Sevgili Suzan;
Günlerden Cumartesi... Hazan mevsiminin tam ortasında, Ekim'in 15'indeyiz.
Dışarıda griye kasmış asık suratlı, soğuk bir hava hüküm sürüyor.
Bense her zamanki gibi pencerenin önünde masamdayım...
Betonun o keskin soğuğu ayak parmaklarımdan dizlerime doğru ilerlerken; hüzün yüklü bu sonbahar gününde, bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun şarkısını dinliyorum.
Beynimin kıvrımlarında dolaşıyorsun. Gazetedeki fotoğrafın canlanıyor gözünde. Öfke dolu yüreğim sıkılı bir yumruk gibi, isyan ediyor gidişine.
Yağmurun betona çarparken çıkardığı ses, bir çığlık gibi kulaklarımı dolduruyor.
Bu haksız, bu erken gidişe doğanın isyanı da bu olsa gerek diyorum kendi kendime.
Radyodan tahliye haberini dinlediğimde çok sevinmiştim. Sevdiklerinin yanında olacaktın artık. Sevgileriyle seni sarıp sarmalayacaklardı. Sağlığına kavuşmanın için hep yanında olacaklardı.
Her hastaneye gidişinde, bir dizi eziyeti çekemeyecektin.
Muayene sırasında ısrarla içeride kalmak isteyen askerler olmayacaktı.
Hastane yolunda ringin o havasız, pis kokusunu solumak zorunda kalmayacaktın.
Tutsaklığın karşına çıkardığı sorunlardan uzak olacaktın.
Bütün bunları düşünüp tahliyene sevinirken; bilemezdim(dik) bu tahliyenin seni sevdiklerinin yanında ölüme göndermek olduğunu...
İki yıla varan tutsaklığın boyunca sağlık sorunlarının iyice arttığından haberdardım. Ama emin ol, bu kadarını, ölümün o soğuk yüzünü yanına bile yaklaştırmadım hiç.
Basından takip ediyordum seni. Katıldığın her etkinlikte ardında bıraktığın hasta tutsakların sesi olmaya çalıştın hep.
Kendini "şanslı" sayıyordun belki.
Bizde öyle düşünmüştük senden yana.
Meğer hepimiz yanılmışız. Kalbinin artık son sınırına geldiğini anlayamamışız.
Gidişini Perşembe sabahı duruşmada öğrendim.
Avukat Gülizar Tuncer savunmasında yargı sistemindeki adaletsizliğe ve keyfiliğe dair örnekler veriyordu. Söz senin yargılandığın dosyaya da geldi.
O anda sevdiceğim akşam yaşamını yitirdiğini söyledi.
İnanamadım. İnanmak istemedim. Aklının ve yüreğimin isyanına eşlik gözyaşlarıma "dur" demek içimden gelmedi.
Bilirsin böyle yerlerde, an'larda her zaman ağlamamak gerektiğini söylenir, telkin edilir.
Ne yazık ki, böyle bir kültür de yaratılmış.
Ama oldum olası, hiç sevmedim bu anlayışı.
Ağız dolusu gülmek, şen kahkahalar atmak ne kadar insaniyse, normalse... Acılar karşısında isyana duran aklımız ve yüreğimize gözyaşlarımızın eşlik etmesi de o kadar insani ve normal...
Ol sebepten türkülerimize, şiirlerimize işlenmiş "ölen ölür kalan sağlar bizimdir" söylemini de hiç benimsemedim. İnsanı nesneleştirdiğine inandım bu bakış açısının.
Bu nedenle acılarımızı da, sevinçlerimiz gibi özgürce yaşamamız gerektiğine inandım. Ve öyle yaşadım, yaşıyorum.
Sevgili Suzan; birlisin bu ülkenin yargılı ve yargısız infazlar cenneti. Sana yaşatılanlar ve bu erken gidişin de yargı yoluyla işlenmiş bir cinayet olarak tarihe geçecek.
Ve sen güzel kadın. Kadın yoldaşlarının omuzlarında sonsuzluğa uğurlanırken. Ardından bıraktıklarınla, gelecek düşlerimizde hep yaşayacaksın.
* Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi, 15 Ekim 2011
** Gazeteci Suzan Zengin 12 Ekim 2011 günü hayata gözlerini yumdu.