İnsanın bir okuma listesi olmuyor aslında. Bazen ilk gelen kitaplar nedensiz yere sona kalıyor, yıllar önce gelen kitaplara yoldaşlık ediyor.
Ne ilk kitabın değeri ötekinden az, ne de son gelen kitap hepsinin yerini alacak kadar biricik. Sadece okuyanın zihninde bilinmez bir sıralama oluyor. Bazen katmanlı bir bilginin peşinden gidiyorsunuz, bazen de bir düşünceyi yan yana okuduğunuz benzerliklerde arıyorsunuz.
Kimi zaman disiplinler arası bilgiler dikkatinizi çekiyor. Aslında hiçbir kitabın niceliği ya da niteliği ötekini öncelemiyor. Eğer özel bir araştırma peşinde değilseniz çoğu zaman nedensiz bir sıralamanın esiri oluyorsunuz.
Ancak illa okuyacaksanız zamanınız az olduğunu bilerek okumakta fayda var. Çünkü bir insanın okuma ömrü ne kadarsa o kadarlık zaman diliminde okuyabildiğiniz kadar okumaya bakmalısınız.
Bazen hastalıklar ya da başka türlü şanssızlıklar okumayı engelliyor.
Okuyucu sonsuz kitap dünyasında (sonsuz kitap dünyası rakamsal olarak sayılmazlığı ifade etmiyor aslında, dünyada var olan bütün kitapları sayılabiliriz belki de, ama okuyucunun onları okuma imkanı sonsuzlukla ifade edilebilecek bir zaman dilimine denk düştüğü için)kaç kitap okuyabilirim, diye düşünüyorsunuz.
Okumak aslında en kolayı
O sonsuzluk içinde istemediğimiz halde yer değiştiren kitaplar, okunmamış kitapların da vebalini üzerinde taşıyarak okuyucuya ulaşıyor.
Son dönemde Ankara'da yaşayan ya da imza günlerinde Ankara'ya gelen epeyce yazarla tanıştım, kitaplarını aldım ve pek çoğunu okudum. Evdeki mevcutları da saydığımda geniş bir okuma ağı oluşturduğumu söyleyebilirim. Okumak aslında en kolayı.
Sabahtan oturursanız akşama kadar neredeyse bir kitap bitiyor. Eğer benim gibi yapacak başka bir işinizde yoksa keyifli bir uğraş. Kimi kitapların ruhsal etkisi günlerce sürüyor, ancak anlamsızca dayatılan ince hesaplardan bezdiğim için onlar hakkında yazmaya niyet etmiyorum.
Kimileriyle kolayca hemhal oluyor insan. Bu biraz yazarların ya da yazılanların sıcaklığıyla ilgili. Hep yazar mı konuşsun biraz da okuyucu söylesin diye söyleyeceğim bazı şeyleri bir okuyucu kalıbından geçirerek "azımızı çoktan saysınlar" diyorum.
Tekgül Arı'nın "NİŞA Kaybolmaya Hazır Değilim" romanını tanıtım gününde yazarına imzalatarak aldım. O gün söyleşide konuşulanların tek satırını hatırlamasam da kitabın kapağını açtığımda dikkatimi çeken ilk şey, Tekgül Arı'nın daha önce yaptığı çalışmalar oldu.
Hemen orada kitabın kapağına şöyle bir not düştüm; "Edebiyatın emektar kadınıyla tanıştım galiba!.." Ve daha kitabı okumadan bir şeyler yazmaya karar verdim.
"Hoş geldin Nişa, hoş geldin yüreğimin kalayı. Dünya güneşin etrafında dönerken sancılıdır, ama hiç yorulmaz ateşte pişerken. İnsanların çoğu tam tersi, karanlığı çağırırlar. Sen dilimin, gönlümün kalayı, ışıklar seni korusun. Gönlünü aç dünyaya vatanımızdır bizim. Sevgiyle döner, güler, karanlıkta eğilir yüzü. Yüreğini genişlet, başını dik tut ki dünya sana sevgisini sunabilsin."
Nişa'nın yaratılış efsanesidir bu sözler. Kalaycılık yapan babası Salalamo onun varlığını nişadır tozuyla böyle kutsar.
Kirlenmiş her şeyi temize çekmek
Bir oluş hikayesi dökülür kalaycı babanın bilge dilinden. Nişa eskimiş ve kirlenmiş dünyada her şeyi yeniye ve temize çeker.
Babası onu hayata, aşka ve umuda hazırlarken kutsal metinlerde geçen mitlere denk düşen sözleri sarf eder. Unutulmuş ve yok sayılmış değerler güneş, ateş, ışık, dünya, sevgi, gül, yürek, onur gibi güzel şeyler babası tarafından Nişa'nın ruhuna üflenir.
Benim epiküryen düşünce diye nitelediğim bu bilgelik, hayattan korkmamayı ve hayatı sevmeyi önemser. Düşünülenin aksine düşüncesizce keyif etmek değil, beden ihtiyaçlarının giderildiği, yarından korkmayan ve hayatı seven insanların barışçıl yaşamıdır Nişaların hayatı.
"NİŞA Kaybolmaya Hazır Değilim" romanı farklı öyküleri içinde barındıran yapısıyla dikkat çekiyor. Dili akıcı, öykünün sesi yumuşak ve ritmi sakin bir roman. Hem masalsı kahramanları var hem de güncel sorunları anlatan bir hikayeler zinciri işlenmiş.
Bir tarafta Nişa ve kağıt toplayıcısı kocası Şükrü'nün yaşamı. Onlar şehrin çeperlerinde gecekondulardan uzak mağarada yaşayan bir aile. Ötekinin de ötekisi olmuş. Diğer tarafta kentsel dönüşüm çarkına yenilmiş koca bir mahalle.
Sınıfsal ilişki çok daha derinlerde
Modernleşme adına, birbirinin aldığı nefesten haberdar olan komşuluk ilişkisi kurban ediliyor. Tıp Fakültesi öğrencisi Defne hem romanın baş kahramanı hem de bütün toplumsal katmanlar onun aracılığıyla bir araya geliyor.
Mahallede kurtarıcı gibi görünen Defne hem başkalarının korkup ürktüğü Nişa ve Şükrü'nün mağarada gizli kalmış sırlarına ulaşıyor hem de diğerlerini onların dünyasıyla tanıştıryor.
Defne yaşadığı mahallenin kentsel dönüşüm sürecini, mahalle kültürünün adım adım yok oluşunu önlemek için okul arkadaşlarıyla planlar yapsa da olaylar istediği gibi gelişmiyor.
İnsanların bahçelerinden, erik ve gül ağaçlarından, kedi ve köpeklerin mırıltısından, kapı önü sohbetlerden, her bir parça ekmeğin lokma lokma paylaşımından kopan mahallelinin öyküsünü dinliyoruz onun dilinden. Hem mahalle kültürü, hem Nişa ile kurduğu sevgi ve dostluk ilişkisi, hem de aşık olduğu doktor adayıyla eğitimin kapatacağına inandığı sınıfsal ilişkinin aslında çok daha derinlerde olduğunu gösteren çatışmanın derin izlerini yaşatıyor bize.
Binlerce yıllık söylencelerin özeti
Nişa ve kocası Şükrü'nün yaşadığı mağara Nemrut'un zulmünden kaçan Hz. İbrahim'in hikayesinde olduğu gibi bir sığınma mekanı. Gerçekle düşün karıştığı bu hikayede de iyilerin her türlü kötülüğün karşısında varlık savaşını, onurlu duruşunu ve hayatı sevme bilgeliğini görüyoruz.
Binlerce yıllık söylencelerin özeti, daha çok da insanın düş gücüne dayanan ve toplumun bilinç altına kazınan direnme gücünü temsil ediyor Nişa ve Şükrü'nün hayatı.
Ancak işler kimsenin planladığı gibi olmuyor ve tüm kahramanlar farklı yazgılarla karşılaşıyorlar.
Roman hakkında anlatıyı burada bırakarak Tekgül Arı'nın yazarlığı hakkında bilgi vermek istiyorum.
"NİŞA Kaybolmaya Hazır Değilim" romanı Notabene Yayınları tarafından 2017 yılında çıkarılmış. Yazarın ikinci romanı bu. İlki "Aşk Susamadan Git" yine aynı yayınevi tarafından 2015 yılında çıkarılmış. İlk öykü kitabı ise "Bedenim Tetikte" 2010 yılında Postiga Yayınlarınca yayınlanmış.
Tekgül Arı kendi yazma serüvenini keşfederken başka yazarlara/yazma heveslilerine el uzatmayı unutmamış.
Bankada mali analistlik yaptığı dönemden itibaren yazmaya hep öncelik vermiş.
Şimdilerde tamamen edebiyat dergilerinde öyküleri ve söyleşileri yayınlanan Tekgül Arı 2007 yılında Maden Mühendisleri Odası ilk "Madenci Öyküleri" yarışmasını düzenlenmesine önayak olmuş.
Şizofrenlerle yaz atölyesi
2005 yılından bugüne kadar; bir dönem yönetiminde de yer aldığı Edebiyatçılar Derneği'nde ve diğer kurumlarda; gençlere yönelik yazın atölyelerinde "Metin Yorgunluğu" ve "Öykü Yazıyoruz" konusundaki çalışmalarını gönüllü olarak katılımcılara aktarmış.
Hastaları toplumla, toplumu hastalarla barıştırmak için, AŞDER'de şizofrenlerle yazın atölyesi çalışmalarını altı yıldır sürdürüyor. Ankara ve İzmir'de iki onkoloji hastanesinde, kanser hastaları için başlattığı "Gülümsüyoruz" etkinliğini iki yıl yürütmüş.
2016 yılında "Mazı Köyü Kadınları Tekgül Arı ile öykülerini yazıyor" etkinliğini, 2017 yılında Muğla-Yenice köyünde, köy kadınlarının ezber kalıplarının içinden çıkararak, düşünmeleri ve kendilerine zaman ayırabilmeleri için öyküler yazdırmış.
Tekgül Arı
Yayına hazırladığı Zamansız Düşler Zamansız Kadınlar Fanzini'nde ve Evrensel gazetesinde çalışmaları yer almış.
Yayınladığı iki roman ve bir öykü kitabı dışında, yayına hazırladığı Madenci Öyküleri Çığlık(Maden Mühendisleri Odası Yayınları-2007), Madenci Edebiyatı-Korkunun Tırnakları(Maden Mühendisleri Odası Yayınları-2014), Yanık Rüzgarın Sesini Duydum(2016), Taşa Fısıldayan Öyküler-Kobane(Notabene-2015) ve derlediği Ankara Öyküleri(Minval-2014) ve katıldığı seçkilerle, edebiyat dergilerinde de çıkan öykü ve yazılarıyla üretken bir yazarla tanışıyoruz. Sevgili yazarımıza okurunun bol olması dileğiyle başarılar diliyorum. (PT/PT)