14 Nisan 2009 başlatılan, dalgalar halinde sürdürdükleri KCK operasyonlar dizisi ilerici devrimci-demokrat ve yurtseverlere "Şimdi sıra kimde?" sorusu sordurtuyor...
Bu ortamın liberallerdeki etkisi ise, çok daha başka!.. Özellikle Başbakan Erdoğan'ın medya tekellerine patronlar ve yayın yönetmenleri nezdinde verdiği ayar ve tehditlerden sonra; ciddi bir korku, panik, kendini savunma ve sinme hali egemen oldu.
KCK operasyonu adı altında yürütülen saldırının "son" dalgasının, Ragıp Zarakolu ve Prof. Dr. Büşra Ersanlı' ya kadar ulaşması/genişlemesi, bütün bu kaygı ve soruların kaynağı oldu.
Elbette bu konuda yapılan haberlerin ve yorumların bir tekrarını yapmak niyetinde değilim...
Araya giren bayram tatili ve mektubumun cezaevi mektup okuma komisyonu (mok) ve postada geçireceği günleri de ekleyince; sahiden çok bayatlamış bir tekrar olacak!..
Bu nedenle, böyle bir işe girişmeyeceğim!.. Fakat bu vesileyle, hoşgörünüze sığınarak, çok daha "eski" bir meselenin kim bilir kaçıncı tekrarını yapacağım...
Gerek hapishanelerdeki biz tutuklu gazeteciler, gerekse de Gazetecilere Özgürlük Platformu içerisinde yer alan bazı meslek örgütleri; ilerici, yurtsever, devrimci-sosyalist basın, 2006 yılında yürürlüğe konulan TMY'nin haksız gözaltı ve tutuklamaların "yasal" gerekçesi olduğunu değişik biçim ve tonda tekraredegeldik!..
Haklı olarak, Toplumla Mücadele Yasası olarak adlandırdığımız bu yasa nedeniyle yıllarca hapiste kalmanın, hatta ağırlaştırılmış muhabbet hapis cezasıyla yargılanmanın bütün koşullarını DGM artığı ACM'lere sunduğunu her fırsatta değerlendirdik...
Görünen o ki, bu gerçekleri daha çok dillendireceğiz!..
Ancak bunun yeterli olmadığı, durumu değiştirmediği açık!
Polis yürürlükte olan TMY'ye dayanarak dalga dalga operasyonlar yapıyor.
Kopyala yapıştır yöntemiyle gözaltına alarak tutuklattırdığı yurtsever, devrimci, sosyalist gazeteci, aydın, siyasetçilerin uzun süre hapishanede tutulabilmesi için uyduruk bilgisayar çıktıları ile fezlekeler hazırlıyor.
Savcılar da olduğu gibi bu polis fezlekelerine dayanarak yazdıkları iddianameleri mahkemelere sunuyorlar...
Danışıklı dövüş olunca, her şey tıkır tıkır işliyor elbette!..
Mahkemeler iddianameleri kabul ediyor ve gelsin polis imalatı, uyduruk kağıt parçalarıyla yıllarca sürecek yargılamalar!..
Dolayısıyla her gözaltı-tutuklama, saldırı dalgasının ardından; "Bu kadar da olmaz!", "Aaa iş bunlara kadar vardı mı?", "Pes doğrusu, bu kadar da olmaz ki!" vb. demenin, yakınıp dövünmenin maalesef kimseye faydası yoktur!..
Hatta bugünlerde gerek yazılı ve sözlü, gerekse de içimizden Alman papaz Martin Niemöller'in:
"Naziler komünistleri götürdüklerinde sustum. Çünkü ben komünist değildim. Sendikacıları götürdüklerinde sustum. Ben sendikacı da değildim. Sosyalistleri içeri aldıklarında sesimi çıkarmadım. Ben sosyalist değildim. Yahudileri tutukladıklarında sustum. Çünkü ben Yahudi değildim. Beni götürdüklerinde geride artık karşı çıkabilecek kimse kalmamıştı." Sözlerini tekrar etmenin de yararı yok!..
Bu koşullarda artık tek yol; AKP Hükümeti'nin topyekûn saldırılarına karşı topyekûn karşı koyuştur, direniştir!..
TMY ve benzeri anti-demokratik yasaları tarihin çöplüğüne fırlatıp atmak için; bütün bu yasa ve ırkçı-faşist saldırılara, uygulamalara karşı ortak mücadeleyi örgütlemek, seslerimizi, gücümüzü ve olanaklarımızı birleştirmek gerekiyor.
Aksi taktirde; "Şimdi sıra kimde?" sorusunu tekrar edip, oyalanırken; bir gün sıranın size geldiğini yaşamak zorunda kaldığınızda, emin olun o soruyu soracak kimsenin kalmadığını göreceksiniz!..
Sevgiyle, dostlukla...
* Füsun Erdoğan, 12 Kasım 2011, Kandıra, 2 Nolu T Tipi Hapishane