Geçtiğimiz aylarda bazı "müstehcen kitap" davaları haber olmuştu. Müstehcenlik karşısında halkın ar ve haya duyguları nasıl korunur? Yasayla ne yasaklanmalı veya hangi eylemler cezalandırılmalı? Bu soruların yanıtını Türk Ceza Kanununa bakarak verebiliriz.
426 ıncı madde halkın ar ve haya duygularını inciten veya cinsi arzuları tahrik ve istismar eder nitelikte genel ahlaka aykırı eylemleri cezalandırmaktadır. Her nevi kitap, gazete, risale, mecmua, varaka, makale, ilan, resim, tasvir, plak, afiş, pankart, televizyon ve teyp bantları, fotoğraf, sinema veya projeksiyon filmlerini veya diğer anlatım araç ve gereçlerini teşhir etmek, dağıtmak, satmak, imal ve ithal, ihraç etmek, nakletmek, taşımak, ticaretini kolaylaştırmak, bunları tedarik etmek, tedarik edebileceğini bildirmek veya ilan etmek ve benzeri fiiller suç sayılmıştır.
Bu suçun cezası bu yıl için 4 milyar 542 milyon 890 bin 283 liradır. 2004 yılında para cezası yeniden değerleme oranına göre artacaktır.
Eğer bu fiiller yazılı gazete, dergi veya kitap yayınıyla yani "yayın yoluyla" işlenirse, yayın organının sahiplerine; eğer yayın bir aydan az süreli ise bir önceki ay ortalama fiili satış miktarının, aylık veya bir aydan fazla süreli ise bir önceki fiili satış miktarının toplam satış bedeli tutarının yüzde doksanı kadar ağır para cezası verilir.
Süreli yayının sorumlu müdürüne de sahibine verilecek cezanın yarısı uygulanır. 427 inci madde ise neşretmek ve dağıtımını yapmak üzere halkın ar ve haya duygularını inciten veya cinsi arzularını tahrik ve istismar eder nitelikte genel ahlaka aykırı kitap, makale, varaka ve ilan yazmak suçtur.
Bu tür eseri meydana getiren yazarlar ile bu nitelikte makale, yazı ve resimleri olan gazete ve mecmua gibi süreli yayınların sahipleri ve süreli olmayan diğer basılmış eserleri yayınlatanlar 426 ıncı maddeye göre cezalandırılır. Ayrıca her iki madde kapsamına giren yazılı evrak ve eşya "müsadere ve imha" olunur.
Uygulamada neyin müstehcen, hangi yayının estetik ölçülere sahip olduğu sürekli tartışma konusudur. Müstehcenlik nedir veya ne değildir sorusunun yanıtı bilimsel ve hukuksal olgularla verilmelidir.
Halkın ar ve haya duygularını incitecek (söz, yazı v.s.) ve bu tanıma göre müstehcenlik kavramı topluma, kişiye, çevreye göre normatif sayılmalıdır. Bunun bir sınırı bulunduğu da kuşkusuzdur. Örneğin "erotizmin", sevginin cinsel yönünü ve cinsel aşkı anlatması açısından edebiyat, resim, tiyatro, fotoğraf, film gibi her türlü sanat dalının bir türü olarak kabul edilmiştir.
3266 sayılı yasa ile bu tür yayınlar için "Resmi Bilirkişilik" sistemi getirilerek Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu kurulmuştur. Uygulamada yargıya hangi yayınların "müstehcen" olduğu konusunda "raporlar" vermektedir.
Fakat bu Kurul Başbakanlığa bağlı olduğundan tarafsız sayılamaz. Kurul üyelerinin ücretleri devlet tarafından ödenmektedir. Kurul yönetsel birim olarak "yürütme" içinde yer aldığından "yansız" sayılamaz. Verdiği raporlar Anayasaya aykırılık itirazları nedeniyle Anayasa Mahkemesi kararlarında tartışılmıştır.
Görüşümüze göre Kurulun rapor vermesi Anayasanın 138. maddesine aykırıdır. Yargıya hiç kimse ve hiç bir organ tavsiye ve telkinde bulunamaz. Yayınlarda "müstehcenliğin" tespiti "resmi bilirkişilere" bırakılamaz. Her ne kadar savcılık ve mahkemeler böyle bir rapor ile bağımlı değilse de, genellikle davalar Kurul raporuna dayalı olarak açılmakta veya açılmış olan davalarda Kurula görüş sorulmaktadır.
Böylece halkın ar ve haya duygularının incinip incinmediği, genel ahlak veya yayınlarda cinsel arzuları tahrik veya istismar eden niteliklerin bulunup bulunmadığı "resmen" belirlenmiş olmaktadır.
İşte "müstehcen yayınlar" ile ilgili dava dosyalarında çoğunlukla bu Kurulun raporları vardır. Mahkemeler çoğunlukla bu raporlara göre karar vermektedir. Müstehcen sayılan kitapların, mecmuaların toplatılması ve imhası gibi kavramlarda kamuoyunda sürekli tepkiye neden olmaktadır.
Oysa mahkemeler yayını müstehcen sayar ve mahkumiyet kararı verirse ayrıca "müsadere" kararı da vermek zorundadır. Çünkü yasa böyledir. "Kitapların imhası" veya "kitapların yakılması" gibi haber başlıklarıyla kamuoyuna duyurulan bu davalar haklı bir tepki oluşturmuştur. Bu tepki de TCK'da yasal değişiklik yapılmasına neden olmuştur.
Yedinci uyum yasası olan 4963 sayılı "Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun" 7.8.2003 günlü Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasayla TCK.nun 426. maddesine "Bilim ve sanat eserleri ile edebi değere sahip olan eserler bu madde kapsamı dışındadır" şeklinde bir fıkra eklenmiştir. Yine TCK.nun 427. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan " ve imha" ibaresi madde metninden çıkarılmıştır. Böylece, suça konu eşyanın imhası yerine sadece müsaderesine (zor alımına) karar verilecektir.
Değişiklik olumludur. Ancak yayınlanan eserin müstehcen olup olmadığına veya "bilim ve sanat eseri" veya "ebedi değere" sahip olduğuna kim karar verecektir? Kuşkusuz bu görev mahkemelerindir. Ama konu hakkında yargıya gereken "yardım" için bilirkişiler kimler olacaktır? Dava konusu olacak eser müstehcen midir?
Bilim ve sanat eseri midir yoksa ebedi değeri var mıdır? Halkın ar ve haya duyguları incinmiş sayılır mı? Bu soruların yanıtını Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu vermeye kalkar ve adına da "bilirkişi raporu" denirse hiç hoş olmayan bir tartışmanın içine gireriz.
Aslında böyle olacak. Eğer mahkemelerde bu Kuruldan rapor ister ve buna göre karar verirlerse; hangi eserin "bilim ve sanat eseri" veya "ebedi değerde" bir eser olup olmadığına artık Başbakanlığa bağlı bir "resmi bilirkişi" kurulu karar vermiş olur...Bu tehlikeli ve tartışmalı bir yoldur.
Çünkü bu yol seçilirse artık cinsi arzuların tahrik edilip edilmediği, halkın ar ve haya duyguları ile genel ahlakımız da Kurul raporlarına bağlanacak ve "siyasileşmiş" olacak... (Fİ/NM)
2