun öyküleri olarak dikkat çekiyor. Benim en çok beğendiğim öykü ise, insanı nefessiz bırakan bir izlekte yazılmış çocukluk öyküsü "Yarım" oldu. Kelimeler, cümleler, heceler kahramanın hayatı gibi hep yarım kalmış öykünün içinde.
Yazar dinleyicilerin de onayıyla söyleşide bir farklılık yaptı. Klasik müzik eşliğinde "Raylar ve Yayalar" öyküsü teatral bir şekilde seslendirildi. Hepimiz bir kurguyu dinlediğimizi biliyorduk, ancak her satırda yoğun bir şekilde duygulandık, etkilendik. Hatta "tüm toplantıyı böyle tamamlayalım, diğer öyküleri de okuyalım," diye takılanlar oldu.
"Raylar ve Yayalar" öyküsü kumalık meselesi üzerine kurgulanmıştı. Kahramanlar geleneksel toplum yapısı içinde yaşayıp giden, küçük, kapalı, halim-selim, çocuklarını büyütmüş düzene uygun davranan bir ailenin üyeleri. Evin reisi artık eskidiğini, kadınlığını yitirdiğini düşündüğü karısını, mülteci kökenli genç bir bedenle değiştirmek istiyor. Bu zorlama karşısında çaresiz kalan kadın kızının üniversitede okuması koşuluyla kendisini feda ediyor.
Toplumsal cinsiyet rollerinin en eşitsiz uçları
Öykü kadının yaşadığı farklı durumu ve bu durumu normalleştirme/kabullenme sürecini çarpıcı bir dille aktarırken, toplumsal cinsiyet rollerinin en eşitsiz uçlarını, erkeğin isteklerine itirazsız boyun eğen kadının, kadınlık durumunu ortaya koyuyor.
Yine kitapta yer alan iki öykü "Gençlik İşte" ile "Son Koz" şiddetin en acımasız yönünü, tecavüz temasını ele almasıyla nedeniyle dikkat çekiyor.
"Gençlik İşte" öyküsünde erkek arkadaşı tarafından tecavüze uğrayan reşit olmayan bir kızın olayın ortaya çıkması için gösterdiği çaba ile toplumsal baskıdan korkan annenin yaşadığı çatışma anlatılıyor. Katılımcılar annenin olayı gizleme kararı ile kızın gösterdiği cesareti, öyküden bağımsız olarak nasıl olması gerektiğini sorguladılar.
"Biz olsak nasıl davranırdık, anne gibi kızımızın damgalanasından korkarak olayı saklar mıydık(anne kızının erkek arkadaşın suçsuz bulunacağını, kızının haksız yere damgalanacağını düşünüyordu) ya da kızı gibi bu olayın peşini bırakmamak gerektiğini mi düşünürdük," diye sorgulandı.
Diğer tecavüz öyküsü ise "Son Koz"du. Öyküde hırsızlık yapmak için evine girdiği yaşlı komşusuna tecavüz eden adamın dilinden anlatılan bir tecavüz hikayesi anlatılıyor. Öykü aslında kitabın en dikkat çekici kurgusuna sahip. Kitabın tek sinematografik anlatımını bu öyküde bulabilirsiniz. Her satırda tecavüzcüyü ürpererek, nefesiniz kesilerek, korku ve endişe içinde takip ediyorsunuz.
Tecavüzcünün iç dünyası, adım adım avına gidişi ve kurban ile karşılaşması ve onunla diyalogları insanın kanını donduruyor. Yer yer bilinç akışının kullanıldığı bu öyküyü, bu konuda yazılmış en iyi örnek metinlerden biri olarak okuyabilirsiniz.
Her iki öykünün sonucuna baktığınızda kurbanların farklı, ama cılız kalan tepkileri, tam da toplumsal cinsiyet normlarına uygun olarak sonlanıyor. Bir söz hakkının, hayır demenin ve itiraz etmenin manevi ve fiziksel değerlerle yasaklandığı toplumlarda istismarı gizleme çok yaygın bir durum olarak ortaya çıkıyor. Bütün bu kabullenişte kadınlık işareti olarak görülüyor.
Son dönemde dikkat çeken Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2017 Veri Rapor sonuçları 387 çocuğun cinsel istismara ve 332 kadının tecavüze uğradığını gösteriyor. Üstelik failler hep yakın çevreden çıkıyor. Bu bir yıl içinde yaşanan vakalar aslında neredeyse buzdağının görünen ucu. Çünkü kayıtlara geçmeyen sayının ne olduğunu hiç kimse bilmiyor. Bu türlü şiddet ortamında ilk kaybedenler genellikle kadınlar ve çocuklar oluyor.
Cinsiyet, kadın ve erkek arasındaki doğal, biyolojik farklılıkları işaret etmesine rağmen, toplumsal cinsiyet toplum tarafından verilen erkeklik ve kadınlık hakkında kültürel görüşler, inanç sistemleri, imajlar ve beklentileri ifade ediyor. Yani Simone de Beauvoir'in dediği gibi "Kadın doğmuyor, kadın oluyorsunuz".
Kadının sessiz kalarak onaylaması...
Kadınlardan iyi dinleyici, terbiyeli ve düzgün olmaları, veli nimetleri baba, abi, erkek kardeş, eş, patron, erkek evlat, kayınpedere boyun eğmesi bekleniyor. Kadınlar erkelerin ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarından önde tutarak, onlara hizmet ederek, adaletsizlik karşısında sessiz kalarak onaylamaları, edilgen olmaları gerekiyor. Kadınların naiflik, yumuşaklık, kırılganlık gibi öğretilmiş hasletleri göklere çıkarılırken, buna itiraz edenler toplum tarafından yaygaracı, cazgır, kötü kadın, ortalık bulandırıcı, anarşist olarak damgalanıyor.
Özellikle aile içi şiddet, cinsel şiddet, ekonomik baskılar, ikinci eş baskısı, kadınların kılık-kıyafetlerinden dolayı kamusal alanlara çıkamaması, yada taciz ve baskıya uğraması oldukça yaygın bir sorun. Failler yaptıkları her şeyi kendi hakları gibi görüyor ve kendilerini namus bekçisi olarak adlandırıyor.
Daha kötüsü işledikleri bu suçları destekleyen kalabalığın çokluğu insanı dehşete düşürüyor. Hukuksal boşluktan yararlanan bu kişiler çeşitli sosyal medya yazışmalarıyla düşüncelerini alenen ortaya döküyorlar, örgütleniyorlar.
Amacımız edebiyat-sanat konuşmak olsa bile, "kadın sorunlarının" konuşulduğu her platform çok meşakkatli tartışmaları beraberinde getiriyor. İster kadın olalım ister erkek toplumu yıkan bu sorunlardan uzak olamıyoruz. Çünkü kadın sorunlarını son derece politik ve hepimizi ilgilendiriyor. Bu meselenin bir insan hakları meselesi olduğunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Tüm sanatçıların, edebiyatçıların, yazarların, akademisyenlerin ve herkesin her ortamda konuşarak, yazarak kadın hakları meselesini, bu düşünce sistematiğini kuvvetli şekilde vurgulamaları gerekiyor.
Suçluluk duygusu yaratmalı mı?
Tüm bu duygu ve düşüncelerle saatler süren etkinliğimiz tamamladığımızda toplantı başlamadan önce düşündüğüm "yaşanan onca sertliğin içinde edebiyat gibi naif içerikli söyleşiler yapmak insanda suçluluk duygusu yaratmalı mı?" sorusunu birkaç saatliğine unuttuğumu hissettim. Esasında edebiyat hayatın içinde yer alan bütün meseleleri konuşmak için yegane yollardan biri. Ancak yine de en küçük nefes alışları bile sorgulamadan yapamıyorsunuz.
Yazar Hatice Günday Şahman'ın "Kırmızı Etek" kitabı kadın sorunlarına duyarlı dili ve kurgusuyla, tüm bu sorunları, düşünceleri konuşmak, sorgulamak için uygun bir zemin yarattı. Kendisinden bundan sonraki çalışmalarında da aynı ışığı okuyanlarına yansıtmasını dileriz.
Hatice Günday Şahman hakkında1969 Ankara doğumlu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümü mezunu. Öyküleri; Dünya- nın Öyküsü, Deliler Teknesi, Ekin Sanat, Karahindiba ve internet üzerinden yayın yapan edebiyat dergilerinde ve Telgrafın Tellerine Artık Kuşlar Konmuyor, Hayata Tu- tunma Öyküleri, Acilin Öyküsü ve Son Gemi öykü seç- kilerinde yayımlandı. 5. Sarıyer Edebiyat Günleri Öykü yarışmasında, "Ahtapot" isimli öyküsü birinciliğe layık görüldü. Evli ve Can'ın annesi. |
(PT)