Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği mücadelesini kazandı. Siyah Pembe Üçgen'e İzmir Valiliği'nin başvurusuyla, "tüzüğünün ikinci maddesinin 'genel ahlaka ve ailenin korunmasına' aykırılığı" iddiasıyla açılan kapatma davasını mahkeme reddetti.
Sivil toplum örgütlerinin ve siyasal partilerin de desteğiyle sesini kamuoyuna duyurmayı başaran Siyah Pembe Üçgen'in "kapatılmayışının" kodlarını incelemek şart. Acaba, Türkiye'de sivil toplumun güçlendiği çağ başladı mı?
Daha da ileriye gidersek, bu karardan yola çıkarak Hannah Arendt'in Amerika'da gerçekleşmesini en mümkün gördüğü "toplumsal sivil itaatsizlik hareketi"nin Türkiye'deki geleceğini görebilir miyiz?
Türkiye'de cumhuriyetin kurulduğu 1923'ten bu yana içinden yaşanan süreçleri çeşitli bölümlerde incelemek mümkün. Ancak siyasi partilerden bağımsız bir sivil örgütlenmeye rastlamak için 20. yüzyılın sonlarına ilerlemek gerekiyor.
Türkiye'de özellikle kadın hareketi mücadelesinin, eril dünyaya rağmen kadını ayakta tutmak üzere verilen savaşımın sertliği ortada. Tecavüz ve cinayetlerin üstünün örtüldüğü bir ülkede, kadın hareketinden çok daha zorlu bir mücadeleyi lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel (LGBTT) örgütlenmeleri veriyor. Ve elbette Siyah Pembe Üçgen... LGBTT bireyler, bu derneğin çatısı altında bir araya gelerek toplumun tüm kurumlarına sızmış eril ve muhafazakar algıyla mücadele ediyorlar.
Azra'nın cenazesine sahip çıkacak bir aileye ihtiyacı vardı
Bugün (30 Nisan) Pembe Üçgen'in son günü olabilirdi. Mahkeme, eşcinsellerin örgütlenme hakkı olmadığına yani - örgütlenme bir insan hakkı olarak anayasal güvence altına alındığına göre- "insan sayılmadığına" karar verebilirdi.
Bunun, Türkiye gibi bir ülkede mümkün olduğunu hepimiz biliyoruz. Son örnek, İzmir'de "seri katil kurbanları"nın yası tutulurken Azra'nın nasıl yok sayıldığıydı. Azra travestiydi. Bu ülkede bir travesti olarak yaşaması büyük günahtı. Haklarını koruyacak, cenazesine sahip çıkacak bir aileye ihtiyacı vardı. Ve o aile, Siyah Pembe Üçgen'di.
Bugün Türkiye'de toplumun ötekileştirdiği herhangi bir sınıfta yer alıyorsanız ve aidiyet duyduğunuz bir örgütlenme içinde değilseniz, sizi mezarınıza götürecek birilerini bulmanız bile imkansız olabilir.
Öteki olup hayatta kalmak ise daha zor bir zanaat. Örneğin, Enver Aydemir gibi bir vicdani retçi iseniz, durumunuz daha da zor. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) göbekten bağlı Türkiye ana akım siyaseti size sahip çıkmayacaktır. Size çıksa çıksa "Savaş Karşıtları" gibi dernekler sahip çıkar, aileniz olur, davanızı savunur.
Sivil topluma hepimizin ihtiyacı var
Bütün bunlar, Türkiye'nin sivil topluma olan ihtiyacının göstergesidir. Siyah Pembe Üçgen'in kapatılmaması Türkiye için bir şans olmanın ötesinde bir ders niteliği de taşıyor.
Bugün savaş karşıtları, eşcinseller, gayrimüslimler, Türk olmayanlar her gün ayrımcı bir uygulamanın nefesini enselerinde hissederek yaşıyorlar. Peki, bu sınıfları yalnızlığına terk eden ana akım siyasi irade neden bu kadar kör?
Çünkü siyasi iradeye göre, bu gruplar ideolojik ve sayısal azınlıklardır. Barbaros Şansal'la bir konuşmamızda çiçekli pantolonlarla meclise gidilmedikçe bir şeyin değişmeyeceğini söylemişti. Gerçekten ötekinin temsili ciddi bir mevzu ve ötekinin temsilinde sistemin ötekileştirdiği işçi sınıfı başta olmak üzere tüm ötekileri saymakta fayda var.
Mecliste toprak ve fabrika sahibi olmaksızın, bürokrasiden yetişmeksizin var olmak neredeyse imkânsız. Son hükümetten yola çıkarak söylemek gerekirse, İstanbul'da belediye kurumlarında çalışmış olmak, ilgili kurumun tabi olduğu bakanlığa sahip olmak anlamına geliyor. Homofobik söylemlerde bulunan bir kişi, muhtemelen yalnızca kadın olduğu için "kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı" ilan ediliveriyor.
Bunu, devletteki kadrolaşmanın ve toplumu hiçe sayan bürokratik devrimin açtığı yaraya tuz basmak için söylemekte fayda var. Belki de sivil toplum olarak bugüne dek birlikte durmayı başaramadık. Yine de Arendt'in de önerdiği "sivil itaatsizlik", sistemi dönüştürmek, ötekiliğin ya da ötekileştiren ayrımcı sistemin sert ve kırıcı tabiatından kurtulmak için ideal bir yöntem olabilir.
Belki böylece gazetelerde demokrasi nutukları atan İslamcı yazarlar gibi konu homoseksüellere gelince "cehennemde yanacaklar, yollarından döndürelim" diyen bir kitle, saldırganlaşmak yerine akıl ve mantığa dayanan tutumlar sergileyebilir.
Demokrat olmak özellikle tabulara ve sistemi yürüten mekanizmalara sahip çıkan kimi inanç ve ideolojiler için zor olabilir. Sivil toplum bu yüzden vardır ve var olmalıdır. Çünkü tabulara tapanlar zaten sisteme dahil olmuş ve çoktan meclisteki yerlerini almışlardır.
Sivil toplum sokak ve akıldır. Aklın olduğu her yerde vicdan, vicdanın olduğu her yerde özgürlük olacağından sivil toplumu tekrar düşünmekte büyük fayda var.
* Sarphan Uzunoğlu, İzmir Ekonomi Üniversitesi, [email protected]