Lübnan küçük bir Suriye’dir. Etnik, mezhepsel, aşiretsel ve siyasal uzantılarıyla Suriye’nin aynasıdır. Batılıların daha çok Levant dediği Lübnan, içeride siyasal çekişmeler, dışarıda başka ülkelerin arka bahçesi olmaktan kurtulamamış bir Ortadoğu ülkesi. “Küçücük Lübnan”, “Küçük Suriye”, “Ortadoğu’nun izdüşümü” gibi sıfatlar kullanılan Lübnan, cürmünü aşan bir ilgiye sahip. Konumlandığı yer bakımından, siyasi çekişmelerin sahnesi ve birçok devletin küresel mücadelede alanıdır.
Lübnan dışarıda ve içeride o kadar çok korunaksız ve savunmasız ki, en ufak bir çılgınlık tüm sigortaları attırır. Lübnan’ın iç siyaseti anormalliklerle, çelişkilerle dolu olduğundan herhangi bir gelişmede silaha sarılmak zor olmuyor. Lübnan halkı, yıllardır diken üstünde yaşamaya mecbur bırakılmış; onlarca savaş, iç çatışma, katliam görmüş Lübnan halkı için savaştan bahsetmek normal bir durum.
Seçim sisteminden kaynaklanan bozukluklar
Ülkede öyle bir siyasi sistem var ki hep dış müdahaleye açık ve bölgesel politikaların hedefinde. Lübnan’daki din ve mezhebe dayalı siyasi sistem, Sykes-Picot anlaşması sayesinde Lübnan’a sahip olan Fransa tarafından Hıristiyanları hakim güç yapmak üzere kurgulandı. Daha sonra iç savaşı sona erdiren 1989’daki Taif anlaşması bu sistemi sadece mecliste dengeli hale getirerek 128 sandalyeli mecliste Hıristiyanlarla Müslümanların eşit sayıda sandalye sahibi olmasını sağladı.
Karışık nüfus yapısından dolayı ülkenin en güçlü üç koltuğu; Maruni Hristiyan cumhurbaşkanı, Sünni Müslüman başbakan ve Şii meclis başkanı arasında paylaşılmış durumda. Bu siyasal sistemle ülkenin dini grupları arasındaki çelişkileri ve sorunları ortadan kaldırmaktı, fakat öyle olmadı. Birçok kez siyasi krizlere, hükümet kuramama ve siyasi istikrarsızlığa yol açtı hep.
Lübnan halkı her defasında seçime gitmesine gidiyor fakat bir cumhurbaşkanı ya da bir hükümeti kurana kadar aylar, yıllar geçiyor. Lübnan’da bir cumhurbaşkanını belirlemek her şeyden daha zor bir iştir. Sünni ve Şii siyasi elitlerin selam vereceği bir cumhurbaşkanı olması gerekir. Lübnan bir ara tam 27 ay cumhurbaşkanı olmadan yönetildi. 2016’da Mişel Aun isminde anlaştılar. Bu siyasi sistem iyi bir model mi tartışılır ama ülkedeki her kesimin “birbirini boğazlamadan” yönetime ortak olmalarını sağlayan anahtar bir sözcük var: O da “uzlaşma”dır.
Bir de Lübnan’ın bir başbakanı var ki kah istifa ediyor kah göreve tekrar dönüyor. Kim mi? Suudi Kralının biricik oğlu Saad Hariri. Babası Refik el Hariri 2005’teki suikastta öldürülmesinden sonra Suudilerin Lübnan siyasetine armağan ettiği Sünni başbakan…
Babası ölünce hem mirasının hem de başbakanlık koltuğunun sahibi oldu. Lübnan’da kalıp da başbakanlık yaptığı pek söylenemez. Kendisi daha çok Suud’da ya da Fransa’da olur. Bu ülkelerde kaldığı zamanlarda kulağına Hizbullah’ın “ne kadar kötü bir çocuk olduğu” fısıldanır.
Lübnan üzerindeki eller
Demografik ve siyasi yapısı sebebiyle, siyasi çekişmelerin bitmediği Lübnan’da doğan “güç boşluğu” uluslararası aktörlerin müdahalesine zemin oluyor. Dış etkilere açık olan Lübnan, en küçük gelişmede ülkenin siyaseti taşmaya hazır hale gelecek kadar ısınıyor.
Lübnan’ın, Ortadoğu ülkeleri arasında her zaman siyasi pozisyonu dengede tutma zorunluluğu var. Ülkenin geleceği ve istikrarı söz konusu olduğundan, her kesimin ayağını yorganına göre uzatması gerekiyor.
Her kesimin sırtını dayadığı bir dış müttefiki var. Bir taraf sırtını ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’a; diğer taraf da sırtını İran ve Suriye’ye yaslıyor. Siyasi gerginlik ya da çatışma olduğunda herkes kendi sokağına, mahallesine sahip çıkıyor.
Marunî Hristiyanlar Fransa ile görünürken, Sünniler Riyad’la, Şiiler ise İran’la poz veriyor. Hâl böyle olunca her mezhebin dışarıdan bir destekçisi ve patronu oluyor. Lübnan’daki aktörler kitaba uymayan bir sorunu aşmak için masaya oturduklarında, dışarıdaki müttefiklerinin gözlerinin içine bakıyorlar. Lübnan’da küçücük hesaplar bitmez ama sorunlar daima başka ülkelerin sınırları içerisinde halledilir.
Lübnan’ın çetrefilli durumu yetmezken, bir de Suriye faktörü var. Lübnan kurulduğundan beri Suriye gözünü Lübnan’dan ayıramıyor. Suriye’nin adeta bir devlet politikasına dönüşen “Büyük Suriye” hayali hep Lübnan’ı huzursuz etmiştir. Suriye bir ara Lübnan’daki iç savaştan yararlanıp ülkeye binlerce askeriyle ülkeye yerleşmişti. 2005’te Refik Hariri bir suikastla öldürülünce, suçlu Suriye ilan edilmiş ve devamında ülkeden çıkarılmıştı. O tarihten beri Lübnan siyasi atmosferinde Suriye yanlısı ve Suriye karşıtı iki bloğun çekişmesi var.
Lübnan’da siyasi çekişmeler asla bitmez; aslında çekişmelerin, krizlerin olmadığı süreçler tuhafımıza gider. Birbirine rakip partilerin bölgesel ve uluslararası aktörleri var. Ülke içindeki partilerin ve şahısların devlet yönetimini birçok kez işlevsiz bırakarak dış müdahalelere davetiye çıkarmakta…
Lübnanlılar sokakta
Birkaç ay önce hükümetin WhatsApp’a iletişim vergisi koyması halkı iyice öfkelendirmişti. Kitleler kendini sokağa atarak sistemin değişmesi ve yolsuzlukla mücadele kapsamında suça bulaşmış siyasetçilerin yargılanmasını istedi.
İşsizlik canlarına tak etmiş, yoksulluk gırtlağa kadar dayanmışken, belediye hizmeti gibi sorunlara karşı farklı din, mezhep ve siyasi örgütlerin insanları sedir ağacının altında birleşti. Gösteriler iktidardaki şahısları ve bütün siyasi partileri hedef alan yanıyla eşsizdi. Yan yana gelmesi mümkün görünmeyen kesimler ilk defa ortak bir paydada buluşmuşlardı.
Sırtını mezhebi tabanlı iktidar bölüşümüne dayayan devlet yetkilileri, ülke sorunlarını hep bir kenara atmış. Barış varmış gibi bir hava içinde olan bürokrasi halkın tahayyüllerini gerçekleştirmeyi pek de önemsemiyor. Lübnan’ın içinde bulunduğu dinsel parçalanmışlık, açgözlü politikacılar için yağma ve yolsuzluk fırsatı olmuş. Mevzu para olunca, iç savaştan kalma eski düşmanlıklar tüm sorunlar arasından süzülüp kayboluyor.
Uzun yıllardır uygulanan ekonomik ve politik model görülmemiş derecede yolsuzluğun ortaya çıkmasına yol açtı. Bir zamanlar birbirine silah çekmiş gruplar bugün Taif anlaşması masasının etrafında toplanmış yolsuzluğun alasını yapıyorlar. Bu ahlaki seviyesizliği mezhep-din maskesi altında dönmesiyle halk üzerinde ağır yük, tepkiye dönüştü.
Çözüm konusunda bir konsensüs yok ama, şok edici seviyelerdeki yolsuzluk ve çöküntü devam ediyor. Bekaa’dan Cebel’e kadar neredeyse tüm Lübnanlılar sürdürülen ekonomik modele tepkili.
Lübnan toplumu krizlere bağışıklık kazansa da Lübnanlıların kızgınlığını dindirecek hiçbir şey yok. Sistemi değiştirecek kadar güçlü bir yapıya dönüşemeyen Lübnanlıların hiçbir talebini yerine getiremeyen hükümet üyeleri etkisiz ve laf kalabalığı yapmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Tankerlerle taşınan su, jeneratörün ürettiği elektriğin yetersizliği halkın temel sorunların başında geliyor. Elektrik fakirliği o kadar ciddi ki şehrin büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre elektrik kesintisi yapılıyor. Suudi Arabistan ülkedeki elektrik alt yapısını işler hale getireceğini söylese de ülkedeki çetrefilli süreç buna geçit vermiyor.
Para, ülkeye pek akmıyor. Körfez şeyhlerinin yatırımları, Avrupa ve Latin Amerika’da yaşayan Lübnanlıların anavatanlarında harcadığı para bir nebze olsa da ülkeyi ayakta tutmaya çalışıyor.
Toparlamak gerekirse, devlet adamlarının bulaştığı yolsuzluk, kayırmacılık ve dokunulmazlık; mezhebi-dini tabanlara yaslanan partilerin belli ailelerin elinde rant mekanizmasına dönüşmesi halkta bıkkınlık yarattı. Yolsuzluk, kayırmacılık gibi kavramlar Lübnan devlet yöneticilerinin ahlak anlayışına işledi.
Mezhepsel kimlik hatlarındaki bölünmüşlük, Lübnan’ın en zayıf noktası. Siyasi sistemden ötürü kimse yarının ne olacağını pek kestiremiyor. Kamplar arasındaki olası bir kıvılcım, Lübnan’ı cürmünden aşan bir savaş sahasına dönüştürecek. (ÖÇ/AS)