Seçim kampanyaları döneminde partiler arası rekabetin, fikir çatışmalarının ve vaatlerin yarattığı algı, seçmenin tercihini etkilerken, sandıktan çıkan sonuç da partilerin nasıl algılandığını ifade eder.
7 Haziran akşamı hep beraber Türkiye’de bir algı devrimi olduğunu gördük.
Adalet ve Kalkınma Partisi
AKP’nin yüzde 46,58 aldığı 2007 seçimlerinden Gezi direnişine kadar olan süreçte, muhalefette AKP ‘’kaybetmez’’ algısı oluşmuştu. Bu algıyı, Tayyip Erdoğan’ın 94 yerel seçimlerinden bu yana girdiği tüm seçimleri kazanan, dört eski başbakanı siyaset dışına iten ve toplumun çok farklı kesimleriyle ortak dili kuran bir lider oluşu yaratmıştı.
Muhalefetin iktidarı alabilecek sinerjiyi ortaya koyamaması Erdoğan’a özgüven veriyor, 2071 hedefiyle bu ‘’kaybetmez’’ algısını pekiştiriyordu.
''Gezi direnişi sistemin çalışmasını durdurarak insanlara; ‘’acaba AKP yıkılıyor mu?’’ diye düşündürtmüş, iktidarı bir süre sallasa da finali yapamamıştı.''
Ve 2015 seçimleri, Everest dağının yıkılması kadar ütopik gözüken AKP ‘’kaybetmez’’ algısını yıktı. Bu algıyı yıkan alt parçalar ise şöyle sıralanabilir;
1. Yıkılan “istikrarlı ekonomi” algısı: 2001 krizinin ardından, Derviş’in politikasını aynen devam ettiren AKP, ekonomiyi en iyi yöneten parti algısını yaratmıştı. Özellikle ABD’de patlak veren küresel çaptaki krizin teğet geçmesi, istikrar konusunda topluma güven vermişti. Ancak son yıllarda, büyümede olan yavaşlama, gelir dağılımındaki adaletsizlik, Erdoğan’ın Merkez Bankası ile olan çatışmasının ardından yükselen dolar ve borsadaki düşüş bu algıyı yıktı.
2. Yıkılan “gömlek değişti” algısı: İktidara geldiği 2002’de, milli görüş gömleğini artık çıkarttıklarını, seküler bir toplum yapısını savunduklarını ve eşcinsellerden Alevilere toplumun tüm ezilen kesimlerin sorunlarına eğilecekleri söylemişlerdi. Ancak daha sonra, sürekli dini referanslara başvurmaları, ÖSO ve IŞİD ile tartışılan ilişkileri, türbanın ilkokullara kadar inmesi bu algıyı yıktı.
3. Yıkılan “muhafazakar demokrat” algısı: AKP bu açılımı, toplumla çatışmaya girmeyen, genel kabullerle uyumlu, mütedeyyin kitleyi demokrasi ve insan hakları ile tanıştıran, askeri vesayete karşı bir ideoloji olarak tanımladı. Özellikle ilk yedi yıllık dönemde, CHP’nin solunda olduğunu da savunanlar vardı. Ancak 2010’dan itibaren belirgin biçimde polis vesayetini kurması, medyaya olan baskı ve muhaliflere yapılan operasyonlar, özellikle liberallerde oluşan “demokrat AKP” algısını yıktı.
4. Yıkılan “3Y ile mücadele” algısı: 2002’de AKP yüzde 34,28 ile iktidara geldiğinde yasaklarla, yolsuzlukla ve yoksullukla mücadele edeceğini açıklamıştı. Bir zamanların yasaklı kitapların yeniden okunması, TRT ile Kürtçenin yasak dil olmaktan çıkması, Cem Uzan’ın üzerine gitmesi, dağıtılan kömür ve makarna, hediye çekleri bu konuda başarılı olduğu algısını yaratmıştı. Ancak, iç güvenlik paketiyle gelen ağır yasaklar, 17-25 Aralık yolsuzluk olayı, yükselen pahalılık ve düşük asgari ücretle insanların giderek yoksullaşması bu algıyı da yıktı.
İşte 7 Haziran’da yıkılan AKP kaybetmez algısı, bütün bunların toplamıydı.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Halkların Demokratik Partisi
Türkiye’de daima radikal siyasi partilerin çatışmacı olduğuna kanaat getirilmiştir. Kürt hareketinin silahlı mücadele geçmişi, MHP’nin bir zamanlar sokak olayları ve mafya ile anılması, bu partilerin barışın oluşmasında engel olduğu düşünülüyordu. Hatta Erdoğan 2007 seçimleri öncesinde, MHP'nin Meclis'e girmesi halinde DTP'li bağımsızlarla kavga çıkmasından endişe ettiğini belirtmiş, " Bunlarla mı uğraşacağız, Türkiye'ye hizmet mi edeceğiz? " demişti. Ve o dönemeden bu döneme kadar, “Ya çatışırlarsa” diye bir endişe hep vardı. Ancak 7 Haziran öncesinde, HDP’lilere yapılan onca saldırıya ve ölen insanlara rağmen, bunları MHP’lilerin yapabileceği kimsenin aklına gelmedi. Ve herkes hükümete yüklendi.
Demirtaş’ın, hem HDP’ye yönelik provakatif eylemlere hem de Diyarbakır’daki bombalı saldırıya rağmen sağduyulu davranması, 6-7 Ekim olaylarında oluşan, ‘’Demirtaş kriz yönetemiyor’’ algısını yıktı. HDP’nin 7 Haziran akşamından bu yana çözüm üretmeye çalışan parti profili çizmesi de çok önemli. Bu şekilde devam ederse “Kriz eşittir Kürt hareketi” algısı da uzun vadede yıkılabilir.
HDP’nin seçim sonuçlarını etkileyen en önemli algı politikası ise sürekli oylarının yüzde 10 sınırında olduğu ve kendileri meclise girmezse, başkanlık sisteminin geleceği yönündeki açıklamalardı. Bu CHP’ye yönelecek yeni oyları ve eskiden AKP’ye oy veren muhafazakar Kürt oyları, kendisinde toplamasını sağladı.
Kampanya sürecinde sosyal medyada, CHP ve HDP eski Türk film repliklerini çok kullandı. Bu strateji HDP açısından daha önemliydi. Çünkü, “biz” vurgusuyla seçime girerken, bunu anlamlı kılacak olan batıdaki insanların desteğiydi. Ve Yeşilçam replikleri bir anlamda HDP’yi batıdaki insanlarla buluşturdu. Ayrıca Demirtaş’ın, Erdoğan ile arasındaki farkı Bilo Ağa-Kibar Feyzo örneği ile anlatması da buna dahildir.
HDP’nin MHP kadar milletvekili çıkartması, Türklerin daima yöneten olmasını savunan, Türk’ü üstün ırk olarak kabul edip onun dışındaki etnik unsurları aşağı olarak gören ve bu yönde algı operasyonu yapan çevrelere de darbe indirmiş oldu. Çünkü HDP artık ülkeyi yönetebilecek bir güç haline geldi.
7 ve 8 Haziran’da HDP’nin, AKP ile koalisyon kurmayacaklarını açıklaması ulusalcı/milliyetçi kesimdeki, “HDP, AKP ile koalisyon kurar” algısını da yıktı. Ancak son açıklamalarında koalisyona yeşil ışık yakan Yüksekdağ ve Demirtaş, AKP ile koalisyon kurmayacaklarını tekrar ifade etmeliler. Yoksa bazı yayın organları bu yeşil ışıkları, AKP-HDP koalisyonu olarak algılıyor.
HDP İstanbul, Bursa, Kocaeli, İzmir ve Antalya’da milletvekili çıkartırken, MHP güneydoğuda varlığını hissettirmez ve toplumun farklı seslerine kapalı olmaya devam ederse (YÖK mağduru öğrenciler, kadın ve çocuk hakları, çevre, işçilerin ve işverenin sorunları gibi), sadece Türklerin partisiymiş algısını yaratabilir. MHP bu açılımları yapsaydı, şehirli liberal ve ulusalcıların oyunu alabilirdi. Çünkü AKP merkez sağ hüviyetini kaybederken, Vatan Partisi ile Anadolu Partisi’nin baraj altında kalacağı da belliydi. Ancak bir önceki yazımda öngördüğüm gibi bu yüzden yüzde 20’nin altında kaldı.
Cumhuriyet Halk Partisi
Deniz Baykal’ın 2000’li yıllardaki her seçim başarısızlığında, istifa edip etmeyeceği gündem konusuydu. Ancak Kılıçdaroğlu 2010 referandumundan bu yana girdiği her seçimde AKP’nin gerisinde kalsa da koltuğu tartışılmıyor. Çünkü Gezi direnişi, yolsuzluk operasyonu, yükselen dolar insanları AKP’deki düşüşe konsantre etti. Bu yüzden Kılıçdaroğlu ile ilgili “başarısız lider” algısı oluşmadı. Ancak kabul etmek gerekir ki CHP’nin seçimde çok çalışmış olması ve Kılıçdaroğlu’nun bu konulardaki iyi muhalefeti, bu sorunları gündemde tuttu.
CHP’nin hem seçim öncesi yaptığı ekonomik açılımlar hem de seçimlerden sonraki kapıları kapatmayan ve devletin işleyişini sağlamaya yönelik tutumu, ülkeyi yönetmeye en hazır parti görüntüsü veriyor.
Vatan Partisi ve Anadolu Partisi
Ülkemizde 2000’li yılların başından bu yana ulusalcıların politik bir güç olduğu kabul edilmiştir. CHP’de Emine Ülker Tarhan partiden ayrılarak Anadolu Partisi’ni kurduğunda, CHP’den büyük bir kan kaybı olacağı ve İzmir başta olmak üzere, Ege bölgesinde güçleneceği düşünülüyordu. Ancak CHP seçmeni büyük ölçüde kuruma bağlı kalırken, yüzde 2 civarı bir oyu HDP’ye kaymış, Anadolu Partisi ise yüzde 0,06 (27.642) oy almıştır. Oysa yıllarca CHP seçmeninin Kürt hareketine MHP’liler kadar mesafeli olduğu sanılıyordu. Ve 7 Haziran’da CHP’li seçmenler DSP’ye, Anadolu Partisi’ne, Ulusal Parti’ye vermedikleri oyu HDP’ye verdiler.
Vatan Partisi’nin merkez sağı da içine alarak oluşturduğu ulusal/lâik blok, Deniz Baykal’ın 2006’da yaptığı merkez sağ açılımını andırıyordu. Tamamıyla laiklik ve cumhuriyet kaygısı ile kurulmuş bir koalisyon diyebiliriz. CHP’de bu stratejinin 2007 seçimindeki sembolü İlhan Kesiciydi. Bu seçimde Vatan Partisi’nin sembolü ise Yaşar Okuyan oldu. Ancak 7 Haziran için CHP’nin varoluşsal sorunlara değinen, insanların günlük hayatına etki edebilecek bir programla gelmesi, ilgiyi buraya kaydırdı. Bu da halk için ekonomik şartlar ve emek sorunlarının, lâiklik ve Cumhuriyet kaygısının önünde olduğunu gösterirken, ulusalcıların seçmen potansiyeli ve politik gücü olduğu algısını da yıkmış oldu.
HDP’nin MHP kadar milletvekili çıkartması ve İstanbul’da dahi geçmesi, az olan ulusalcı oyları olası bir erken seçimde MHP’ye kaydırabilir.
Cemaat adayları
Ulusalcılar gibi, cemaatin de bir seçmen gücü olduğu algısı yıkıldı. Hakan Şükür, Ali Fuat Yılmazer gibi birçok bağımsız adayla seçime giren cemaat hiç milletvekili çıkaramadı.
Gördük ki cemaatin önemli ölçüde toplumsal karşılığı bulunmuyor. Devlet içinde de gücü çok zayıflayan cemaatin, ülkeyi yöneten bir güç olmaktan çıktığı da belgelenmiş oldu.
Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi
Son bir yıldır AKP’deki düşüşten dolayı alternatif parti senaryoları dolaşmakta. Benzer görüşte olan bu iki parti güçbirliği yaparak, bu arayışa cevap vermek istediler. Bunu isterken de Erbakan ve Yazıcıoğlu’yla, duygusal bağları harekete geçirmeye çalıştılar.
Ancak AKP’deki düşüşe rağmen yüzde 2,06 gibi düşük bir oy aldılar. Bunun en büyük sebebi sinerji yaratacak liderleri olmamasıdır. Bu yüzden, AKP’deki milli görüş tabanı bu partilerden değil, Abdullah Gül ve Numan Kurtulmuş’tan bir beklenti içinde. Hatta Yazıcıoğlu ve Erbakan’ı kampanya boyunca kullanmaları da bu liderlik boşluğundan kaynaklanmaktadır. 2009 yerel seçimlerinde, Numan Kurtulmuş’un başında olduğu SP yüzde 5,13 oy alırken, bu iki parti birleşmesine rağmen bu oranın yanından dahi geçmedi.
7 Haziran seçimleri, yıllardır AKP’deki olası bir düşüşte BBP ve SP’nin güçleneceği algısını da böylece yıkmış oldu. Ayrıca, ittifakların değil daima liderlerin sinerji yaratacağını da görmüş olduk. (CÖ/EKN)