Yeni kesinti paketi yani Yunanistan'daki çalışma ilişkilerini sermaye lehine radikal bir biçimde yeniden yapılandıran 3. memorandum meclisten az bir farkla dahi olsa geçti.
Geçmesine geçti de sokaklardaki toplumsal tepkinin kitleselliği ve militanlığı, daha beş ay önce seçimle oluşmuş koalisyon hükümetinin geleceğinin pek de parlak olmadığını gösteriyor.
Hükümetin küçük ortakları PASOK ve DİMAR çözülüyor. Yeni Demokrasi bile fire veriyor. Bu haldeki bir hükümet sonu gelmeyecek gibi görünen "kurtarma paketlerinin" bu yenisinin gereklerini fiilen nasıl uygulayacak ciddi merak konusu. Ancak bu kısa yazının konusu doğrudan doğruya Yunan ahvali üzerine değil. Yunanistan'daki kriz vesilesiyle bir hayli popüler olmuş bir masal üzerine.
Evet, masal: Yerli yabancı, yazılı görsel, her neviden medya Yunanistan hakkında hayli bildik bir masal anlatıyor bizlere. Ağustos böceği ile karıncanın masalı...
Ağustos böceği, yani Yunan halkı yaz boyunca yan gelip yatmış, har vurup harman savurmuş, vur patlatıp çal oynamış. Kış gelip de hazırdakiler bitince de açıkta kalıvermiş. Artık keyif çatmanın, tembellik etmenin zamanı geçmiş, karınca misali çalışma vakti gelmiştir. Yapılabilecek yegâne şey, şarkıyı türküyü, oyunu sefayı kesip işe koyulmaktır. Masal deyip geçmemek lazım, hiçbir masal masum değildir, hele toplumsal-siyasal süreçleri anlamlandırmaya soyunma iddiasındakiler.
İşin kötüsü solun, daha doğrusu solcu, demokrat, "ilerici" kimi insanların da üç yıldır usanmadan tekrar edilen bu "masalsı" tezvirat kampanyasının etkisinde kalıyor oluşu. Yunanlıların varsayımsal tembelliğini, keyfe kederliğini, kültürel olarak "geriliğini" krizin müsebbibi sayan latifelere, anekdotlara sıkça rastlamak mümkün. Gündelik sohbetlerde, sosyal medyada krizi Yunan "dolce vita"sına bağlayan istihza dolu yorumlar bir hayli popüler.
Yunanlıların siestası, frapesi, sadece bu ülkeyi değil, Avrupa'nın özellikle periferisini gerçek bir sosyal yıkıma maruz bırakan krizin popüler bir açıklaması haline gelmiş durumda neredeyse. Ağustos böceği ve karınca masalı misali masum espriler bunlar deyip geçilebilir elbette. Değil. Muktedirlerin küstah dilini, iktidarını meşru ve kabul edilir kılan söylemini ağızda sakız etmek hiçbir zaman masum değil.
Yunanistan'daki kriz hakkında belki de akılda tutulması gereken ilk husus, krizin bir "Yunan krizi" olmadığı, dolayısıyla sadece Yunan vakasının özgüllükleriyle anlaşılamayacağı. Yani iktisadi kriz Yunan siyasal sisteminin, iktisadi toplumsal yapısının geri kalmışlığıyla, modernize edilememişliğiyle ilgili değil. Yunanistan halkının keyif ehli olmasının ürünü hiç değil. Yunan krizi, küresel kapitalist krizin, bir borç krizine dönüşen Avrupa bağlamındaki bir görünümü sadece. Merkel beyhude yere "AB'nin kaderi Yunanistan'da tayin olacak" demiyor. Sıra Portekiz, İspanya ve hatta İtalya'ya geldi bile. Daha önce İzlanda, İrlanda, Letonya ve Macaristan vardı. Bu son ikisi IMF'nin şefkatli kollarına teslim edilmişti zaten. Şimdi IMF Avro bölgesine, yani AB'nin merkezine dâhil oluyor. Kapitalist küresel kriz Avrupa'nın göbeğine taşınıyor, sermaye sınıfı krizi fırsat bilerek emeğin kazanımlarına topyekün hücum ediyor. Hal böyleyken, krizin Avrupa çapında yarattığı etkileri sağır sultan duymuşken "tembel Yunanlılar battı" retoriğini sürdürebilmek en iyimser ihtimalle yüksek dozda bir duyarsızlığı gerektiriyor.
Aslında somut bir ezme ezilme ilişkisini ezilenin kültürel ya da sosyal nitelikleri aracılığıyla "açıklamak" ve dolayısıyla meşrulaştırmak kadim bir muktedir stratejisi. Kadınların ezilmişliğini, siyahların köleleştirilmesini, sömürge halkların kolonize edilmesini ve emperyalist saldırganlığı meşrulaştıran şey daima ezilenlere atfedilen "doğal" ya da "kültürel" zaaflar ve gerilikler oldu. Maddi iktidar ilişkileri bu şekilde kültürelleştirilerek, etnikleştirilerek "doğallaştırılmış" oluyor.
Krizi "Yunan tembelliğine" atıfla "izah etmek", neoliberal yapısal uyum politikalarına direnen Yunanlı emekçilerini ise "imtiyazlarından vazgeçmek istemeyen", "zırt pırt greve giderek" kendi "vur patlasın çal oynasın hayatlarını Avrupalıların sırtından finanse eden" bir güruh olarak damgalamak da benzer bir söylemsel strateji.
Sömürgecilik karşıtı yazının atalarından Tunuslu yazar Albert Memmi, (Fanon'un "Yeryüzünün Lanetlileri" ayarında sayılması gereken bir klasik olan) "Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi" adlı çalışmasında muktedirlerin bu kadim stratejisini şöyle özetler: "Tıpkı burjuvazinin bir proletarya imgesi sunması gibi, sömürgecinin varlığı da sömürgeleştirilenin bir imgesine çağrı yapar ve bunu dayatır. Bu imgeler, sömürgecinin ve burjuvanın varlığının ve davranışlarının şoke edici görünmemesi için bahane haline gelir." Memmi'nin yarım yüzyılı deviren ve sömürgeleştirenin sömürgeleştirilenin imgesini nasıl tayin ettiğini aktaran bu eseri, "Yunan ağustos böceği" anlatısı için gerçekten birebir. Memmi'ye göre sermayenin ya da sömürgeleştirenin "fiili zaferi asla onu tatmin etmez; bu zaferi yasalara ve ahlak kurallarına da kaydetmesi gerekir. (...) Diğer bir deyişle, zaferinden tümüyle yararlanabilmek için kendisini zaferinden ve bu zaferin kazanılma koşullarından aklaması gerekir."
Çünkü muktedirin zaferi daima bir gasp eylemidir. Yunan emekçilerinin (ve unutmayalım: İspanya, Portekiz vs. emekçilerinin de) son otuz-kırk yıllık sosyal, iktisadi ve politik kazanımlarının bir gasp eylemiyle karşı karşıya olması gibi. Ortada bir gasp söz konusu olduğu için bu eylemin "aklanması" bir gerekliliktir. Memmi şöyle yazıyor: "Gaspçılık nasıl meşruluk kazanabilir?
İki yol mümkün gözükmektedir: Gaspçının yüce erdemlerini, böyle bir ödünü hak edecek kadar yüce olan erdemlerini göstermek. Veyahut, gasp edilenin erdemsizliklerini, böyle bir bahtsızlığa yol açmadan edemeyecek kadar derin erdemsizliklerini tekrarlayıp durmak." Yunanlıların "bahtsızlığı" da işte "erdemsizliklerinin" yani öğlen uykusuna yatmalarının, bol bol frape içmelerinin, eğlenceye düşkün olmalarının, çalışmaktan haz etmemelerinin vs. ürünüdür, başka bir şeyin değil.
Memmi'nin hatırlattığı üzere, "tembellik" ya da miskinlik, sömürgeci söylemin başat ve oldukça popüler unsurlarından biridir: "Bu suçlayıcı portrede sıklıkla sözü edilen tembellik özelliğini düşünelim. Bu özellik Liberya'dan Mağrip yoluyla Laos'a kadar sömürgecilerin oybirliğiyle onayını almıştır. Bu tanımın ne ölçüde yararlı olduğunu görmek kolaydır. Sömürgeciyi yücelten ve sömürgeleştireni aşağılayan diyalektikte önemli bir yer kaplar. Üstelik ekonomik açıdan da verimlidir. Hiçbir şey sömürgecinin ayrıcalıklı konumunu çalışmasından daha haklı çıkaramaz ve hiçbir şey de sömürge insanının yoksulluğunu üşengeçliğinden daha haklı çıkaramaz. Dolayısıyla sömürge insanının mitsel portresi inanılmaz bir tembellik içerirken, sömürgecininki ise inanılmaz bir erdem isteğiyle doludur."
Oysa "tembel Yunanlı" mitini herhangi bir sıradan "google" kullanıcısının savuşturması zor değil. Çalışma saatleri, emeklilik yaşı gibi pek çok başlıkta Eurosat ya da ILO verileri miskin Yunan mitini açıkça yalanlıyor. Ancak Memmi'nin de hatırlattığı üzere mesele mitin ampirik olarak yıkılması kadar basit değil: "Doğrusunu isterseniz suçlamanın nesnel bir nitelemeyle ilgisi yoktur, dolayısıyla farklılaşabilir, olası değişikliklere maruz kalabilir değildir; suçlama kurumsaldır. Sömürgeci, suçlama yaparak, sömürge insanını tembel olarak kurumlaştırır. Tembelliğin sömürgeleştirilenin doğasında kurumsallaşmış olduğuna karar verir. Sömürgeleştirilenin, ne yaparsa yapsın, nasıl bir heyecanla yaklaşırsa yaklaşsın, tembel olmaktan başka bir şey olmayacağı belirginleşir. Bu da bizi her zaman ırkçılığa geri getirir; ırkçılık, suçlayanın yararına, suçlananın gerçek ya da hayali bir özelliğinin adsallaştırılmasını ifade eder."
Kültürel ya da biyolojik biçimiyle ırkçılık emperyalizmin daima has argümanlarından biri oldu. Alman bulvar basının miskin Yunan böceğine dair popülerleştirdiği imge (Almanya'nın eurozone'u bir yeni lebensraum olarak gördüğü devrimizde), bu emperyal geleneğin izinde gidiyor. Bizdeyse ağustos böceği ve karınca masalı başka bir milliyetçi geleneğin damarlarından besleniyor. "Meyhaneci", "küstah", "fanfaracı", "laternacı", "Avrupa'nın şımarık çocuğu" Rum ya da Yunan imgesi Türk milliyetçiliğinin (doğuş zamanlarından kalmış ve Kıbrıs gibi vesilelerle daima revaçta olmuş) klasik bir teması.
Tayyip Erdoğan ve ana akım medya "keyif ehli ve tembel Yunanlılar battı" söylemini milliyetçi bir şişinmenin vesilesi kılarlarken Türk milliyetçiliğinin bu kadim temalarından güç alıyorlar. Ağustos böceği ve karınca masalını Yunan örneğinde siesta vb. argümanlarıyla tedavüle sokmayı "masum" bir espri sayanlar da Türk milliyetçiliğinin etnisist ve kültürelci bu kadim üstünlük iddia ve argümanlarını da (elbette masumca) yeniden üretmiş oluyorlar. Söylemesi bizden... (FB/HK)