Sati, Hinduizm’de dulun ölen kocası ile beraber yakılması ritüeli olarak tanımlanıyor. Yazıya başlarken öncelikle Sati ritüeline adını veren Hint tanrısı Shiva ile karısı Sati’nin trajik aşk öyküsünden bahsetmekte fayda var.
Antik dönem Hint mitolojisine göre; Brahma’nın oğullarından Daksha, üstün güçlere sahip olduğu için çok kıskandığı, kızı Sati’nin kocası Shiva dışındaki tüm tanrıları ve tanrıçaları düzenlediği bir kurban törenine davet eder. Shiva kendisi törene katılmadığı gibi karısı Sati’nin de gitmesini istemez çünkü törende babasının Shiva’ya kendisi hakkında herkesin önünde hakaretlerde bulunacağını onun için de öfkesini iyi kontrol etmesini söyler. Gerçekten de Shiva’nın dediği gibi Sati babasının kocasına bulunduğu ağır ithamlar karşısında, tepki olarak kendini yakmaya karar verir. Sati, saygı duyabileceği bir babanın kızı olarak yeniden yeryüzüne gelene kadar yok olur, Daksha’nın Ortodoks geleneksel düzeni yıkılır, ideal eş Shiva sabrını tüketip, önüne ne çıkarsa yakıp yıkar. Ancak görüldüğü gibi bu öyküde kendini yakan Sati bir dul değil.
Dul kadınlar
Hinduizm’de küçüklükten itibaren kız çocuklarına, kocalarına, onların her şeyleri oldukları, babaerki normları içselleştirmeleri ve yaşamlarını iyi eşler olarak sürdürmeleri öğretilir. Hinduizm’de “evlilik” iyi talih, güzellik ve zenginlik simgesi iken, “dul kadın”, çirkinlik ve trajedinin temsilcisi konumunda.
Hindu inancına göre; dul kadın her türlü zevk veren şeyden uzak yaşamalı, yeniden evlenmemeli, ailesi ile dini kutlamalara katılmamalı. Dul kadının evlilik yaşamına dair tüm simgeleri elinden alınmakta ve toplumdaki en aşağı tabaka olarak görülmektedir. Kafaları tıraşlanan, yerde uyamaya zorlanan ve beyaz giymeleri mecbur edilen dulların ancak ekmek ve su gibi temel ihtiyaçlar almalarına izin verilmekte. Özetle Hindistan’da dullar toplumsal tecride ve kötü davranışa sıklıkla maruz kalmaktalar.
Sati geleneği
Hinduizm’de; iyi kadının, gerçek eşin tek görevinin kendini kocasına adamak olduğuna inanılıyor, kocasının ölümünden kadın sorumlu tutuluyor, kocasının ölümü kadının görevini düzgün bir biçimde yerine getiremediğine, yani başarısızlığına işaret ediyor. Sati’nin temel nedenleri arasında; sosyal ve psikolojik baskı ve dini gelenekler var.
Kendini kocasına gönüllü olarak adadığını kanıtlamak için yakan kadın, yalnız ailesinde ve topluluğunda değil, yaşadığı bölgede de itibar görüyor. Kadının akrabaları ve rahipler öbür yaşamda daha iyi bir yaşam olduğu konusunda ikna edici oluyorlar. Kendini yaktığı yer kutsal sayılıyor. Onun onuruna köy halkı yakıldığı yerde tapınak inşa ediyor. Tapınağı ziyaret etmek ve satiye tapınmak için Hacca geliyor ve hacı oluyorlar. Beraber yakıldıkları için öbür dünyada da karı-kocanın beraber olacaklarına inanılıyor.
“Kadınların, kocalarını öldürmemeleri” için başlattığı iddia edilen bu ritüel hakkında iki karşıt hipotez var. Bu hipotezlerden biri, sati geleneğinin; Pers ve Hint Vedik kültürün kurucuları antik Aryanlar’dan önce başlatıldığı, diğeri ise Aryanlar tarafından Hindistan’a getirildiği yönünde. Krallar, savaşçılar ve üst sınıfın iki nedenden dolayı uyguladıkları bir ritüel; üst sınıf cenazelerine görkem katıyor, diğer yandan kadınları düşman istilacılardan koruyor… Çin’den kopya edildiği iddiası da var. Hindistan’ın Moğol işgali altında olduğu dönem Rajput kastından bir asker savaşta öldürüldüğü zaman karısı da düşman Perslerin eline düşmemek için kendini yakarmış. Ölünün yanında karısının da yakılması suretiyle ona gelecek yaşamda refakat edeceğine inanılmakta.
Yakma işlemi nasıl gerçekleşiyor?
Kadın kendini yakacağını açıkladıktan birkaç saat içinde bu eylemi gerçekleştiriyor. Otlardan yapılan küçük bir kulübenin çevresine yakma işleminin çabuk bitmesi için içinde yağ bulunan kaplar yerleştirilir. Kadın yarı yatar pozisyonda kulübenin ortasında durur. Başı tahtaya dayalı, sırtı demire bağlı, kulübenin ortasına oturtulan kadının dizlerine kocasının bedeni yaslanır. Yakma eylemlerinde en üst kast olan Brahman rahiplerin adeta bu ritüelin “organizatör”leri oldukları, Brahman kastından olmayan kadınların ortadan kaldırıldıkları ve öldürülen kadınların mallarının –ziynet eşyalarının- Brahmanlar tarafından ele geçirildikleri söylenmekte.
Yönetimler ve sati Uygulamaları
M.Ö 1500-500 yıllarında kadınlar toplumda entelektüel konumundayken yüzyıllar içinde kadının bu ileri statüsü geriledi ve kadınlar erkeklerin denetimine bağlı “özgür olmayan bireyler“ haline dönüştüler. M.S 1304’te doğan Faslı seyyah İbni Battuta ile ünlü bilim insanı Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed El - Biruni'nin (M.S. 973-1048) eserlerinde sati uygulamalarının izlerine rastlamak mümkün.
1526-1707 yılları arasında Hindistan'a egemen olan Müslüman Mogul İmparatorluğu'nun hükümdarları olan Hümayun ve oğlu Ekber sati uygulamasını kaldırmak için ilk girişimlerde bulunanlar arasında yer almakta.
İngiliz idaresi zamanında 1800-1829 yılları arasında özellikle de 1815-1828 yılları arasında sati uygulamaları oldukça yaygın. İngiliz yönetimi 1828’de sati uygulamasını resmen yasaklamış, 1815-1828 yılları arasında sati uygulamaları yaygın. Özellikle de 1817-1818’de İngiliz işgaline tepki olarak en yüksek seviyede olduğu tespit edilmiş.
19 yüzyılın başlarında İngiliz idaresinin yoğun baskısı sonucunda, 1857’de Hint Ayaklanması çıktı. Hindistan’a paralel olarak, Afrika’da köle ticareti dönemi ile Avrupa sömürgeciliği döneminde de ölüm ritüelleri arttı. Günümüz Hindu milliyetçilerinin sati uygulamasına destek verdiği bilinmekte.
1987'de Rajasthan'daki Deorala köyünde Roop Kanwar adlı genç bir kadın kocasının cenaze töreninde ateşler arasında yanınca sati tekrar tartışılmaya başlandı. Ailesi, yöredeki halk ve pek çok Hindu önder Kanwar’ın bunu kendi isteğiyle yaptığını iddia ederlerken, bazı kimseler ise genç kadının ailesi ve Brahmanlar tarafından zorla yakıldığını belirtmişlerdi. Hindistan Parlamentosu 1987’de Sati’yi yasaklayan yeni bir yasa çıkarsa da sati uygulamaları ne yazık ki tamamen bitmedi. 2008’de 75 yaşındaki Lalmati Verma’nın kocası yakılırken kendini ateşe atması da infial yaratmıştı.
Yasalarca yasaklanmış olmasına rağmen bu barbar, vahşi geleneğin kökü halen kazınamamış, seyrek de olsa Bengal ve Rajastan bölgelerinde örneklerine rastlamak mümkün. Zaten kadının yakılmaması ona fiziksel ve psikolojik şiddete uygulamadığı anlamına da gelmiyor, halen toplumda “cadı” olarak lakap takılan dulların kötü şans getirdiklerine inanılmakta. Diğer yandan karısı ölen erkeğin, karısının 13 günlük yas süresini beklemeden yeniden evlenmesi de oldukça ironik.
Sati uygulamasını; dini inanç, sosyal adaletsizlik, cinsiyet ayrımcılığı, Hinduizm’de kadın-erkek ilişkisi vs. gibi unsurlarla gerekçelendirmeye çalışıp “normalleştirmek” ikiyüzlülükten başka bir şey değil, nedeni ne olursa olsun bu “barbar”, “insanlık dışı” uygulamanın yalnızca “kadına yönelik şiddet” ile açıklanmasının da hafif kalacağını düşünüyorum. (Yİ/AS)