İç içe geçmiş iki alanın aydınlatılması gerekliliği Sönnmez'in verdiği yanıttan ve Akman'ın katkısından anlaşılmaktadır. Bu iki alandan birincisi, dünyada ve Türkiye'de reel düzeyde neler olup bitiyor, onunla ilgilidir.
Dünya Ekonomisi Küçülecek mi?
Bu alanda Sönmez ve Akman, dünya ekonomisindeki küçülmenin devam edeceğini, Türkiye'de Şubat 2001 krizinin büyüme oranını eksi yüzde 9 oranına gerileteceğini ve bu durumda konsolidasyona gidilmesinin gerekli olabileceğini ve devlet müdahaleciliğine geri dönülmesi gerektiğini, bu tür bir öneri içinde yaşanılan dönemde örgütlü işçi sınıfının güçsüz olması dolayısıyla reformist de olsa emekçileri koruyabilecek en iyi öneri olduğu görüşlerini ileri sürüyorlar.
Ben, dünya ekonomisinin küçüleceğini iddia etmek için elimizde yeterli veri olmadığını savunuyorum. Ayrıca dünya ekonomisi küçülecek olmasa da sosyalistlerin emekçiler yararına politikalar önerebileceğini, bunun için işçi sınıfının illa ki örgütlü ve güçlü olmasının beklenemeyeceğini, konsolidasyon, moratoryum gibi politikaların Akman'ın da katıldığı gibi emekçiler için zararlı sonuçlar yaratabileceğini düşünmekteyim.
Ancak asıl sorun aydınlatılması gereken ikinci alanda.
Ne Sönmez, ne de Akman bu konuda görüş bildiriyor. Adeta yaşadığımız gerçekliğin nasıl analiz edileceğinin tartışılması gereksizmiş gibi bir yaklaşım içinde her iki yazar da... Sanki analiz yönteminin tekliği konusunda bir konsensüs varmış gibi davranıyorlar.
Sanıyorum Mustafa Sönmez'in dikkatinden kaçtı. Sönmez benim aktardığım IMF raporunun "11 Eylül öncesinin durumuna dair tahminlerde bulunan eski bir kaynak" olduğunu söylüyor. Başvurduğum kaynak, 26 Eylül 2001 tarihinde yayınlanan ve saldırılar sonrasında dünya büyüme oranını yüzde 3.2 den yüzde 2.6 'ya çekerek revize eden , IMF'nin altı aylık "World Economic Outlook" raporuydu. Dolayısıyla, son derece yeni bir kaynak.
Bu rapora IMF'nin İnternet adresinden www.imf.org ulaşmak mümkün. Aynı rapor, dünya ekonomisinin önümüzdeki yılın ilk çeyreğinde büyüme eğilimine gireceğini de iddia ediyor.
Küçülme Eğilim Krize Yol Açacak mı?
Dünya ekonomisinde küçülme olup olmayacağı tartışmasını, "kimin öngörüsü doğru çıkacak acaba" anlayışıyla yapmanın sosyalistler açısından çok önemli olmadığı açık. önemli olan dünya ekonomisindeki küçülme eğiliminin, dünya kapitalist sistemini herhangi bir krize sokup sokmayacağını belirlemektir. Tartışmanın özünü, krizin boyutu, süresi, kimleri nasıl etkileyeceği oluşturmalı. Ayrıca bu tür toptan bir krizi oluşturacak, dengeleyecek ve engellemeye çalışacak pek çok dinamik de mevcuttur ve dikkate alınmalıdır. Bunlar dikkate alınmadan kriz yaygarası yapmanın işe yaramayacağı açık. Birbirinden bağımsız gelişen çeşitli dinamikler bir araya gelip ne tür bir krizi doğuracaktır? Ya da ne tür bir krizi, nasıl engelleyecektir? Tartışmanın bu minval üzerinde yapılmasının verimli olacağı kanısındayım. Bu minval üzerindeki bir tartışma, güç dengelerini, ülkeler arası hiyerarşileri, sınıf pozisyonlarının değerlendirilmesini, emperyalizmin dinamiklerini, üretim yapısını, emekçi sınıfların konumunu, kısaca ekonomi politik analiz yöntemini ve kategorilerini kullanmayı gerektirmektedir. Ancak bu tür bir yaklaşım, ne Akman'ın ne de Sönmez'in yazılarında mevcut.
Dünya ekonomisi şimdilerde, ABD'deki "tüketici beklentilerindeki karamsarlık", Japonya'da son on yıldır devam eden resesyon ve AB para birimi Euro'nun değer kayıpları yüzünden, bir krize yakın olduğu izlenimi vermektedir.
Değişik birçok coğrafyadan çok farklı dinamikler belirleyici olabilecektir. Bütün bunlar, dünya kapitalizminin top yekûn bir krize gireceği önermesini yapmak için çok acele edilmemesi gerektiğinin göstergesidir. İşin daha da detayına indiğimizde, başta Amerikan yönetimi olmak üzere, kapitalist sistem yöneticilerinin, bilinen Keynesyen ekonomi politikalarını kullanarak kötü gidişi ve "tüketici beklentilerini" tersine çevirme çabası içinde oldukları ortaya çıkacaktır.
Örneğin, Amerikan Merkez Bankası (Federal Rezerv), en sonuncusu Ekim başında olmak üzere 2001 yılı içinde tam dokuz indirerek, kez faiz oranlarını yüzde 2,5 civarına çekmiş ve böylece ABD'deki "tüketici beklentilerini" etkilemeyi hedeflemiştir. Faiz hadlerindeki kesintiler sonucu, beklentilerin nasıl değişeceğini bugünden bilmemiz ise mümkün değildir. Sadece çabayı belirlemekle yetinebiliriz. Sosyalistler açısından analizin "tüketici beklentisi" bağlamında yapılamayacağı açıktır.
Savunma Harcamalarını Artırmak Ekonomiyi Olumlu Etkileyebilir
Enflasyon oranı düşük seviyelerde seyrederken, faiz hadlerini aşağı çekip, savunma ilişkili harcama kalemlerini arttırmanın, (Mustafa Sönmez Türkiye bağlamında bu görüşe katılmasa da) ekonomiye olumlu etkisi olabilir.
Amerikan yönetimi, 11 Eylül sonrasında taahhüt ettiği $40 milyara ek olarak $75 milyarlık bir paketle, sigorta, havayolları, taşımacılık, turizm türünden, saldırıdan en çok etkilenen sektörlere yardım edeceğini vaat etti. Benzeri devlet müdahalelerini diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde de gözlemlemek mümkündür. Ancak bu müdahalecilik ne tür bir sonuç verecektir? Dünya ekonomisinin krize girmesini engelleyebilecek midir? Bunu bugünden bilmemize imkan yok. Bilinen, yönetenlerin hala yönetebilmekte olduğudur. Savunma harcamaları arttırılarak ekonomik canlanmayı sağlamak için başta Fransa diğer gelişkin ülkeler de harekete geçti. Türkiye de benzeri bir siyaseti izlemek için adım atmaktadır. Bu arada yüz binlerce işçi işlerinden oldu. Kapitalizm, top yekûn bir krize girmese de emekçiler acı çekmektedir. Sosyalistlere politika önermek için illaki krizleri beklememe konusunda güzel bir derstir bu.
Birbirinden bağımsız gelişen kriz dinamikleri, tüm gelişmiş dünyayı birbirine benzer şekilde etkisi altına almıyor. Örneğin, Japonya son on yılda ilk kez mali düzenlemelerle tüketicinin enflasyonist beklentilerini ciddi olarak harekete geçirecek bir konjonktür yakaladı.
İngiltere, Almanya ve İtalya, diğer AB üyesi ülkelere göre çok daha iyi durumda. Özellikle Almanya'nın ekonomik daralmayı diğer üye ülkeler ile aynı derecede yaşamayacak olması, ticaretinin büyük bölümünü Almanya ile yapan Türkiye açısından çok önemlidir. Şayet ekonomik yavaşlama eşitsiz bir şekilde dünyaya yayılırsa ve Almanya bundan daha az etkilenirse, Türkiye'deki daralma da önüne geçilebilir boyutta olabilir.
Asıl Soru: Küçülme Emekçileri Nasıl Etkiler?
Türkiye ekonomisinin ne kadar küçüleceği üzerine Mustafa Sönmez'in yaptığı eksi yüzde 9 rakamına Akman da katılıyor. Bu rakam Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerine dayandırılıyor. International Monetary Fund (IMF) kaynağı yüzde 4.5 beklenti koymuş. Burada aslında önemli olan yüzde.4.5 mu yoksa yüzde9 mu olacağı değil. Önemli olan, Türkiye konsolidasyona gitme fikrini uygulamaya koyabilmesi için IMF'yi ikna etmeye gittiğinde IMF'nin hangi verilere bakacağı. IMF ile Türkiye'nin ekonomi teknisyenleri karşılıklı anlaşacakları rakamın hangisine yakın olacağı önemli. IMF ve DIE tahminlerinin farklı istatistik yöntemler uygulanıyor olması dolayısı ile birbirini tutması zaten beklenmemeliydi.
Tahminlerin farklı istatistiki yöntemler kullanılarak yapıldığı zaman gerçek olanın ne olduğunu yansıtmaktan çok verilerin bizim istediğimiz gibi konuşturulmasına yaradığı açıktır. IMF için küçülme oranının daha küçük bir sayıda kalması Türkiye'ye dayatılacak politikaların uygulanabilirliğini savunmak yönünden avantaj sağlayabilir. Türkiye açısından küçülme oranının IMF nin beklediğinden daha fazla olması, Sönmez'in bahsettiği türden bir pazarlık payı yaratabilir Türkiye'ye. Yanıtından anladığımız kadarıyla Sönmez'e göre bu pazarlık belli bir konsolidasyondan ziyade "borç ödeme Takvimi'nin uzatılması" üzerine yapılmalıdır. Bir diğer konu da IMF ile Türkiyeli ekonomi teknisyenlerinin önümüzdeki yıl yüzde 4'lük bir büyüme rakamı üzerinde anlaştıklarının bildirilmesidir. Yani ekonomi belli bir miktar küçülecektir fakat önümüzdeki sene büyüme kaydedecektir ki bu Mustafa Sönmez'in beklemediği bir durumdur.
Sosyalistler açısından bu tür tahminler de kimin hakli çıkacağı bağlamından ötede tartışılmalıdır. Yani, bizim için çok daha önemli olan konu şayet küçülme yüzde4.5 değil de yüzde9 olursa emekçi kesimin durumu ne olur türünden soruları aydınlatmak olmalıdır. Şüphesiz yüzde9luk küçülme yüzde4.5'luk küçülmeden çok daha ağır şartları dayatacaktır emekçilere. Şartlar o kadar ağır olabilir ki "reformist" olan politikalardan ötede daha radikal sayılabilecek öneriler sunmak durumunda kalınabilir. Türkiye özelinde bu Sönmez'in ileri sürdüğü devlet müdahaleciliğinden ileri bazı önerilerin telaffuz edilmesini gerektirebilir. Her iki senaryoda da elimizde ne tür politikalar önerileceğine yönelik alternatif projelerin olması gerekmektedir. Tam da bu noktada nelerin olup bittiğini nasıl analiz ettiğimiz önemli bir konu olarak ortaya çıkmaktadır. çünkü analiz yöntemimiz önereceğimiz politikalara zemin hazırlayacaktır. Şayet sürekli kriz teorisinden hareket edersek önereceğimiz politikalar da bununla sınırlı kalacaktır ve konsolidasyon, moratoryum türünden gerçekçi olmayan politikaların ötesine geçemeyecektir.
Konsolidasyonu Gerçekçi Kılan Nedir?
Bu noktada "isçi sınıfının güçlü olduğu dönemlerin" beklenmesinin akıntıya karşı kürek çekmek anlamına geldiği unutulmamalıdır. İşçi sınıfının örgütlü gücü elbette önemlidir ama analizin gücü de çok önemlidir. Kısaca, tarihin lokomotif gücü sınıf çatışmalarıdır ve bu da yalnızca sınıfların fiziki-örgütsel gücüne bağlı mekanik bir süreç değildir. Devrimci teori olmadan devrimci pratiğin olamayacağı bilinmektedir. Bu konuda Akman da, Sönmez de yanılmaktadırlar.
Sosyalistler isçi sınıfı güçlü olduğu zaman başka, güçsüz olduğu zaman başka politika önerip ona göre müdahale etmezler politikaya. Sosyalist teorinin bir "praxis" mihmandarı olduğu unutulmamalıdır.
Örneğin konsolidasyon, egemen sınıflar için tıkanan ekonominin tekrar işleyişini sağlamaya yönelik bir öneri olabilecekken, işçi sınıfı açısından işsizlik yardımı, sağlık, eğitim, tüm vatandaşlar için emeklilik sigortası türünden ekonomik-toplumsal kazanımlara yönelik öneriler ileri sürülebilir. Ayrıca, konsolidasyon, ya da daha ötede (işçi sınıfı güçlü olduğu zaman önerilebileceği ileri sürülen ve Akman'ı haklı olarak irkilten) moratoryum, Duyun-u Umumiye türünden bir takım düzenlemeleri gerektirmektedir. Bu tür düzenlemelerin ise emekçiler için bir kazanç olmadığı bilinmektedir. Akman, "konsolidasyon sadece gerçekçidir o kadar" diyor, ama konsolidasyonu gerçekçi kılan ekonomik alt-yapının ne olduğunu açıklamıyor. Bu konular detaylarına inilerek açıklanmalıdır.
Portföy Yatırımları
Devlet borçlarının geri ödenmesi konusunu, bir ailenin bütçe açığı gibi değerlendirmemek gerekmektedir. Konsolidasyon yapılsın veya yapılmasın bu borçları emekçiler geri ödeyeceklerini bilmektedirler.Önemli olan borcun ve faiz ödemelerinin ülkedeki ekonomik dinamiklere bağlı olarak "roll-over" yapılıp yapılamıyor olmasıdır. Türkiye'nin kaynaklarını, insan malzemesini, elindeki döviz rezervlerini, ekonominin dinamiklerini ve kayıt dışı ekonominin boyutlarını hesaba kattığımızda ülkenin borçlarını çevirecek gücü olduğu ortaya çıkmaktadır. Buna ek olarak yurt dışından portföy yatırımlarının akışı devam etmektedir. Son krizden de anlaşılan Türkiye'de $5 milyar civarında bir sıcak para vardır. Bu paranın içeri ve dışarı akışı Türkiye çapındaki bir ekonomiyi sarsacak büyüklükte değildir. Asıl tehlikenin sürekli Türk Lirasını "shortlayıp" ABD dolarında "long" giden yabancı bankalar olduğu bilinmektedir. Bu, Türk Lirası değerinin yüksek mark-up'lar yapılması suretiyle düşürülmesine yol açmaktadır.
ABD'nin Malezya, Filipinler gibi İslamcı eylemcileri barındıran Güney Doğu Asya ülkelerine yönelteceği askeri saldırılar üzerine söylentilerin artması , bu ülkelerden portföy yatırımlarının Doğu Avrupa ve Türkiye'ye akmasına yarayacaktır.
Bu gelişme kısa vadede durgunlaşan ekonomiyi canlandırabilir. Bu yüzden Türkiye'ye akan portföy yatırımlarının azalması gerçekleşmeyebilir. Demek ki portföy yatırımlarındaki artış beklentisi ile ilgili durum, su aşamada Mustafa Sönmez'in beklediği gibi dünya ekonomisinin küçülme eğilimi ile ilgili değildir.
Birikim Krizleri
Mevcut koşullar bizi illaki bir kriz beklentisi üzerine politika üretme alışkanlığından vazgeçmeye yöneltmektedir. Kapitalizm krizsiz olmaz. O yüzden kapitalizmin krize gireceğini ileri sürmek çok fazla bir ileri görüşlülük gerektirmemektedir. Ayrıca kapitalizm kredisiz de olmaz. Kapitalist ekonomi kredi ekonomisidir. Türkiye'nin su anda içinde bulunduğu kriz derin bir krizdir ama kredi krizi değildir. Bundan sonra krizden çıkış donemi, daha doğrusu krizin etkisinin azalmaya başlayacağı bir donem beklenebilir. Varolan borcun konsolidasyon yoluna giderek ödenmesi suretiyle kriz dinamiklerinin ortadan kaldırılacağını sanmak korkunç bir naifliktir. Sosyal patlamalar olmadığına göre,Türkiye'de de yöneticiler yönetebilmektedirler!
Türkiye'de son donemde krizler daha sıklıkla yaşanmaya başlanmıştır. Bu krizlerin kapitalizmin birikim krizleri olduğu açıktır. Türkiye'de kapitalizm belli bir transformasyondan geçmektedir. En önemli tezahür noktası mülkiyet ilişkilerindeki değişikliktedir. Yani son krizler yapısaldır, Shumpeteryendir. Gerçek ekonominin kabuk değiştirmesi ile ilgilidir. Finansal düzenlemelerin (aranjmanların), tarihi özellikleri nedeniyle bu krizler derinleşmektedir . Türkiye'nin 1980'den itibaren uyguladığı birikim modeli iflas etmiştir. Ancak Türkiye kapitalizmini de belli bir noktaya ulaştırmıştır. Ulaşılan altyapının gelişkinlik düzeyi, sosyalistleri bundan sonraki donemde devletçilik-piyasa ikileminden ötede tartışmaya zorlamaktadır. Bu bağlamda devletin küçültülmesi değil büyültülmesini savunmak, devlet müdahaleciliğini ileri sürmek ancak konjonktüre göre ilericilik olabilir.
Akman da böylesi bir tehlikenin farkındadır. Ancak Sönmez, adeta krizlere dayalı politika önerme kolaylığına sığınmaktadır. Bu konu bizi analitik düzeyin ne denli önemli olduğu noktasına bir kez daha geri götürmektedir.
Neo-Klasik İktisadın Tasallutu
Türkiye'de ve yurt dışında özellikle son dönemlerde yayınlanan sol içerikli yazılarda iktisadi politikaya müdahale etme türünden bir caba gözlemlemekteyim. Yapılan müdahalenin iktisadi politikayı düzenleyenler tarafından dikkate alınması için olsa gerek, özellikle sosyalist solun kullandığı iktisadi terminoloji tıraşlanmakta. Mustafa Sönmez'in yazılarında da böyle bir çaba görünmektedir. Yani kullanılan iktisadi kavramlar ve kategoriler, sosyalist iktisadin kavramları olmaktan çok neo-klasik ve Keynesyen iktisadın kategorileridir. Bu yüzden Sönmez'in yazıları da böylesi bir tartışmaya zemin hazırladığı için önemlidir.
Bir noktada neo-klasik iktisadi kategorilere yöneliş çok şaşırtıcı değil. Başka bir yerde daha detaylı tartıştığımız gibi, son otuz yılda, pek çok sosyal bilim disiplini neo-klasik iktisadın ideolojik tasallutuna maruz kaldı. Neo-klasik iktisat, matematiğe ve fayda maksimizasyonuna dayalı mantığını diğer sosyal disiplinlere empoze etmeye çalıştı. Bu sürece en fazla yardımcı olan akım ise post-modernizmin görecelilik anlayışı idi. Burada kavramlar akışkanlaştı. Beşeri sermaye türü tartışmalarda olduğu gibi kavramaların içleri boşaltıldı. Marksist ekonomi-politik de neo-klasik tasalluttan bu akımlar aracılığı ile etkilendi. Ancak simdi yeni bir doneme girilmekte. Bu donemde insanların maddi çıkarları daha belirleyici olacak. "Ahlaki görecelilik döneminin bittiğini" burjuvazi, New York belediye başkanı, Giuliani'nin ağzından BM'e yaptığı konuşmada açıkladı.
Bianet'teki bu tartışma da göstermektedir ki, sosyalistler devletin iktisadi politikalarına müdahale etmeye kalkışırken emekçi kesimler için üzerinde iyi çalışılmış iktisadi talepler formüle etmek durumundadırlar. Bu tür talepler, devlet, emperyalizm, kapitalizm gibi konuların tekrar tekrar tartışılmasıyla mümkün olacaktır. Bu tür tartışmalar ise ekonomi politiğin kavramları ve kategorileri içinde, sınıf ve sınıf çatışması temelinde yapıldığı zaman emekçiler için verimli olacaktır.