Üçüncü Enternasyonal kaynaklı sol siyasi tarihte bu tartışma, parlamentarizm ve faşizm sorunu ile başlar, Lenin'in "Sol Komünizm:Bir Çocukluk Hastalığı" adlı yapıtındaki temel sorudur bu.
Daha sonra Alman Nasyonal Sosyalizmi ve İtalyan Faşizmi yükselirken tartışma iyice alevlenir; özellikle sosyal demokrasiye karşı tutum sorunu etrafında çetrefilleşir.
Çetrefilleştiği noktada, egemen olan görüş; 1936'da İspanyada, ikinci büyük savaştan sonra Yunanistan'da yenilgiyi getiren strateji olmasına rağmen İkinci Dünya Savaşının sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinin (SSCB) Yalta'da kazananlar tarafında oturmasının doğurduğu tarihsel koşullarda doğru imiş gibi görünen, Dimitrov'un "Birleşik Cephe" formülünde özetini buluyordu.
Üçüncü Enternasyonal, Almanya ve İtalya laboratuarının acı baskısı altında hemen her kongresinde görüş değiştirse de, bıraktığı miras "Birleşik Cephe" oldu.
Şimdi soru şu: Türkiye'de, 28 Şubat 1997'ye rağmen hükümet olmayı başaran
siyasi Islam'a karşı izlenecek siyaset ne olmalı?
Mevcut Tutumlar
Açık ki, Almanya ve İtalyanın tarihsel ve toplumsal koşulları bambaşkaydı ve orada gelişen hareketin tarihsel ve toplumsal niteliği ile Türkiye'de şu ya da bu biçimde hükümet etmeyi başaran siyasi hareketin tarihsel ve toplumsal niteliği arasında analoji düzeyini geçen bir benzetme yanlış olacaktır.
Fakat şu düzeyde soru aynı: Burjuva siyaseti, sermaye birikiminin özgül gereksinimleri gereği, gündelik hayatın örgütlenme biçimini, başka bir deyişle emek gücünün yeniden üretimi sürecini konu edinen bir siyasal farklılaşmaya giderken, bu siyasetlerin her ikisine karşı da mesafe aynı mı olmalıdır?
Solun liberalizmle mesai içinde bulunan kesimi, burjuva siyasetlerinin arasındaki bu farkı görmeye yanaşmıyor ve temel sorunu, devlet ve halk arasındaki çelişkide gördüğünden, çubuğu devletin baskıcı geleneği karşısında, aşağıdan bir hareket olarak siyasi İslamın liberalleştirici dinamiği ikilemine doğru büküyor.
AKP iktidarı bu kesime göre " Muhafazakar bir Devrim" yapmıştır.Tabii, bu olumlu bulunuyor. Solun Kemalizmle mesai içinde bulunan kesimi ise, siyasi Islamı temel tehdit olarak algılıyor ve devletin Kemalist niteliğini, Birleşik Cephe siyasetinin içinde müttefik addediyor, orduya yaklaşıyor ve siyasi Islama karşı, elinden geldiğince militan bir mücadele yürütüyor.
Mesela bu ikinci kesim, geçtiğimiz hafta içinde yapılan MGK'dan görece ılımlı bir bildiri çıkmasına epeyce hayıflanmış olmalıdır. Birinci kesim ise AKP'nin MGK'yı dize getirişini sevinçle izliyor olabilir.
Siyaset Sahnesinden Çekilme
12 Eylül 1980'den beridir sol, siyaset sahnesinden, ulusal sorun etrafında gelişen hareket dışta tutulacak olursa çekildi. Bu çekiliş, yenilgi sürecini izleyen ağır bir çürümeyi de beraberinde getirdi.
Yukarıda özetlenen tutumlar da, her ne kadar belli bir iç mantık taşısalar da, gerçekte siyaset dışı tutumlardır ve bu çürümenin izlerini taşır. Her iki siyasi tutum da, en hafif deyişle artçıdır. Kuruculuk içermez ve kuruculuk içermeyen artçı bir siyasetin burjuva siyasetine alternatif olamaması, halkın bu siyasete itibar etmemesi, pek tabiidir.
Siyasi İslam
Poulantzas'ın Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar adlı yapıtında geliştirdiği siyasal analiz için elverişli bazı kategorilerini kullanarak diyebiliriz ki, siyasi İslam egemen blok içinde bir burjuva fraksiyonun siyasetidir. Bu burjuva fraksiyon, diğerinden, uluslar arası sermayeye bağımlı temel iktisadi politikalar düzeyinde değil, birikim sürecini hızlandırmak için gereksindiği, devlet dolayımlı birikim araçlarının denetlenmesindeki rekabet ve sömürü oranının arttırılması için emek gücünün yeniden üretimi sürecinin dinsel yaşantı dolayımı ile yeniden düzenlenmesi talebi nedeni ile ayrışmaktadır. Dolayısıyla sol siyaset bu iki temel noktayı iyice açıklaştırmak ve buna göre siyasi Islama karşı tutumunu belirginleştirmek durumundadır.
Birinci Nokta
Birinci nokta, yani kamusal zenginliğin devlet dolayımı ile burjuvazinin Islami fraksiyonuna aktarılması yoluyla birikimin hızlandırılması, burjuva fraksiyonlar arasındaki bir meseledir ve sol siyaset açısından şu ya da bu fraksiyona karşı özgül bir tutum almayı gerektirmez.
Daha somut konuşacak olursak, AKP hükümeti, 32 sayılı K.H.K.'da "yeşil sermayeye özel pazar" açan değişiklikleri dikte etti. SPK, önceki hükümetler döneminde, İslami sermayenin "kar ortaklığı senetleri" ile sermaye toplamasını izliyor ve müdahale etmeye çalışıyordu. Gerçekten de İslami şirketlerin değerlerini kendilerinin belirlediği bu kağıtlar tam bir "üçkağıt"tı.
AKP, şimdi bunları yasallaştırmış oldu. Bu değişiklikler, İslami sermayenin "kâra dayalı olmayan" ve "denetlenmeyen" kendisine ait yeni bir borsa kurmasını güvence altına aldığı gibi, devletin de, işte "Baraj Gelirlerine Dayalı Kara Dayalı Olmayan Tahvil" çıkararak katılacağı ve çatışma kaynağı olan sorunu; yani İslami sermayenin devlet dolayımlı sermaye birikimden payını almasını sağlayacak İslami Borsa'yı kurmasını kolaylaştıracak.
Bu yolda adımlar da atılmış bulunuyor. Bu sorun, burjuva fraksiyonları arasında amansız bir mücadeleyi gündeme getirecek kadar büyüyebilir. Buna rağmen devletin, işlevi gereği, buna bir biçimde müdahale edeceği, bu konuda egemen blok içindeki çatlakları giderici önlemleri alacağı ve burjuva egemenliğinin yeniden üretimini sağlayacağı söylenebilir.
Aksi de mümkün: yakın vadede ikili sermaye piyasası sorun olarak görülmeyebilir de. Şu ya da bu halde bu sorun, emekçilerin gündemi değildir; sol siyaset sınıf mücadelelerinin genel seyri içinde egemen bloğu bir bütün olarak karşısına almalıdır.
İkinci Nokta
İkinci nokta ise, sanılandan çok daha fazla sorun ve görev çıkarmaktadır solun önüne. İslami fraksiyon, emek yoğun sektörlerde faaliyet göstermektedir.
Toplumsal hayatın dinsel normlara göre örgütlenmesi, modern iş hukukunun -ki bu modern sınıf mücadelelerinin bir ürünüdür- yarattığı sınırlar hilafına emek sömürüsünün artmasını kolaylaştıracak, kadın emeğinin üretimden çekilişini sağlayacak; dişin nasıl fırçalanacağından, cinsel birleşmenin nasıl yapılacağına kadar gündelik hayatın her noktasını uhrevileştiren dinsel norm aracılığıyla tüketim denetlenecek (bu da emek gücünün yeniden üretim maliyetlerinin düşürülmesi demektir), sonuçta sömürü oranı arttırılarak birikim hızlandırılacaktır. Keza, paranoya yaratacak denli ayrıntılı (tavuk kesim
usulünden, cenazede ne kadar ağlanabileceğine dair her şeyi içeren) ilmihallere göre sürdürülmesi gereken bir yaşamın, kitlelerdeki ideolojik bağlılığı yeniden üretmesi çok daha kolaydır. Fas'ta ve Cezayir'de yaşananlar ve bu konuda özellikle Berberiler arasında örgütlü Cezayirli Devrimci Marksist Partinin analizleri özellikle aydınlatıcıdır.
Siyasi İslam'a Karşı
İşçi sınıfı için siyasi İslam, maddi yaşamına yönelik özel bir tehdittir.Işçi sınıfının tarihselleştirildiğinde bütün insanlığa şamil çıkarlarını örgütleyen sol bir siyasetin bu özel tehdide yönelik özel bir siyasi tutum alması sınıf mücadelelerinin bir gereğidir.
Bu mücadelenin bir ayağını, militan materyalizmin savunusu oluşturur. Militan materyalizm, sanıldığının aksine bir teizm, ateizm tartışması yürütmez. Aksine, gündelik hayatın dinsel safsatalardan arındırılması ve dinin siyasal hayattan kişilerin özel hayatlarına çekilmesi doğrultusunda bir aydınlanma mücadelesi yürütür.
Bu mücadele çağımızda, emperyalist metropollerde gelişen ve bilimsel bilgiye karşı tutum içeren çeşitli felsefelere karşı da savunulacak tarihsel bir aydınlanma perspektifi içerir. Çağımızda burjuva aydınlanması ölmüştür; içinden her türden gericiliğin çıktığı burjuva aydınlanmasının mezarıyla eşelenmek değildir solun işi.
Yeni, tarihsel bir aydınlanma kavgası başlatmaktır; devrimci bir aydınlanma. Saddam'ın ve Bush'un konuştuğu dilin ne kadar aynı olduğu bütün dünya kamuoyunun malumu; solun işi bu dillerden birini tercih etmek değil, bu dili reddetmektir. Açık ki, İslami fraksiyonun işletmelerinde istihdam edilen emek gücü, yoğun bir dini ideolojik saldırı altındadır.
Emek gücünün yani işçilerin pek azı sendikalıdır; sendikalı olanlar da HAK-IŞ'e üyedir. HAK-IŞ'e bağlı sendikalar sanıldığından çok daha fazla İslami sermaye ile haşır neşirdir.
Dolayısıyla, işçi sınıfının bu kesiminin gündelik sınıf mücadeleleri içinde kazanılarak İslami ideolojiden arındırılması, kendi bağımsız siyasetleri doğrultusunda örgütlenmelerinin sağlanması özel önemde bir görevdir.
Özellikle sendikal mücadele içinde yer alan sol kadroların buna yönelmesi ve çoğu örgütlü olamayan işyerlerinde hızla örgütlenmesi, HAK-IŞ örgütlülüklerini de zaman içinde sınıf mücadelesine katması gerekmektedir.
Görülüyor ki,sorun, sol açısından basitçe türban ya da devlet protokolüne haremlik selamlığın sokulması değildir; bu göstergeleri yeşerten maddi hayata siyasi ve ideolojik müdahaledir.
Türk Modernleşmesi
Türkiye solunun tarihsel dinamikleri, onun Kemalizmle arasındaki ilişkiyi çetrefilleştirdi. Modernleşme hareketi, kapitalizmin gelişimi tarafından belirleniyor, işçi hareketinin cılızlığı solu modernleşme hareketinin bir ürünü olmaya mahkum kılıyordu. Halbuki, geride bıraktığımız yüzyıl, çoktan siyaseti dünyasallaştırmıştı.
Buna rağmen, solun dünyasal olandan bu kadar az güç alması ve Komintern'i bile yanlış yönlendirmesi, elbette ders alınması gereken bir hatadır. Kominternin yanlış politikaları ile birleşen bu hatanın trajik sonucu, solun modernleşmenin çirkin ördek yavrusu olma sendromundan kurtulamaması oldu. Halbuki, çirkin ördek yavrusu, altmışlı yıllarda serpilip gelişmiş, siyasal bir işçi hareketi suretinde güzeller güzeli bir kuğu olarak İstanbul sokaklarını 15-16 Haziran'da dolanmıştı.
Yine de sol, yetmişli yıllarda, içine yuvarlandığı iç savaş ortamında Türk Modernleşmesi karşısında eleştirel bir tutum alamadı. Bu eleştirinin, ileriye dönük bir eleştiri olması gerekiyordu. Yenilgiden sonra, solun bir kesimi bu eleştiriye giriştiğinde ise Saidi Nursi'nin eleştirisi ile solun eleştirisi arasındaki farkın bilincinde değilmiş gibi davrandı. Bugün "Muhafazakar Devrim"den söz edenler, bunun en açık örneği.
Geriye Dönüş Sorunu
Yaygın görüş, Türkiye'deki modernleşmenin geriye döndürülemeyeceği yönünde. Bu kanı, tamamen sorunun yanlış sorulmasından doğuyor. Siyasi Islam, sanıldığının aksine ortaçağdan gelen bir siyasi akım değil ki, soru bu şekilde sorulabilsin. Siyasi İslam modern bir siyasi hareket.
Yani sorun geriye dönüş değil, bu modern siyasi hareketin, uluslar arası sermaye ile uyum içinde özgül bir siyasi rejim kurmayı başarıp başaramayacağı. Bu rejim kısmi demokratik nitelikler de taşıyabilir.
Sonuçta gündelik hayatın İslamileştirilmesi, siyasi katılımın ortadan kaldırılmasını illa gerektirmez; hatta hayatı Beyoğlu'ndan ibaret sananlar için, bu rejim kökleşirken hiçbir şey değişmemiş gibi dahi görülebilir.
Mesela Baykal siyaset yapmaya devam edebilir; sorun daha çok egemen blok içindeki hakim fraksiyonun (ki, bizim gibi ülkelerde, metropol sermaye ile birlikte yerli büyük burjuvazi hakim fraksiyondur),bunu tercih edip etmeyeceği. Ama özellikle yoksul emekçi mahallelerinde ve taşra il ve ilçelerinde bambaşka bir gerçek hayat yaşanmaktadır. Siyasi İslam emekçilerin gündelik hayatını esir alarak gelişmeye devam ediyor.
Cephe Siyaseti
Yanlışta ısrar edenler, sadece liberaller değil kuşkusuz. Devletin işlevi konusunda kafaları bulanık bazıları, onun silahlı gücünün cumhuriyetçi geleneğinden medet umuyorlar. Sol siyaset bu kulvarda da yürüyemez.İspanya ve Yunanistan, burjuvazinin şu ya da bu fraksiyonu ile yapılacak bir stratejik ittifakın imha sonucunu doğurduğunu gösterdi.
Bugün, elbette, sol, biriyle ittifak yapıp bozabilecek bir maddi güç değil. Bu bakımdan, yaptığımız analiz, daha çok, solun böyle bir maddi güç haline gelebilmesinin koşulları ile ilgilidir.
Dünyada sol, yeni bir enternasyonal hüviyetle gelişme eğilimine girmişken, Türkiye'de solun burjuvazinin şu ya da bu fraksiyonunun güncel çıkarları için yürüttüğü mücadeleler içinde kendi görünürlüğünü yitirmesi ya da savaş karşıtı harekette olduğu üzere, burjuvazinin özgül olarak mücadele edilmesi gereken bir fraksiyonunun ideolojik temsilleri ile toplumsal bir uzlaşı içinde imiş gibi görülmesi kabul edilebilir olmadığı gibi, anlaşılır da değildir.
Gündelik Hayat
Daha çok Kemalistler tarafından gündeme getirildiği için gerçek bir siyasal sorun değilmiş gibi algılanan siyasi İslamın modern gündelik hayatı denetleme talebi, sanıldığından çok daha önemli maddi bir temele dayanan gerçek bir siyasal mücadele alanı açmaktadır.
Özellikle sol feminist hareketin, bu soruna liberal yaklaşımların etkisi altında, cumhuriyetçi bir totalitarizme düşme kaygısı ile yaklaşması esef vericidir. Sosyalist hareketin, evrensel olarak, laik ve cumhuriyetçi gelenek içinde geliştiği ve bu geleneği içerip aştığı apaçıktır.
Bu özümseme tarihsel sınıf mücadeleleri içinde gerçekleşmiştir. Laikliğe ve cumhuriyetçiliğe yönelik ideolojik saldırı, sadece burjuvazinin Islami olmayan fraksiyonunun sorunu olmadığı gibi; bu saldırıya karşı mücadele, bağımsız olarak yürütülemeyecek, her şart ve koşulda burjuvazinin egemen blok içindeki hakim fraksiyonuna yedeklenmeyi getirecek bir nesnellik içermez.
Bu basitçe şu anlama gelir: Devletin koyduğu türban yasağını savunmak ve onun arkasına sığınmak solun işi değildir; ama türbanlı ya da sakallı bir kamu görevlisinin kamu hizmetinde ayrımcılık doğuracağını söylemek de bu yasağın ardına saklanmak değildir.
Devlet protokolüne haremlik ve selamlığın sokulması ya da doğal bir felaket olan ve önleyici kamu denetimi ve kamu yatırımları yapılmadığı için yüzlerce insanın ölümüne sebep olan depremin ardından birilerinin "açık saçık gezdiler, Allah cezalandırdı" demesi, şimdilik kimilerine sorun olarak görülmeyebilir.
Ama bunun ardından gelecek olan şey, hukukun dinsel normlara tabi kılınmasıdır ki, kimse farkında değilmiş gibi yapmasın; özellikle bazı kadın dernekleri 'bu bizim talebimiz idi' diyerek görmezden gelmesin, Aile Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun ile bunun yolu açılmış bulunuyor. Özellikle Adalet Bakanlığı Teşkilatında gerici kadrolaşma had safhadadır.
Bu kanun ile aileyi korumak adına boşanma zorlaştırılmakta, hakimin inisiyatifi arttırılmaktadır. Bu ülkede hakim ve savcıların önemli bir kısmının tarikat kapılarında gezindiği herkesin malumudur. Bu işler böyle başlar. Nitekim özledikleri toplumsal hayata ilişkin ipuçları, bazı kasaba ve illerde uç vermiştir. Bunlar da biliniyor.
Şu halde sorun, toplumsal hayata nüfuz eden, ama burjuva egemenliğinin somut aracı olan devletten tamamen bağımsız, siyasi Islam karşıtı bir mücadeleyi geliştirmekle aşılabilir. Bu da esas olarak emek yoğun sektörlerde örgütlü Islami sermayenin fabrika ve işletmelerinin kapılarını devrimci siyasete açmakla başarılabilir. Bu işe girişildiğinde, dinin ne kadar büyük bir sömürü aracı haline dönüştüğü bizzat görülebilir.
Yeni Bir Dünya
Eğer başarabilirse, sol için, AKP iktidarı, ideolojik düzeyde ayrı hegemonya projeleri olan burjuva fraksiyonları karşısında yürüttüğü mücadeleyi bütünleştirebilmek ve devlet iktidarını bu mücadelenin merkez hedefine oturtmak için olanaklar içeriyor.
Bunun için, sol liberalizm ve sol Kemalizmin artçı tutumunun dışında bir yol açmak ve halka yabancılaşmadan sahici bir siyasal işçi hareketinin olanaklarını fiilen araştırmak gerekiyor. Dünya, çırpınan ABD hegemonyasının hezeyanları içinde doğum sancıları çekerken, Türkiye'den dünyanın yeniden kurulmasına yapılması gereken katkının anahtarlarından biri bu dersek, yanılmış olur muyuz?
Şimdilik, ihtiyat bizde kalsın, malum, tek doğrulayıcı pratiktir. Yine de unutmayalım: 1 MAYIS meydanını dolduran işçi, emekçi ve devrimciler, geleceği kurmaya, yanlış "Birleşik Cephe"lerde artçı olarak kalmadıkları müddetçe, şimdiki güçsüzlüklerine rağmen muktedirdir.(SE/NM)