Gazetecinin görevi, özellikle seçim kampanyaları döneminde adaylar hakkında kamuoyunda oluşan tüm endişeleri yanıtlayacak her türlü soruyu kamu adına siyasetçiye sormaktır.
Siyasilerin kamuya hesap verme yükümlülüklerinin asıl takipçileri, kamuoyunu bilgilendirme yükümlülüğü taşıyan gazeteciler olmalı, zira seçim öncesi ve seçim sürecinde alternatif siyasi düşüncelerin, parti ve adayların söylemlerinin seçmene iletilmesinde medyanın rolü her zamankinden daha çok önem taşıyor.
Meslek etiği
Öte yandan, zaman zaman siyasilerin gazetecilerin editoryal çizgisi üzerine baskı girişimlerine de tanıklık ediyoruz.
Gazeteci ve siyasetçi arasındaki ilişki simbiyotik bir ilişki, özellikle de haber kaynağı siyasetçi olduğu zaman, gazetecinin en çok önem vermesi gereken ölçüt “temas ve mesafeyi dengede” tutmak olmalı.
Politikacıların “oksijen” kaynağı medya olduğundan, gazetecilerin kendi görüşleri ve izledikleri politikaları hakkında yazmalarına ihtiyaç duymaları, bu fırsatı kaçırmak istememeleri son derece olağan ama bunu yaparken medya ile “boks maçına çıkarmışçasına” bir eda ile kavgaya tutuşmak, gazeteciye küsmek, gereksiz tartışma ve polemiklere girmek, hakaret etmek, elinde kaynak olmasına rağmen “senin elinde kaynak yok” diye iddia etmek veya “programına çağırdı gitmedim” gibi beyanlar kutuplaştırıcı, ortamı gerici ve siyasi sorumluluktan uzak davranışlara işaret ediyorlar.
Aslında Muharrem İnce’nin gazeteciler ile hafızalara kazanan ilk sorunlu ilişkisi İsmail Küçükkaya ile yaşanmıştı.
2018 Seçimleri’nde Muharrem İnce’nin İsmail Küçükkaya’ya whatsapp üzerinden gönderdiği “Adam kazandı” mesajını ekranlara kilitlenmiş olan tüm ülke izlemişti ve Cumhurbaşkanı adayı sorumluluk taşıdığı seçmenlerine hiçbir açıklama yapmadan ve hatta sonradan da özür dilemeden adeta sırra kadem basmıştı.
Sonraki süreçte İsmail Küçükkaya’yı kast ederek, mesajını kamuoyuna açıkladığı için Küçükkaya için “dostumu iyi tanıyamamışım” açıklamasını yapmıştı.
Küçükkaya’nın mesajı okuması/okumaması hakkında birtakım şeyler söylendi o günlerde, kanımca tüm ülke nefesini tutmuş beklerken ve İnce mesaj atmışken Küçükkaya’nın mesajı okuması kaçınılmazdı, ayrıca da “off the record-kayıt dışı” bir uyarı gelmemişti İnce’den.
Ancak burada üzerinde durmak istediğim husus, gazetecinin mesajı kamuoyu ile paylaşıp paylaşmamasının doğruluğu/yanlışlığı değil, o da başka bir tartışma konusu şüphesiz. Bu vesileyle şu önemli ayrıntıyı da göz ardı etmeyelim. Gazeteci, bir haberin gerçek ya da algılanan bir çatışmaya yol açıp açmayacağını belirlemek için kendisine şu soruyu sormalı:
Gazetecinin, haber kaynağıyla (siyasetçi) özel olarak kurduğu ilişki herhangi etik dışı bir etkileşimin var olduğu görünümü yaratacak mı? Örneğin, gazetecinin siyasetçi ile arkadaşlık /dostluk ilişkisi olduğunu öğrendiğinde kamuoyu nasıl tepki verecek? Gazeteci ve/veya siyasetçi ile ilgili olarak kamuoyunda nasıl bir algı oluşacak?
Burada vurgulamak istediğim, gazetecinin birincil görevinin siyasetçi ile dostluğunu gözetmek değil, kamunun bilgi edinme hakkına hizmet etme sorumluluğu hususu.
Politikacıların bazıları bazı gazetecilere daha yakın durabilir, onları daha fazla “dost” gibi görebilir, diğerlerine daha temkinli davranabilirler. Aslında mesafe ve temas dengesi sırf gazetecinin değil siyasetçinin de gözetmesi gereken bir kural.
İnce bir başka polemiği de Tele 1, Halk TV ve KRT’nin, CHP ve İyi Parti’den para aldıklarını iddia ettiği için ona yanıt veren gazeteci Merdan Yanardağ ile yaşadı ve gazeteciye “Uyanık, tetikçiliği bırak!” ben şerefim üzerine yemin ederim ki her ay CHP ve İyi Parti’den para alıyorsun. Sende şeref varsa yemin et” tarzı ifadeler kullandı.
TV istasyonlarını ve gazetecileri hedef alan, itibarsızlaştıran, düşmanlaştıran, iftira niteliğinde kullanılan bu ayrıştırıcı dil son derece tehlikeli olduğu kadar talihsiz de.
Daha sonra İnce’nin başka gazetecileri aradığını veya mesaj attığını öğreniyoruz, Nevşin Mengü’yü de arayarak, “elinde veri yok, neye göre konuşuyorsun” dediğinde Mengü’nün “Var elimde veri' yanıtına 'Yok ya, nereden olacak senin elinde veri?” gibi ısrarcı konuşmalar yaptığını duyuyoruz.
Sonra Fatih Portakal’ın açıklamalarından, İnce’nin iddia ettiği gibi, kendisini programa davet etmediğini, bizzat İnce’nin kendisini aradığını ve Twitter'daki Cumhurbaşkanı anketinde adının yer almaması nedeniyle sitemde bulunduğunu, bunun üzerine, İnce'yi yayınına davet ettiğinde, katılamam dediğini, o halde Perşembe katılın dediğinde de size bundan sonra katılmayacağım diyerek reddettiğini öğreniyoruz.
Elindeki whatsapp mesajlarının da bir kanıt oluşturduğunu söylüyordu ekranlarda Portakal. Tüm bunlar, kutuplaştırıcı, ortamı gerici ve siyasi sorumluluktan uzak davranışlara işaret ediyorlar.
Bu bağlamda siyasetle uğraşan kişilerin kendilerine yönelik sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere de katlanması gerekir, gereken zor soruları sormak, eleştirmek gazetecinin işi ve kamuya olan sorumluluğu.
Ancak İnce eleştirilere karşı çok hoşgörüsüz tepkiler veriyor. Gazeteci sürekli siyasetçinin hoşuna giden şeyleri yazıp söylemez, zaten söylememeli de.
Aksine burada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararını hatırlatmakta yarar var; siyasetçilere yönelik eleştirinin sınırı özel kişiler için olandan daha geniştir ve bu durum günümüzde yerleşik bir ilke haline gelmiştir.
Bu bağlamda siyasetle uğraşan kişilerin kendilerine yönelik sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere de katlanması gerekir. Şüphesiz gazeteci ve siyasetçi de bu süreçte gereksiz tartışma ve polemiklere girmemelidir.
İsmail Saymaz’dan da İnce’nin kendisine küstüğünü, telefonlarını yanıtlamadığını öğreniyoruz, Saymaz neden küstüğünü de bilmediğini söylüyor.
Siyasetçinin, hele hele Cumhurbaşkanı adayının gazeteciye küsmesi sorunlu ve yanlış öğrenilmiş bir davranış kalıbı, bunun yerine kendini doğru ifade etmesi gerekir. Kolay küsen insanlar kamuoyunda öz-güvenleriyle ilgili bir sorunları olduğuna dair algı oluşturuyorlar.
Rövanşist bir seçim stratejisi
Fatih Altaylı’nın programına da kendisini davet etmesi için Altaylı’yı aradığını öğreniyoruz, İnce’nin suçlayıcı ifadelerinden “Beni satmışlar resmen satmışlar! Benim hatam partime güvenmekti. Beni o akşam hançerlediler” tarzı açıklamalar ile beş yıl önce yaşadığı mağduriyetini, yalnız bırakılmışlığını ve bundan duyduğu öfkeyi çok net olarak halen yenemediğini görüyoruz.
Seçim öncesi atmosferde olayları kişiselleştirerek, bir dönem Cumhurbaşkanı adayı olduğu CHP’yi ve gazetecileri hınç dolu bir biçimde eleştirmek Muharrem İnce ne yapmak istiyor? Neden rövanşist bir seçim stratejisi izliyor sorularını akla getiriyor.
“Memleket meselesi” söylemine kendini bu denli atfetmiş bir Cumhurbaşkanı adayının, medyanın demokratik yükümlülüklerini görmezden gelip, gazetecileri “düşman” ilan etmesi hem kendi itibarını ve güvenirliğini hem de toplumsal barış ve sağlıklı bir seçim sürecini baltalıyor.
(YGİ/EMK)