Bilinmeyen bir dil bizi bölmeye devam ediyor. Tam "Türkiye'de güzel şeyler de oluyor" fırsatı bir kez daha ellerimizde iken...
Buika inletecek dolunaylı İstanbul akşamını, Aynur da onunla aynı sahnede olacak. Acılarını beraber akıtacaklar suya. Ertesi gün gazeteler Dünyaca ünlü Flâmenko sanatçısı Buika ile Aynur'un aynı sahneyi paylaştığını yazacaklar.
Yazamadılar. Yukarıdaki dolunay kurt adamları ve kurt kadınlarını Kürt kızına karşı hortlatacak. "Oysa ne güzel başlamıştı gece" yazacaklar.
Bir Javier Limon projesi olan Suyun Kadınları (Mujeres de Agua) 18. İstanbul Caz Festivali'nde sahne alıyor. İki buçuk ay önceden açıklanan programa göre Limon, Akdenizli kadın vokallerini ağırlıyor.
Öğrenci indirimli biletim sahneden mümkün olan en uzak köşeye düştü. Yerime oturmayıp daha iyi konumlu yer kolluyorum. Ayaktayım.
İki yaşlı hanımefendi, cumhuriyet tarihine neredeyse tamamen tanıklık etmiş olabileceğini düşündüğüm, tiyatronun dik merdivenlerini inip çıkması imkânsız olduğundan birer sandalye bulup yanıma yerleşiyorlar.
İlk şarkıdan sonra sanatçının kim olduğunu soruyor daha genç olanı. Söylüyorum. Buika ile Aynur'u aynı sahnede izlemeye gelmişler anlaşılan. "Buika değil, değil mi?" diyor. Değil.
"Bizim Kürt kızı var ya hani", derken biraz tedirgin oluyor, ayakta dikilen bir gencin Kürt lafına vereceği tepkiden korkarak. "Hassas" bir Türk genci olabilirim. "Çok güzel Kürtçe türküler söylüyor" ile yumuşatmaya çalışıyor Kürt olma halini.
Sanki bu tedirginlik hali habercisi birazdan yaşanacakların.
Bir İspanyol gitar çalıyor, Kübalı piyano, Filistinli kanun; yine iki İberyalı ritim tutuyor. Suyun Kadınları kendi dillerinden acılarını, dertlerini, özlemlerini, sevinçlerini paylaşıyorlar sırasıyla. Önce Atlantik'in esintilerini Flâmenkolarla kıyılarımıza taşıyor La Shica ve Sandra Carrasco.
Ardından o Kürt kızı sahneye çıkıyor, fena alkış almıyor. Bir söylüyor, birkaç kişi sessizce kalkıp gidiyor. İkincisini bitiriyor, homurdanmalar duyuluyor sağdan soldan. Üçüncü şarkısında da "malum" dili kullanıyor.
Kudretlerinin asil kanlarındaki mevcudiyetinin farkında olan bir takım insan ayaklanıyor. Sessizce ama sinirli ve hızlı adımlarla çıkışa yönelenler oluyor. Islıklamalar, yuhalamalar, küfürler havada uçuşmaya başlıyor.
Belki ülke genelinde oldukları kadar çoğunlukta değiller konser alanında. Mekânın akustiği eklenince sanatçıları rahatsız edecek bir gürültü oluyor. Protestonun protestosu da ortamı geriyor. İki tarafın alkışları birbirine karışıyor.
Aynur durumu Limon'a aktarıyor, devam kararı alıyorlar. Cemil Qoçgiri curanın tellerine daha sert vuruyor, Aynur "Dew dew" (Ayran) çekiyor. "Vatandaş Türkçe Konuş"cuları azdırıyor Aynur'un hala gür çıkan o "melun" dildeki sesi.
Tez elden iki kişilik düşman ordusu ve onlara yardım ve yataklık eden beşkişi etkisiz hale getirilmeli. Ne demek ordu! Hayır! Hayır! Onlar terörist. Onlar terör dilinden şarkılar söylüyor.
Javier Limon "sizden biri" olarak sahneye davet etmişti ya bize onu. Ama kimilerine göre Aynur bizden değildi. Kart kurt sesleri çıkaranların kızıydı. Ayakları ile ezdikleri karların suyu onların denizini bulandırmamalıydı. Ama o ısrarla şarkılarını söylemeye kalktı. Bu durumda yüce devlet büyüklerimizin her defasında sakız gibi ağızlarında ıslattıkları hassasiyetler hatırlanmalıydı. Yoksa...
Çatal, bıçak yok ellerde. Minder var. Açıkhava Tiyatrosu'nun tozlu ve sert koltuklarından korunmak için kullanılan bir minder sahnedekilere hediye ediliyor. Suları bitmiş olabilir. Gönderilmeli. Aynur'a ortağı Qoçgiri ile yine yollara düşmek kalıyor. "Gecenin koyu karanlığında yönünü kaybetmiş bir göçebe" ("Şeva tarî şeva tarî eman eman / Te ez dîn kirim berdam dînê / De li vir im de li wê me / Ez kerenga ber bayê me" Aynur-Rewend, 2010) yine.
Protesto edenlerin bir kısmı çıkıyor. Bir de keyfi bozulanlar, hazzı satın aldıklarını zannederken o hazzın ellerinden alınmasına öfkeli olanlar. Ve bir de gerginliğe hiç bulaşmak istemeyenler, hiçbir zaman görmeyenler, duymayanlar...
Hala çoğuz. Buika ile durumu kotarmaya çalışıyor Limon. İspanyol gitar virtüözü, "Burada pek çok ülkeden insan müzik yapıyor. Ben İspanyolum, Ivan Kübalı, birazdan Gineli Buika İspanyolca şarkılar söyleyecek" diyor; "derdiniz nedir öyleyse?" demeden tepkileri algılamaya çalışıyor.
Alman arkadaşlarım da Javier Limon gibi algılarını zorluyorlar anlattıklarım karşısında. Onlara önceki gün 13 askerin yaşamını yitirdiğini, Aynur'un da askerleri öldürenlerin konuştuğu dilde şarkılar söylediği için protestoya maruz kaldığını söylüyorum. Anlamıyorlar, algılayamıyorlar. Defalarca "evet, sadece Kürtçe şarkı söylediği için tepkilerin geldiğini" anlatıyorum.
"Çok Kürt yok mu ülkenizde?" sorusu geliyor. Aynı soru daha önce bir Türk olsam da hiç Kürtçe konuşamadığımı duyduklarında sorulmuştu.
"Nasıl hiçbir kelime dahi bilmiyorsunuz?" Utanıyorum, sinirleniyorum, göğüs kafesim sıkışıyor. Ne zor şey bu ülkede yaşamak? Yüzyıllardır konuşulan, hem de bu topraklarda konuşulan bir dilde konuşamadan, şarkılarını söyleyemeden, söyleyince terörist sayılarak yaşamak?
Efendilerinizin hassasiyetiyle davranmak zorunda kalmak? Aynur'un dilinden konuşan arkadaşım gibi "aslında program daha iyi ayarlanabilirdi; hem Türkçe, hem Kürtçe söyleyebilirdi" ayarına kapılmak ve bunun farkında olmamak?
Bir de eşit olmak, eşit hissedebilmek? Her şeye karşın ayakta kalmak, dik durmak, diklenmek, görmeden-duymadan yaşayamamak, kısacası var olmak? Çok zor!
Usul usul konseri terk edenlerin boşalttıkları yerlere geçiyorum diğer yandan. 34 liralık yerimden önce 56,50, hemen ardından 67,50 liralık yere zıplıyorum tabiri caizse. Konserin sonuna doğru fiyatımı ikiye katlayacağım!
Buika sahnede belirdiğinde alkış kopuyor. Çıkış kapısında biriken kahraman Ortaç insanları Buika'ya kopan alkışa, belki Aynur'a destek mahiyetinde olmasa da müziğe duyulan saygıyla konserde kalınmasına, özellikle de "çok" kalmamıza tahammül edemiyorlar. Bir zamanların toplumsal refleksi 10. Yıl Marşı'na değil İstiklal Marşı'na duruyorlar bu kez.
Sesleri bastırıldıkça daha bir bağırıyorlar. Oturduğum yerden göremiyorum artık onları. Marşın sonu duyulmuyor. Galiba birileri İstiklal Marşına saygısız ve/veya hakaretamiz davranış içerisinde. Marş sırasında ayağa kalkmayanlar, marşın okunmasına engel olanlar ve marşı tamamen bitirmeyen zat-ı muhteremler...
Çok bağımsız Türk yargısı nerede? Yargıyı da ele geçirdiler!
Vatanın bu kahraman evlatlarının terk-i mekânından sonra konser devam ediyor. Belki biraz heyecan, biraz huzur, biraz motivasyon kaybıyla. Buika acılarını muhteşem haykırıyor, o haykırışları hissetmek için İspanyolca da bilmek gerekmiyor. O seste Aynur'un halkının yüzyıllık acıları da dile geliyor.
Buika'nın ardından Rita İbranice söylüyor, Ortadoğu'dan ezgileri ile kendimize gelir gibi oluyoruz. İsrailli sesin ardından sahneye Glykeria çıkıyor, "çok tanıdık" ezgileri karşı yakanın diliyle söylüyor.
Kapanış çiftetelli ile oluyor, şarkıcılar selamlamak için sahneye çıkmaya başladıklarında en çok alkışı Aynur alıyor. "Bizim Kürt kızı" sinirlenmemiş galiba hiç. Vakur, kalbi kırık biraz, buruk.
Diğerleri en çok Aynur'a sarılıyorlar. Onlar sarıldıkça, Aynur utangaçça tebessüm ettikçe biz teselli oluyoruz, alkışlar yükseldikçe motive olup daha da güçlü çarpıyor ellerimiz. Aynur'a değildi o şoven tepkiler.
Bir dileydi. Bir kimliğe idi. Aynur yalnız olmadığını gördükçe, yalnız olmadığımızı gördükçe biz mutlu oluyoruz. Gece hala karanlık ama mutluyuz. (ŞA)
* Şeva Tari/ Gece karanlık
** Ahmet Arslan, Paris 1 Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi