Günlerdir, ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum.
Bu ‘’şans’’ dediğim şeyi arada bir kendimde yük olarak hissetsem bile, zaman zaman tahtaya vurup ‘’ buna da şükür’’ diyorum…
Annemiz ‘’ çocuklar hiç şükür bilmezsiniz’’ diye şikayet ederdi bizden.
Sınırlı koşullar içinde de olsa, aç değil açıkta değildik ancak özgür irademize saygı duyan bir ailem olduğu için, öyle bir anne babanın elinde, öyle bir çatı altında büyümüş olmanın gururunu yaşıyorum.
Ailenin en küçük çocuğu olarak abilerimin bana olan sevgisi, onların koruması altında ne cenderelerden kurtuldum bir bilsen…
Sana daha önce de anlatmıştım; Ankara’da Kalaba Ortaokulunda daha birinci sınıfa yazılır yazılmaz ilk hafta, beni ders zamanında okulun bahçesinde bi başıma dolaşırken gören okul müdürü yanıma kadar gelmiş, ‘’ Oğlum, niye derste değilsin?’’ diye sormuştu..
Ben de sakin sakin ’’Din dersi öğretmenim, seçmeli !‘’ demiştim.
Bana anne ve babama iletmek üzere, mutlaka onlarla görüşmek istediğini belirten bir not vermişti.
Büyük abim Mustafa benim daha ilkokul birde elimden tutup okula götürdüğü için o zamandan beri velimdi.
Annemin hatırına, bi anlaşma yaptık. Din dersine girecektim ancak sınavlara girsem bile sorumlu olmayacaktım.
Sonra nasıl olduysa, lise yıllarında bu dersi ‘’Din ve Ahlak‘’ dersi yapıp zorunlu hale dönüştürdüler…
‘’Din ve Ahlak’’
Birbirine ne kadar yakın olması gerektiği düşünülen ancak birbirinden çok ayrı ele alınması gereken iki kavram.
Konu uzar.
Yakın bir dostumun dediği gibi şu kısa hikayeyi uzatayım!
Üç gün üst üste yağan karlar nedeniyle bir beyazlık, bir temizlik, bir ferahlık vardı kentin üstünde.
Enes’in sessiz çığlığı ile uyandım!
Ancak bir kez izleyebildim yayınladığı videosunu hayatına kıymadan önce.
Dayanamadım.
İçim yandı!
Saatler sonra kendisini çok yakın bir zaman önce tanıdığım ve çok sevdiğim, delikanlı güzel arkadaşımı arayıp
‘’Süleymancıların yurdunda’’ bir zamanlar başından geçenleri anlatmasını istedim.
‘’Abartmadan, hiç bir şey katmadan… Aynen bana aylar önce anlattığın gibi anlat ‘’ dedim.
Anlattı!
Yazdığı mektuptaki noktalama işaretlerini düzeltmeye çalıştım.
Doğduğu köy, yaşadığı şehir, gittiği okul, adı soyadı bende saklı!
Enes’in sessiz çığlığını duyurmak için sesini yükseltenleri korumak için!
‘’Döğüşenler de vardır bu havalarda
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapına kadar namuslu
Dağlara çekilmiş kar altındadır‘’
Ahmed Arif, "Karanfil Sokağı’" şiirinden!
‘’Merhabalar,
Güne çok acı dolu bir haber ile uyandım!
Tarikat yurtlarında elinden özgürlüğü alınmış bir tıp öğrencisinin intihar haberi ile.
Bu mektubumu herkes iyi okusun!
Ben yıllar önce ailem tarafından bu tarikatların yurtlarında yaşamaya mecbur bırakıldım.
Nereden başlasam bilmiyorum.
Dar gelirli bir ailenin dört çocuğunun en büyüğüyüm.
Anadolu’da bir köy evinde dünyaya geldim.
İlk ve ortaokulu birincilikle bitirdim ve hep taktir alarak sınıfları geçtim.
Köyümüzde, liselere giriş sınavlarında hiç bir dersaneye gitmeden Anadolu Lisesini kazandım.
Ailemin maddi durumu yerinde olmadığı için babam şehir merkezinde Anadolu Lisesine yakın bir ‘’Süleymancılar Yurdu’’ buldu ve beni oraya kayıt ettirdi.
Babama ‘’Devlet yurdu yok mu?’’ diye sorduğumda parasının olmadığını, Süleymancıların yurdunun da onda bir paraya geldiğini ve dinimi, diyanetimi orada daha iyi öğreneceğimi söyleyerek kaydımı yaptırdı.
Size aklımdan hiç çıkmayan o günlere ait yurttaki bir günümü anlatmak istiyorum.
İki katlı ranzalı odalarda yataklarımızda mışıl mışıl uyurken, yurt hocasının yatakhanenin kapısını birden açıp elindeki metal çubuk ile çat çat ranzalara vurarak bizi uyandırdığı aklımdan çıkmaz.
Uykumu alamamış olacağım ki; içimden hocaya küfürler ederek abdest almak için yurdun ikinci katına iner abdesthanede abdest sırası beklerdik.
Buz gibi su ile abdest aldıktan sora titreye titreye kalorifere koşar biraz ısındıktan sonra, büyük bir alana geçer, sabah namazı için herkesin abdestini alıp mescide gelmelerini beklerdik.
Herkes geldikten sonra içimizden hocaya yalakalık yapan bir arkadaş çıkar uzun uzun ‘’kamet’’ getirirdi!
Bilmeyenler için söyleyeyim; namaza başlamadan önce okunan bir Arapça bir metindir.
O arkadaşı hiç sevmedik, duyduğunu hocalara iletirdi.
Namazı kılar, yatakhaneye geri döner ve yataklarımızı yapardık.
Hoca gelir yatakta bozuk para sektirirdi.
Yatağımı kaç kez yeniden yaptığımı hatırlamıyorum.
Yatak faslı bittikten sonra kahvaltıya iner kahvaltımızı yapardık.
Okula gider, tüm gün okulda dersler ve sınavlar ile boğuştuktan sonra akşam saat beş gibi yurda gelir, ikindi namazını kılar sonra etüt yapmaya geçerdik.
Etüt ki ne etüt! Çalışmak mümkün değil!
Yurttaki dört Anadolu lisesi öğrencisinden biriydim.
Biz ders çalışmak isterken diğer meslek lisesi arkadaşlar bizi rahatsız ederdi, ders çalışamazdık.
Hazırlık okuduğum yıllarda İngilizce çalışmamıza sıcak bakılmazdı.
Bir gün yurt müdürünün beni İngilizce ezber yaparken gördüğünde; ’’Biraz kuran okusan kafan çalışacak!’’ dediğini hiç unutamam.
Neyse; akşam namazını kılar sonra yemeğe geçerdik.
Yemekten sonra biraz etüt ve yatsı namazı ve ardından dini sohbet.
Sonra adına rabıta dedikleri şeyler.
Herkese "gözünü kapatması ve üstadı düşünmesi, onu hayal etmesi" söylenirdi.
Ramazan aylarında ise teravih ve ardından tesbih namazı kılınırdı.
O kadar çok tesbih namazı kıldım ki sanırım artık namaz kılmama gerek kalmadı, açığı kapattım.
Bir gün hocaya ‘’Hocam, neden üstadı düşünürüz rabıta yaparken?’’ diye sordum.
Hoca da ‘’Elektrik trafolarını biliyorsun değil mi?’’ diye soruyla karşılık verince, ben de doğal olarak ‘’Evet hocam’’ diye yanıtladım.
Bunun üzerine hoca ‘’İşte üstat da trafo gibi Cenab-ı Allah’tan gelen akımı kesiyor, yoksa kalbiniz yanar, dayanamaz’’ diye karşılık verdi.
Ben de hocaya ‘’Hocam, üstadı kaldırıp ben direk bağlanmak istiyorum! Bi deneyeyim bakalım ne olacak’’ deyince kafama köteği yemiştim.
Yurtta bize sürekli koyun eti yedirdikleri için okula gittiğimizde koyun gibi kokardık!
Kızlar bize yanaşmazdı.
Ayrıca müzik dinlememiz de yasaktı!
Müzik dinlemenin ‘’günah’’ olduğu sadece ilahi ve musiki dinlemenin ruhumuza iyi geldiğini söylerdi hocalar!
Her hafta sonu yurdun merkezi hoparlör sisteminde ‘’cürmüm ile geldim sana’’ ilahisi çalardı, kulaklarımızı kapatırdık, dinlemezdik.
Arkadaşlar ile aramanızda para toplayıp kaset doldurtmuştuk. Biz de okul servisine binince minibüs şöförü abiye söyler bize yabancı müzik açmasını isterdik ve okula neşe içinde yabancı müzik dinleyerek, eğlenerek giderdik.
O yıllar Sean Paul’dan ‘’Hey Sexy Lady’’ favorimizdi.
Okul bitsin hiç istemezdik!
‘’Allah kahretsin yine yurda gidip Kuran, tevhit eğitimi, namaz, rabıta yapacağız’’ diye.
O kadar çok ‘’tecvit’’eğitimi aldım ki bazı Arapça harfleri Araplardan daha rahat çıkarıyorum.
Ne zaman şu kelimeleri duysam travma sonrası stres bozukluğu yaşıyorum; ‘’rahle, ranza, tesbih, rabıta, takke, silsile, yurt, ihvan, tecvit, tevhit…’’
Hazırlıkta ve lisede derslerim çok kötüydü.
Bazı derslerim Matematik, Kimya, Fizik ve İngilizce karnemde sıfırdı.
Bir bile değil!
Maalesef yurt koşullarında ders çalışamadığımız için; derslerim kötü geldiğinde babamdan da dayak yemişliğim vardır.
Babama Lise ikinin birinci dönemi bitince ‘’Ya beni bu yurttan al ya da köydeki evin damından atlayacağım’’ dedim.
Babam da mecbur kaldı!
Niyetimi açık açık dile getirmiştim!
Atlamaya niyet ettim mi etmedim mi tam hatırlamıyorum.
Babam beni yurttan alarak şehire yeni taşınan akrabalarımın yanına yerleştirdi.
Nereden nereye…
Sonra üniversite yılları…
Kısacası;
Sevgili aileler, çocuklarınızı özgür bırakın!
Sevgili gençler, sabredin okul bitsin sizi parlak bir gelecek bekliyor.
Bizim gibi kırsaldan gelen maddi durumu olmayan, ancak kafası çalışan çocukları tuzağına düşüren ve kendine militan eğiten bu tarikatların kökü kurur umuyorum.
Bizi bu tarikatın eline düşürenlerin, buna vesile olanların tez elden defolup gitmeleri dileklerimle.
Bir tek genci daha kaybetmeye dayanamayız.
İyi dileklerimle. (SU/APK/AÖ/YK)