Haftalar önce Abovian Kültür Derneği’nden Hayko ile Assen’deki anmaya katılmak üzere anlaşmıştım.
24 Nisan Pazar sabahı, Den Haag’daki derneğin önünde toplandığımızda, çocukların cıvıltısına karışan büyüklerin sohbetine soykırımın damgasını vurması gayet normaldi.
Otobüs hızla otobanda yol alırken, kadın ve çocukların söylediği ağıtlar ve marşlar eşliğinde, Divriğili Hayko’nun anneannesi ve annesinin öyküsünü dinledim.
Eşkiya Bego’nun iki kadının yaşamında tuttuğu yeri öğrendiğimde, uygun bir zamanda bütün bir öyküyü detaylarıyla anlatması kaydıyla sohbetimiz sürdü.
Ve o gün soykırımı sadece kitaplardan öğrenmek ile yaşayanların kendileriyle ya da torunlarıyla temas ederek teorik bilgilerin yerli yerine oturmasını sağlamanın, sorunu anlamak ve hissetmek bakımından çok farklı olduğunu bir kez daha yaşayarak görmüş oldum.
Yol boyunca söylenin ezgilerdeki hüzün, yüreğime işlerken, Hayko’nun ailesinin yaşadıklarıyla birleşip, bir top acı olup içime oturdu.
Bir sabah evlerinden alınan 250 aydının çıkarıldığı ölüm yolculuğunu...
Musa Dağ’da 40 gün boyunca direnenleri, bizimkilerin yanlarına alarak sakladıkları ve ölünceye kadar amcamların çatı katında kalan Hasan dayıyı...
Okuduğum bir kitaptaki röportajda “bu benim babaannemin ailesi” diyerek şaşkınlık içinde kalışımı ve bizimkilerin bu bilgi karşısında hiç bir reaksiyon göstermemelerini...
At üzerinde çevre köylerdeki hastalara bakan babaannemin annesi Maviş hanıma ait bilgileri daha başka nasıl çoğaltabileceğimi...
Anneanne Arzavat’ı, aile dostumuz Neno’yu ve başkalarını düşündüm.
Kimi verilere göre 1, kimi verilere göre ise; 1,5 milyon insanın katledilmesi karşısında aradan geçen bir yüzyıla rağmen hala gerçeklerin tersyüz edilmeye çalışılmasındaki ırkçı inadın kırılma noktasının ne olabileceğini bulmaya çalıştım.
Türkiye devrimci hareketinin bu konudaki zaaflarıyla yüzleşmemesinin, tarihindeki başarısızlıklarla bir ilişkisi olup-olmadığını aradım.
Okuduğum kitaplar, dinlediğim öyküler, tanıdığım simalar kulağımı dolduran Ermenice ağıtlar eşliğinde, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp gitti.
Assen’deki Boskamp mezarlığına ulaştığımızda, Hollanda’nın diğer kentlerinden özel araçlarıyla gelenlerle birlikte sayımız hayli arttı.
Daha otobüsten inmeden lapa lapa kar yağınca, yaz sıcağı hariç, bir kaç saat içinde üç mevsimi birarada yaşamamız ise, buralara özgü bir durum olsa gerekti.
Anma saat 13.30’da başladı.
İki yüzü aşkın kişi mezarlığın içinde kortej oluşturup yürümeye başladığında, sanki 1915 soykırımında katledilenlerin ruhları da bizlere eşlik ediyormuş gibi hissettim.
Bir süre sonra, yeşillikler içerisinde Hrant Dink’in fotoğraflarını görünce şaşırdım...
Hrant Dink katledildikten sonra, 2007 yılında Ermeni Dernekleri birleşerek, onun için bir anıt yaptırmışlar.
Ve “haçkar” dedikleri taştan haçın önüne beyaz güvercinleri koymayı unutmamışlar.
Topluluk anıtın önünde Hrant’ın anısına sessizce beklerken, çiçek bırakmak isteyenler sırayla “haçkar”ın ön tarafındaki Hrant Dink tabletlerinin bulunduğu bölüme çiçeklerini bıraktı.
Sonra da yeniden yola koyulan topluluk, 15 yıl önce soykırımda yitirilenlerin anısına yapılan “haçkar”ın önünde saygı duruşuyla töreni başlattı.
Assen’de ikamet eden Nicolai Romanshuk yıllar önce soykırımda yitirdiği ailesi ve halkının anısına bir Haçkar yaptırmak için Assen Belediyesi’ne başvurmuş.
Belediye Romanshuk’un bu talebini reddetmiş!
O gün yaptığım sohbetlerden anladım ki, Hollanda devleti burada yaşayan Türkler’in Ermeniler’e yönelik ırkçı yaklaşımlarından dolayı, bu tür anıtlara da, etkinliklere de pek sıcak bakmıyor.
Assen Belediyesi’nin “haçkar” yaptırma talebini reddetmesi üzerine Romanshuk düşünüp taşınmış ve bu yasakçı tavrı bertaraf etmenin bir yolunu bulmuş.
Burada mezarlıklara belediye karışamıyor!
Bunu değerlendiren Romanshuk, Assen-Boskamp mezarlığında bir yer satın almış ve soykırımda yitirdiklerinin anısına “haçkar”ı inşa etmiş.
O tarihten itibaren de, her 24 Nisan’da Ermeniler “haçkar”ı ziyaret ederek, hem soykırımda yitirdiklerini anmışlar, hem de soykırımı lanetlemişler.
Haçkar önünde yapılan törende Abovian Kültür Derneği Başkanı Mato Hakverdi anıta çiçeklerini koymaları için Ermenistan Konsolosluğu ve soykırımda yitirilenleri anma platformu üyelerini anons etti.
Buradaki törenin ardından kitle, mezarlığın toplantı salonuna gitti.
Saygı duruşuyla başlayan tören Ermeni Konsolosu Dziunik Aghajanian’ın konuşmasıyla başladı.
Ardından 24 Nisan Komitesi adına bir konuşma yapıldı.
Duduk, soprano Svetlana Aghadjanian’ın “Klikia” ağıdı, Avo Krakossian’ın okuduğu şiirlerle, Abovian Kültür Derneği’nin “Artsakh” dans grubunun Karabağ’ı anlatan dansı, yine Abovian’dan küçük çocukların korosuyla bir başka dilden soykırım anlatıldı.
Sosyalist Parti’den milletvekili Harry van Bommel, yine Christen Unie’den Joel Vorrdewind’in soykırım karşısında Türkiye’nin tutumunu eleştiren kısa konuşmalarıyla süren etkinlik, antı yaptıran Romanshuk’un okuduğu şiirle son buldu.
Gün akşama doğru hızla yol alırken, araçlara bindiğimizde bastıran doluyla ortalık beyaza kestiğinde...
Yüzyıl öncesinden göç yollarında katledilen Ermeni kadınlar, erkekler, çocukların ruhu bir kez daha aramızda dolaşarak, bir daha asla diyebilmek için soykırımla yüzleşmenin ve hesaplaşmanın şart olduğunu fısıldadı kulaklarımıza... (FE/HK)