“Endişe dolu günler geçiriyorduk. Gece karanlığında annemin gözündeki korkuyu görebiliyordum. Ablalarım etrafta koşturup duruyorlardı. Çaresizdiler, titriyorlardı. Hızlı atan kalplerinin sesini duyabiliyordum. Gözyaşlarını benden saklamaya çalışıyorlardı. Sonunda şafak vakti geldi. Ortalık aydınlanmaya başlamıştı. Camiden ezan sesi duyulmaya başlanmıştı. Bütün müslümanlara Cihat çağrısı yapıyordu. Babam Sado, yavaş adımlarla pencereye doğru yürüdü. Dışarı baktı. Durumu kontrol etti. Bazı Müslümanlar ve bazı üniformalılar evimizin dışında toplanmışlardı. Bağırıyorlardı, ’'Bütün erkekler ve erkek çocuklar dışarı çıksın! Hemen şimdi!’ "
"Babam mutfağa gitti. Ayaklarında derman kalmamıştı sanki. Mutfaktaki gizli bölmeyi açıp mavzeri çıkardı. Anneme ve ablalarıma dönerek, ‘’Kapıyı sakın açmayın! Ablahad’a iyi bakın’’ dedi. Sonra da yavaşça mutfak penceresinin kenarına doğru yerleşti. Dışarda müslümanlar evin dış kapısını kırmaya çalışıyorlardı. Arada bir de eve doğru ateş ediyorlardı. O zaman babam da karşılık vermeye başlamıştı. Ansızın, eve doğru her taraftan yaylım ateşi açılmaya başladı. Bir ses duyduk mutfaktan. Bir düşme anı, bir gürültü. Ses gelmiyordu. Hepimiz koştuk. Babam yerde cansız yatıyordu. Alnından gelen kan, yerdeki çatlakları dolduruyordu. Annem, ablalarım, hepimiz gözyaşlarımızı tutamıyorduk. Ben bir ara mutfak penceresinden dışarı baktım. Muhammet Derviş sevinç içinde bağırıyordu, ‘Onu öldürdüm. Bir Gavur daha eksildi’ "
Bu sözler, 1915’te 12 yaşında olan dedem Ablahad’a (babamın babası) ait. 1980 yılında, yaşadıklarını bana böyle anlatmıştı. İstanbul’da evimizin bahçe duvarının dibinde toprağa oturmuştuk. Sigara içmek için tütün sarıyordu.
Eğer bir insan yaşadığı yerde kendini güvencede hissetmiyorsa; eğer bir çocuk okuldan eve giderken dönüp arkasına bakmak zorunda hissediyorsa kendini - orada toplumsal bir başarısızlık ve eşitsizlik vardır!
Aradan bunca yıl geçse de, 1915 Soykırımının ‘’kılıç artıkları’’ olarak bizler korkuyu hala içimizde yaşıyoruz. Yaşanmış vahşetin kokusu hala hatırda. Acı hala hissediliyor! Yaşanan vahşet bizler için sadece bir hatıra değil; aksine kalbimizde gözyaşına dönüşen bir gerçeklik! Yaşanmış bir tecrübe!
Ve bu tecrübe, doğan her yeni çocuğun ve torunun hayatının bir parçası oluveriyor!
Bütün bu karanlığın tozu dumanı içinde insan, kendi varlığının anlamını bulmakta zorlanıyor! Eğer 1915’te yapılan bu korkunç vahşete dikkat çekmezsek, bugün gerçekleşen ve devam eden zulmü de anlayamayız! Aralarındaki benzerliği ve ortak yanları bulmakta zorlanırız! Tarihten ders alamayız!
Bellek
Bizi birbirimizden uzaklaştıran, ayrıştıran ve ötekileştiren ama’ları duymaktan yorulduk. Çünkü 1915 Soykırımı, bir toplumun belleğidir, hafızasıdır. Onu yokedemezsiniz, yok sayamazsınız çünkü o, yaşadığımız acı hatıraların albümüdür.
İşte bu yüzden 1915’te katledilenleri hatırlamak çok önemlidir! Bu yüzden, onları anmak, sarsılmaya yüz tutmuş yalanların kaybolması için değerlidir! Bir daha olmaması için, beynimizde esen fırtınaya; hafızalarımızdaki tarihi isyana yaslanmak önemlidir!
Aynı zamanda, yeni doğan yavruların ‘’gavur’’ damgası yememesi için hatırlamak zorundayız! Hiçbir çocuğun, adları yerine damgalayan lakaplar olmadan öteki arkadaşlarıyla birlikte büyüyebilmesi için hatırlamalıyız!
Çünkü 1915’te meydana gelenler, bugüne dek yukardan kurgulanan başka bir senaryo ile devam ediyor! Farklı beşiklerde büyüyen masum çocuklar, kin ve nefret duygularıyla ayrıştırılıyorlar. İşte topluma yayılan bu inkar silsilesi, kılıç artıklarını bu defa acımaz bir şekilde ötekileştiriyor!
Hükümetin başarısız siyasetinin, toplumdaki işsizliğin sebebi ve ‘’düşmanın’’ ta kendisi oluveriyorlar. Mahalledeki hırsızlığın, okulda öfkelenen öğretmenin ve minibüste sıkışan yolcuların öfke patlamalarının ‘’sebebi’’ oluyorlar!
Zaman
Zaman hiçbir şeyin garantisi değil!
Ancak zamanı hatırlamak için kullanabiliriz! Kuşakaları kirletmek için pompalanan bunca önyargıyı ortadan kaldırmak amacıyla zaman'da bir gedik açabiliriz! Tarihin tekrar etmemesi için birlikte mücadele edebiliriz!
Dün yaşananların müsebbibi bugün yaşayanlar değildir. Fakat dün yaşadıklarımıza sessiz kalan çoğunluklar, bugün komşusu aynı zulümle karşılaştığında başını başka yöne çevirenlerle aynı durumdadırlar.
Sorun insanda değil; sorun insanlığın kötülüğüne işleyen bu siyasette, bu anlayış ve zihniyette. Bir masum çocuktan suçlu yaratan bu düzende! Ve hiç huşkusuz bakıp da, görmek istemeyen de! Mesele, yaşananlar karşısında tavır almak veya almamakta! Mesele, sorumluluk denen taşın altına elini koyma cesaretini göstermekte!
Bütün insanların gözü veya saçının renginin farklılığına bakmayan eşitlik denizine ihtiyacımız var. Çünkü farklı olmanın bedeli, insanın bir tost gibi iki taraftan mengenede sıkıştırılan hali olmamalıdır!
Aksine farklılık zamanı, hem geçmişine hem de bugün ve yarınına güvenle bakabilme, o güveni yaşayabilme anıdır. Komşunla birlikte yürürken rahat nefes alabilme, soluklanma ve daha sonra da kaygısızca yoluna devam edebilme halidir.
Bu yüzden, umudumuzu kaybetmememiz için hala zamanımız var!
Yaşanan bunca karanlığa rağmen güzeli, gerçeği ve kardeşliği bulabileceğimize olan inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. Bu inancımı, 1915 Soykırımında 12 yaşında olan dedemin yaşadığı korkunç vahşete rağmen, kalbinde taşıdığı iyilik ve sonsuz-sınırsız sevgisinde bulabiliyorum. (FK/EMK)