Modern çağın ürünü olan ulus devlet anlayışı, tek dil, tek bayrak, tek kültür anlayışına dayanırken, Hitler bunu tek kana kadar götürmüştü. İşte ırkçılık, bu tekçi anlayışı koruma dürtüsüyle ortaya çıktı. Ve farklı etnik kimlikler, ulus devlet için bir tehdit olarak algılanageldi.
Bu bağlamda Türkiye de uzun yıllar etnik gruplarla problemler yaşadı ve ülkemizde biyolojik kültürel ve maddi temelli ırkçılık meydana geldi.
Suriye'de iç savaşın çıkmasıyla birlikte uluslararası siyaset ısınırken, ülkemize göç eden Suriyeliler de adı ''ırkçılık'' olan politik kategorinin içini dolduruyor. Ve Türkiye'de belki de ilk kez ''göçmen emekçi'' modeli üzerinden bu kadar yoğun bir ırkçılık süreci geçiriyor.
Türkiye'de ırkçılığın geçmişi
Türkiye'de kültürel ve iktisadi ırkçılık birbirine paralel olarak gelişti. Kolonileştirmeye karşı mücadelenin sembol ismi psikiyatrist Frantz Fonon tarafından kavramsallaştıran kültürel ırkçılık, ülkemizdeki en yaygın ve görünürde olan ırkçılık modelidir.
Nihal Atsız, kan ve ırka dayanan biyolojik temelli ırkçılığının yanısıra, Kürtlerin Farslardan geldiğini, dolayısıyla vahşi ve medeniyetsiz mahluklar olduğunu söyleyerek kültürel ırkçılığa kadar uzanmıştı.
Yine Romanların hırsız ve ahlâksız değerleri, Yahudilerin cimri ve paraya düşkün, Arapların kirli ve pis, Ermenilerin aç gözlü, Rum kadınlarının fahişe olduğuna dair görüşler de kültürel ırkçılığın başka örnekleridir ve Türklerin bu grupların gelenek ve kültürleri karşısında daha değerli olduğuna dair inancı içerir.
İktisadi ırkçılığa verilecek en popüler örnek de varlık vergisidir. Olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek amacıyla, etnik gruplar 6-7 Eylül’de hedef alınmıştı. Türklerin ekonomik yönden, tüm etnik gruplardan üstün olması düşüncesiyle yapılan bu eyleme ilişkin, Başbakan Şükrü Saracoğlu'nun sözleri:
"Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz " şeklinde olmuştu.
Bütün bu yaşanan ırkçılık sürecinin arka planında, farklı etnisite ve kültürlerin bir arada yaşamaya engel olduğu da savunulurken bu da Pierre A.Taguieff'in, adlandırdığı ''farkçı ırkçılık'' modelidir.
Kullanılan çaresizlik, şiddet ve yanılgılar
Göçmenler tarihsel olarak hem sermayenin hem de ırkçıların açık hedefi oldu öte yandan bu gruplarca çıkarları yönünde kullanıldılar. Sermayenin yaklaşımı, ''madem bu ülkeye geldiniz, kendi ülkenizde yaşasaydınız zaten ölecektiniz şimdi en düşük ücretlerle çalışın'' oldu ve bu “yeni tip köle” emeği böylece meydana geldi. Irkçılar da kendi ideolojilerini meşrulaştırmak için, göçmenlerin düşük ücretlerle çalışıp yerli halkın işsiz kalmasını kullandı.
Örneğin İtalya'ya baktığımızda Afrikalılara yönelik ırkçılık tırmanışta. Bir çok İtalyan işçi, göçmen emekçilerin ucuz iş gücüyle çalışmasıyla beraber işsiz kaldı.
2013 yılı itibariyle İtalya'da işsizlik son 25 yılın en yüksek seviyesine ulaşmış ve resmi olarak her 100 İtalyan’dan 13’ü işsiz iken bu rakam gençler arasında 39’a ulaşmıştı. Bu nedenle, sokaklardan, statlara Afrika kökenlilere karşı faşist saldırılar yaşandı. Bunlardan biri de Demokratik Kongo Cumhuriyeti kökenli Enformasyon Bakanı Cecile Kyenge'ydi. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/436346/italya_nin_siyahi_bakanina_bir_irkci_saldiri_daha.html
Türkiye'nin muhalifleri destekleyen hatalar üzerine kurulu Suriye politikası, Suriye halkını istem dışı, düzensiz yaşam alanı değişimine ve göçmen emekçi olmaya zorladı. Birçok yerde ucuz iş gücüyle çalışan Suriyeliler yüzünden işlerini kaybettiğini iddia eden yerli halk tarafından yoğun şiddete maruz kaldılar ve kalmaktalar.
Türkiye'de Suriyelilerin İtalya'da da Afrikalıların şiddete maruz kalması, onların düşman imgesi haline gelmesiyle ilgili. Psikanalist Arno Gruen'e göre, düşman imgesi, kişiyi aktif ve şiddet yüklü bir davranış biçimine yönlendirdiğinden, çoğunlukla ekonomik, toplumsal veya siyasal güvensizlikle çakışır. Toplumsal çerçevenin dağılması, uyum yönelimli olanlar için kendi dünyalarının çökmesi anlamına gelir. Hiç kuşku yok ki Suriyeli ve Afrikalı göçmen emekçilerin ucuz iş gücüyle çalışması, orada oturmuş olan toplumsal çerçeveyi dağıttığı gibi yerli halkı da varoluşsal kaygılara itti ve şiddet tam da bu eşikte ortaya çıktı.
Ancak burada yerli halklar bir yanılgı içinde. Çünkü işsiz kalmalarının sebebi, Suriyeli ve Afrikalıların ucuz ücretle çalışmalarından ziyade, onları göçmen emekçi yapan savaşın patronları, hükümetler ve yine Kapitalizmin sonsuz birikim arayışından kaynaklı, üretim maliyetlerini düşük tutmasıdır. Göçmenlerin çaresizliğini kullanan sermaye, toplumsal dokunun bozulmasına sebebiyet verdi ve ırkçılığın da kaynağını oluşturdu.
Nitekim Türkiye'nin AKP ile hızlı kapitalistleşen bir ülke olması da bununla çok ilgili. 20. yüzyılın başlarında Avrupalı ülkeler, nasıl kapitalizmi güçlendirmek için Ortadoğu’ya yöneldiyse, bugün de Türkiye aynı amaçla Ortadoğu’ya yöneliyor. Arap Baharı, Suriyeli muhalifler destekleniyor ve uluslararası stratejik çıkarların yanında, göçmen emekçiler de kâr kalıyor.
Sınıf mücadelesi ve ırkçılık ilişkisi
Aslında, Türkiye'de Suriyelilerin Avrupa'da da zencilerin adeta köle emeği ile çalıştırılması, kapitalist sistemde emeğin özgür olduğu görüşünü de yıktı ve aynı zamanda göçmen Suriyeli emekçilere yönelik ırkçılık da sermayenin işine geldi. Alex Callinicos'un da söylediği gibi ırkçılık, kapitalistler açısından işçi sınıfının bölünmesi için son derece elverişli bir ideoloji. Sınıf dayanışmasını engellemekte ve sınıf mücadelesini sekteye uğratmakta. Bu yüzden ırkçılık kapitalizm için biçilmez kaftan. Burada en büyük sorumluluk ise sendikalara, Sol partilere, Mülteci Der'e, İnsan hakları kuruluşlarına, kısacası toplumsal duyarlılıkla ilgili tüm kuruluşlara düşüyor. Eğer bu saydığım kesimler ciddi bir dayanışma ağı kurarsa, önemli bir olaya imza atmış olurlar.
Son söz: Irkçılık derinleşiyor
Türkiye'de sermayenin köle emeği ile servetine servet kattığı bu süreçte, Suriyelilerin sadece ucuz iş gücüyle çalışması değil, genel olarak dilencilik ve hırsızlıkla gündeme gelmeleri, ekonomik durumu iyi olan Suriyelilerin kiraları yükseltmesi ve fısıltı gazetesi ile çıkan tecavüz iddiaları, nefreti daha da körüklüyor. Öte yandan, terör örgütü mensuplarının Hatay'da hizmet aldıkları lokantalara, otobüslere para vermemeleri ve insanların IŞİD korkusu ile yaşamaları da belleklere negatif Suriyeli imajını kazırken, gelecek nesillere bu imajın miras bırakılması da başka bir tehlike. (CÖ/HK)
Mutlaka okuyunuz:
Dipnot Sosyal Bilim Dergisi'nin ''Yeni Irkçılık'' adlı sayısı (2012)
İhanete Uğrayan Sevgi ve Sahte Tanrılar ( Arno Gruen 2007)
İtalya'da ırkçılık salgını - HaberSol
Caner Özdemir psikolog, müzisyen, sosyal tangocu ve insancıl varoluşçu psikoterapist. Psikosinema üzerine çeşitli toplantılar yaptı. Sanat, politika ve hayatın diğer alanlardaki çalışmalarını, anti kapitalist ve anti seksist açıdan, eleştirel ve politik psikoloji zemininden yapmaktadır. Twitter: @pskCaner |