Bütün büyük olaylarda olduğu gibi, medyanın Ergenekon davasını ele alış biçimi de eleştirilere neden oluyor. Yine, herkes eleştiriyi, filin kendi tuttuğu tarafından yapmakta. Hemen kimsenin işin doğrusunu dinlemeye ve uygulamaya niyeti yok. Siyasal kapışmanın doruğa çıktığı şu günlerde "doğru" olan kimseyi ilgilendirmiyor. Herkes fırsat bu fırsattır deyip hasım gördüğüne bir sille patlatmak çabasında.
Bu hasım, bir siyasi parti, rakip kuruluş ya da medya grubu olabilir...
Yalnız, bu sefer karşımıza çıkan medya krizinin öncekilerden çok daha derin olduğunu söyleyebiliriz. Bu kez bazı medya organları, dolaylı ya da kesintili olarak değil, doğrudan doğruya ve sürekli olarak, silah olarak kullanılıyorlar. Bunların medya etiği filan gibi kaygıları olmadığını, en azından, şu günler için gereksiz sayıldığını görüyoruz.
“Siyasi yarar söz konusu ise, başka her şey teferruattır.” Sanki tek inandıkları ilke bu. "Siyasi yarar"ın yerine kullanılan kelimenin çoğu kez "demokrasi" olması durumu değiştirmiyor.
Malum, demokrasi bir sonuç değil, bir süreçtir. Bağımsız mahkemeler tarafından adil biçimde yargılanma hakkının yanı sıra, mesleki etik ilkelerine uyan bir medya da o sürecin parçaları arasındadır.
"Sızdırma haber" sorununun bu kadar büyük boyutta yaşandığı başka bir dönem hatırlamıyorum. Birçok yerden itfaiye hortumu gücüyle fışkıran kirli suya bakınca, "sızdırma" kelimesinin ne kadar yetersiz kaldığını görebiliyorum. Birileri medyaya, verilmemesi gereken birtakım bilgileri ve belgeleri sürekli olarak servis yapıyor. Onlar da bunları anaların helal sütüymüş gibi tepe tepe kullanıyorlar.
Ve hatta, başarılı gazetecilik yaptıklarını ilan ederek övünüyorlar!
Hiçbir işe yaramayacağını bildiğim halde, gazetecilik okulları düzeyine dönüp, meslekle ilgili bazı evrensel kuralları hatırlatmak istiyorum.
Habercilikte bir yerlerden sızdırılmış gizli bilgi elbette önemli olabilir. Soruşturmacı ve araştırmacı gazeteciliğin en başarılı örneklerinde bunlara rastlanabilir.
Ama nasıl rastlanabilir: Haberin çıkış noktası olarak rastlanabilir, bizzat kendisi olarak değil!
Sızdırma bilgi, büyük bir "puzzle"ın etrafı doldurulması gereken ilk parçasıdır. Doldurma işini muhabir yapar. İyi yaparsa bütün meslek ödüllerini kapar. Verileni olduğu gibi aktarmakla yetinirse, muhabir değil "muhbir"in uzantısı olarak meslek kamuoyunca ayıplanır.
Bir yerden çok önemli bir gizli belge ya da bilgi geldiğinde, eğer gerçek bir belge olduğuna inanılıyorsa, muhabirin gene de sorması gereken üç soru vardır:
1) Bu bilgiyi bana kim verdi? (Normal olarak okurla paylaşılır ama ender durumlarda paylaşılmasa bile kaynak önemlidir.)
2) Bu bilgiyi o kaynak niçin başkalarına değil de bana verdi?
3) Bu bilgiyi sızdırmakla ne yapmak istiyor? Gerçek amacı, "motif"i ne?
Bu iki soru özellikle önemlidir, çünkü motifi bilmezseniz birilerinin kullandığı bir alet ya da silaha dönüşebilirsiniz. Siyasetçilerin medyayı kullanmak istemesi, onlar açısından normaldir. Gardını alması gereken medyadır. Kullanıldığını bile bile kendisini kullandıranları ise, başkaları hoş görse bile, basın tarihi affetmez.
Büyük soruşturmacı haberler, sızdırma bir belgeden yola çıksa da, muhabirin iğneyle kuyu kazarcasına oluşturduğu yapılardır ve her zaman onun adıyla anılırlar. Bizdeki sızdırma haberlerin çoğunun muhabirlerini bilen var mı?
Son günlerdeki sızdırma tufanı sırasında çok kirli su yuttuğumuza şüphem yok. Bunlardan bir kısmını önümüzdeki günlerde kusacağız.
Ama en azından, mesleki açıdan kül yutmayalım!(HŞ/EÜ)