Türkiye'de sivil toplum uzun yıllardır ezilmiş dışlanmış ayrımcılığa uğramış kesimlerin hakları ve adalet talepleri için inanılmaz zor koşullarda 12 Eylül rejiminin dayattığı kurallar ve baskı altında örgütlendi ve yıllardır da yılmadan mücadele vermekte.
Türkiye ilk kez bugüne dek dışlanmış grupların sivil toplum örgütleri yoluyla mücadelesini verdiği tarzda bir anayasa yapma olasılığının kıyısına geldi, ama bu eşikten geçip geçemeyeceği, önümüzdeki sürecin kapsayıcı, çoğulcu bir demokrasiyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağı henüz belirsiz.
Türkiye'de çoğulcu bir demokrasinin inşası, hepimiz için çok heyecanlandırıcı bir ihtimal. Ancak bu süreç, vaadettikleri yanında çok ciddi birtakım tuzakları da barındırıyor. Keyif kaçırma pahasına da olsa bu tuzaklar konusuna eğilmek gerekiyor. Eğer kaçınılması gereken tuzakların ilk planda neler olduğu üzerinde anlaşma imkanı bulunursa, nerelerde ortaklaşmak gerektiği de daha net görülebilir.
Bana bu süreçte karşımıza çıkacak dört temel tuzaktan sözedilebilir gibi geliyor. İlk ikisi, katılımın kapsamına ve etkinliğine dair. Son ikisi ise, demokratik uzlaşmanın anlamı, demokrasi yerine yeni bir dışlayıcı statüko kuran uzlaşma türleri ve siyaset etme biçimlerine dair.
İlk tuzak anayasa yazma sürecine katılımın, daha baştan kısıtlı olması ihtimali. Bu durum, seçim barajı gibi meşru olmadığı halde yasallaşmış olan yollarla olabileceği gibi, dışlanmış kesimleri temsil eden örgütlü toplumun katılımını engellemek şeklinde de kendini gösterebilir.
Bu tuzaktan kaçınmak için, her ne saikle olursa olsun katılımın kısıtlanmasına karşı çıkılması, mümkün olan en geniş katılımın ve sesi en az duyulan halk kesimlerini dahil eden, mümkün olduğunca örgütlü bir katılımın hedeflenmesi şart. Ancak bu yolla, demokratik, çoğulcu, toplumda varolan çeşitliliği ve farklılıkları yansıtan, eşitsizlikleri de eşitlik yönünde düzeltme sözü veren bir anayasa üretilebilir.
Dünya örneklerindeki kapsayıcı, çoğulcu, eşitlikçi, yani demokratik anayasalarla sonuçlanan anayasa yazım süreçleri, katılımın önündeki engelleri siyasi reformlar yoluyla kaldırma işlemine öncelik vermiştir. Biz Türkiye'de halen daha, bu ilk tuzağın kıyısında durmaktayız ve seçime dek eğer şu andaki meclis gereken siyasi reformları gerçekleştirmezse de, bu ilk tuzağa yakalanırız. Anayasa platformunun daha önce kamuoyuyla paylaştığı metin ve olmazsa olmazlar listesi bu ilk tuzağa ilişkin alınması gereken önlemlere, ilk aşama bu olduğu için, öncelikle eğilmekteydi. Ortaya koyduğumuz prensip ve öneriler, katılımın adil olması, her kesimin katılabilmesi, katılım sürecinin önündeki yasal engellerin kaldırılmasına ilişkindi.
İkinci tuzak ise metnimizin pek değinmediği, çünkü henüz önümüze tam manasıyla çıkmamış türden ve daha çetrefilli bir tuzak: katılımın bir yandan şeklen makul görünen ölçüde mümkün kılınıp, diğer yandan da katılan çeşitli halk kesimlerinin taleplerinin, anayasa metninin içeriğine şekil vermesinin engellenmesi, ve dolayısıyla son raddede dışlayıcı bir metnin, katılım süreci sonunda onaylanmış ve meşruiyet kazanmış olması ihtimali. Bu tabii feci bir ihtimal ve uzak bir ihtimal gibi de görünebilir. Ancak çok yakın bir zamanda tanık olduğumuz bir durum, bu çetrefilli tuzağın ne kadar yakınımızda olduğunu da açıkça sergilemekte.
Geçtiğimiz günlerde İçişleri bakanlığı ayrımcılığın önlenmesine ilişkin maddenin revize edilmesi konusunda, insan hakları ve LGBT örgütlerine danıştı, onların önerilerini aldı, bu örgütlerin katılımı sağlandı. Ama bu sürecin sonunda, bakanlığın başbakanlığa sunduğu nihai metinde, cinsel kimliğin bir ayrımcılık türü olarak maddeye eklenmemiş olması bir yana, medeni halin de ayrımcılık maddesinden çıkarılmış olduğuna, etnik kimlik ve ırk kavramlarıyla da oynanmış olduğuna tanık olduk.
Bu olay bize gösteriyor ki, eğer karar alma mercilerinde, yani mecliste ve anayasa komisyonlarında etkin temsil imkanı elde edilemezse, yazılacak anayasanın da bu tuzaktan tümüyle muaf olmasına imkan yok. Katılım Meclis dışında etkin ve yoğun, görünürde halk kitlelerinin katılımı tarzında olsa da, eğer karar verici merci yani meclis içinde, çeşitlilik gösteren halk kesimlerinin taleplerini dillendirecek olanların sayısı kısıtlı, hatta yok denecek kadar az miktarda olursa, bu kez dışlayıcı bir metnin, dışardan aktif katılıma rağmen oluşması engellenemeyebilir. Aksi gibi sürece, karar alma mercilerine fikir beyan ederek aktif şekilde katılanlar, hiç imza atmak istemeyebilecekleri tarzda bir anayasaya istemeden dışardan meşruiyet kazandırmış da olabileceklerdir. 'Herkese danıştık ortaya bu çıktı' denebilir kolaylıkla. Bugüne dek dışlanmış ya da ezilen ya da sesi duyulmayan halk kesimlerinin taleplerini temsil eden örgütlü sivil toplum, meclis dışındaki katılıma önem verdiği ölçüde, meclis içinde de esamesi okunacak ölçüde temsilci bulundurmanın, meclisteki anayasa komisyonunda etkinliğini arttırmanın yollarını aramalıdır.
Üçüncü tuzak siyaset etme ve uzlaşma tarzlarına dair. 'nasılsa yapmazlar iyisi mi istemeyeyim denemeyeyim ama masada oturayım' deyip daha baştan havlu atarak yeni statüko nerede direttiyse orada konumlanmak, yeni statükoda köşe kapmak demokratik uzlaşma yapmak demek değildir, aksine bu kaçınılması gereken ve siyasi mücadeleden vazgeçmişliği sergileyen bir siyasi tuzak.
Değinmek istediğim dördüncü tuzak, aslında ortada birleşilmesi mümkün olmayan konularda, çoğulcu demokrasiyle sonuçlanmayacak pazarlıklara ve aslında kimsenin başkası adına girmeye hakkı olmayan pazarlıklara girişmek ve eşit haklardan, herkesin her anlamıyla kapsanmasından, yani çoğulcu demokrasiden ödün vermek...kısacası bazı dışlanan grupların yeni statükoda da dışlanmasına bir kaşık bal karşılığı razı gelmek ya da rıza göstermek olabilir, bu da bir büyük tuzak. Pazarlığa tabi olmadığının altını çizmemiz gereken, ortada buluşulamaz çünkü ortası olmayan meseleler, demokratik rejimin kapsayıcılığına dair, ve temel hak ve özgürlüklerin eşit dağılımına ve bütün halk kesimlerine yayılmasına dair olan, kalıcı barışı mümkün kılan meselelerdir. Çoğu sivil toplum örgütü yıllardır bunların mücadelesini vermekte olduğuna göre, hakların bütüncül olması gereğinden, sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi ve medeni hakların her kesime sağlanmasının öneminden, her türlü ayrımcılığa karşı çıkmanın öneminden uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok.
Demokratik uzlaşma ne siyaset yapmadan ve demokratik ilkeleri savunmadan, mücadele etmeyi reddeden bir vazgeçişle yeni statükoda konumlanmak, ve kendine yer bulmaktır; ne de eskiden dışlananların yeniden, bu kez sivil süreçlerle dışlanmasına razı olmak, onlar adına kimsenin başkası adına girmeye hakkı olmayan pazarlıklar yoluyla, yeni dışlama mekanizmalarının yasallaşmasına rıza göstermektir.
Demokratik uzlaşma, demokrasinin ilkeleri, temel demokratik prensipler ve her kesimin ve her ferdin hakkı olan eşit özgürlükler çerçevesinde, kalıcı barışı inşa yönünde biraraya gelmek demektir. Demokratik uzlaşmalar ilkelerden temel haklardan her kesimin eşit özgürlüklerinden ödün vermez. Tam tersine bu ilkeler etrafında ittifaklar kurar ve her kesimin adalet talebini eşitlik talebini kapsaya kapsaya katlanarak, benzer taleplerde bulunanlarla uzlaşır, biraraya gelir, ve ezilmenin dışlanmanın her türlüsünden nasiplenenleri saflarına katarak büyür. Bugüne dek dışlanmış, ayrımcılığa uğramış ya da sesleri bastırılmış grupları kesimleri kapsayıcı bir anayasa yazma sürecinin ta kendisi, eğer başarıyla hayata geçirilebilirse, demokratikleşmek manasına gelecek ve yeni anayasanın ve daha özgür ve katılımcı bir toplumun demokratik temelini atacaktır.
Özetlemek gerekirse, kısıtlayıcı, dışlayıcı, katılımı şeklen mümkün kılıp içeriğe dokundurtmayan katılım yöntemlerinin tuzaklarına düşmemek had safhada önemli.
Son raddede karar alma merciinin meclis olacağı akıldan çıkarılmamalı.
Türkiye'de kapsayıcı, çoğulcu ve eşitlikçi yani demokratik bir anayasal rejimin inşası, ancak ve ancak, sayısı ne denli az, sesi ne denli kısık çıkarsa çıksın her kesimin kendi temsilcilerinin adalet ve eşit hak ve özgürlük talebini en net biçimde, en etkin şekilde seslendirmesini sağlamakla mümkün.
Katılımın ve demokratik uzlaşmanın ilkelerinden ödün vermeksizin ama güç dengelerini de hesaba katıp aşama aşama stratejik düşünerek davranılmalı.
Geniş ve örgütlü katılımın sağlanması ve katılımın içeriğe etki etmesini sağlayacak önlemleri almak üzere hareket edilmeli.
Türkiyenin şu anki koşullarında çoğulcu ve temel hak ve özgürlükleri her kesime mümkün kılan, barışı tesis eden bir anayasa ne tarz bir katılımı kimlerin etkin katılımını gerekli kılar? Üzerinde diretilmesi gereken kurallar, ilkeler katılım süreçleri neler olabilir?
Çeşitli aşamalarda seçimden önce ve sonra, bu sorular üzerinde yeniden, ve hep beraber düşünmeliyiz. Hiçbir ülkenin başarılı olmuş anayasa yazım süreci burada uygulanması halinde aynı sonucu verir başarılı olur, diye düşünmemeli, mucizevi garantili ülke modeli ve yöntem peşine düşmemeli, buradaki güç dinamiklerine bakarak aşama aşama stratejik düşünebilmeliyiz.
Son olarak şunu ifade etmekte fayda var. Demokrasinin en önemli kıstaslarından biri, ülkemizde hiç yerleşmemiş olan bir kural, şeffaflık ve açıklık, ya da bunun arka yüzü olan karar verme mercilerinde olanların hesap verebilir olması meselesi. Yapılacak anayasanın içeriği herhalde hakkında en şeffaf olunması gereken, en kamuoyu önünde açıkça konuşulması gereken bir mesele.
Tüm partileri bu hayati önemdeki seçim öncesinde anayasanın temel ilkeleri, haklar özgürlükler, fren ve denge mekanizmaları, kuvvetler ayrılığı gibi, bir anayasayı demokratik kılan en önemli ve en merkezi konularda ne düşündüklerini kamunun önünde açıklamaya, ve verdikleri sözlerin de arkasında durmaya zorlamakta fayda var.
Sivil toplum bu süreçte, etkin ve kısıtsız katılımı kural haline getirme mücadelesi yanında, bir demokratik baskı unsuru olarak da faydalı olabilir. Sivil toplum, seçim öncesinde tüm siyasi partileri anayasaya ilişkin ilkelerini özlemlerini kamuoyu önünde açıklamaya zorlayarak, karar merciinde olanların hesap verebilir hale gelmesi sürecinde aktif rol üstlenebilir. (AC/EÖ)
(*) Ayşen Candaş, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve Özgürlükçü Anayasa Platformu üyesi