ya o nur yüzlü çocuklar
nereye gittiler
bir ikindi vakti nasıl
akşam oldular"(*)
Serdar’a sarı uzun saçlarını neden kesmediğini sorar arkadaşları. "Ben kesmem" der, "asker kesecek…"
12 Eylül Darbesi olduğunda aranmaktadır Serdar. Hem Adana’da hem de Mersin’de karıştığı iddia edilen eylemlerden dolayı aranmaktadır. Sarı uzun saçlarından dolayı “Sarı Serdar” olarak anılmaktadır ama bunun ötesinde bir bilgi yoktur arayanların ellerinde. Aranırken bile Adana Eğitim Enstitüsü’nde öğrenimini sürdürür. Aynı zamanda Çukobirlik Fabrikası’nda çalışmaktadır, sendikal faaliyetlerde de aktiftir.
Çukobirlik, sendikal faaliyette Adana’nın önemli fabrikalarından biridir. Sol hareketler buradaki sendikada etkili olmak için yoğun çaba harcarlar ve zaman zaman dönemin en kötü özelliklerinden birini yaşarlar: Sol içi çatışma!
Serdar, siyasal yaşamına Acilciler’de başlar. Dönemin bir başka temel özelliği olan ayrışmalar sırasında Acilciler’den ayrılıp HDÖ (Halkın Devrimci Öncüleri)’ne geçer.
Çukobirlik’de sendika çalışmaları sırasında HDÖ ile TKP karşı karşıya gelir. Tartışmalar zaman zaman şiddete kadar uzar. 12 Eylül Darbesi olduğunda bile bu iki örgüt sendika içinde etkili olmak için mücadele etmektedir.
"Sol içi çatışma"ya son vermek için...
Darbe sonrası bir araya gelen Serdar ve arkadaşları “darbenin devrimcileri sindirmeye çalışacağını ve bu nedenle de baştan itibaren karşı konulması gerektiği” tesbitini yaparlar. Bu nedenle de “sol içi çatışmalara son verilmesi gerektiğine” karar verirler. Zaten Serdar baştan itibaren sol grupların birbirine şiddet uygulamasını onaylamaz, bu durumun “faşizmin işine yaradığını” söyler. “TKP’lilerle çatışmayı sona erdirme kararını” bildirme görevi Serdar’a verilir. Serdar, Süleyman Aydemir ve Ayhan Uncu kararı TKP’li Erdoğan Pulat’a bildirmek için Erdoğan’ın evinin yakınındaki kahveye giderler. Durumdan haberdar olmayan Erdoğan, kendine saldırılacağını düşünerek elini beline atar ve silahlar patlar. Erdoğan yaralanıp düşerken, gruptan tanıdığı Ayhan’ın adını bağırır…
Kahve karakola 150 metre uzaklıktadır. Kahveden çıkan üç arkadaş yolda yürürken kahvenin önü hareketlenmiştir. Serdar ve arkadaşları ara sokaklara gidip kaybolmak yerine karakolla kesişen sokağa girerler. Ve ekip arabası yanlarına gelip durur. Araçtan inen Yüzbaşı Bülent Angın “durun” derken silahlar patlar. Süleyman’ın silahından çıkan kurşunlarla vurulur yüzbaşı.
Serdar da silahına mermi sürmeye çalışır. Ancak silahı “Çift alır”. İki mermi üst üste biner ve ateş edemez Serdar! Yeni bir ekip olay yerine ulaşır. Bacağında çok sayıda kurşun yarası ile yakalanır Serdar, arkadaşları kaçar. Tarih 14 Eylül 1980’i göstermektedir. Ayhan birkaç saat sonra kıstırılır bir evde. Çatışarak yakalanır. Süleyman’ın izine ise İstanbul’da rastlanır 1981 Mart’ında. Dört arkadaşı ile birlikte Bahçelievler’de bir çatışmada “ölü ele geçirilir”.
Tek duruşmada idam
Ayhan’ı yakalayanlar Serdar’la yüzleştirir. Yaralarına sokulan kalemlere rağmen “tanımaz” Ayhan’ı! Sonradan bulduğu defineden pay vermemek için üç köylüyü zehirleyerek öldüren ve bu nedenle 33 yıl ceza alan Yüzbaşı Agah Özalp Güner, “bana kalsa sizleri birer kuşunla öldürürdüm ama sizleri ipte sallandıracaklar, onun için elim kolum bağlı” der Serdar’a… İdam edilebilmesi için ölmemesi gerekir Serdar’ın, bu nedenle hastaneye götürülür saatler sonra. Yaraları sarılır ve tekrar getirilir Polis Kolejine. Sorgusu o haldeyken sürer! Yaralarına inadına basılır konuşturabilmek için! Sorgu haricinde de kelepçelidir! Serdar’ı mutlu eden tek şey ise nöbetçi birkaç askerin gizlice getirip yedirdiği ekmekler ve içirdikleri meyve sularıdır.
Sorgunun beşinci günü “sarı uzun saçlarını keser askerler”. Bir daha uzatma şansı olmaz Serdar’ın. Sonra bir araca bindirip götürürler. Nereye gittiğini anlamaz Serdar. Gittiği yerde “elektrikle” tanışır. Sonra temiz elbiseler getirirler. Gözlerini bağlamadan götürürler bu kez.
Askerler mahkemeye getirildiklerini söyler. 6. Kolordu ve Adana 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi darbe sonrasının ilk duruşmasını yapar. Darbe sonrasının ilk silahlı direnişi olduğu için ulusal ve uluslararası basın büyük ilgi gösterir mahkemeye.
Serdar, “mahkemenin yargılamasını tanımadığını söyler, günü geldiğinde tarih sizleri yargılayacaktır” der mahkeme heyetine! “Avukat istediğini söyler”, mahkeme heyeti “daha önce böyle bir talepte bulunmadığı” gerekçesiyle kabul etmez bu istemi. Üç saat süren mahkemede tek duruşma da karar verilir! TCK,450/4 maddeden dolayı “taammüden adam öldürmekten” suçlu bulunur Serdar ve idam cezasına çarptırılır!
Serdar’ın silahının ateş almadığı, çatışmada yüzbaşıyı öldüren kişinin Süleyman olduğu, bu duruma hem çatışma anındaki güvenlik görevlilerinin hem de Ayhan’ın tanık olduğu bilinirken üç saatlik tek celsede idam kararı verilir. Bir haftalık temyiz süresi olduğu hatırlatılır ve dosya onaylanırsa “karar derhal infaz edilecektir” notu eklenir. Kalemler kırılırken Serdar sloganlarını haykırır: “Mahir,Hüseyin, Ulaş… Kurtuluşa kadar savaş!”
Mahkemeden sonra Serdar Adana Kapalı Cezaevi’ne gönderilir. Hücreye konulur ve boynuna 10-15 metre uzunluğunda bir zinciri olan “demir halka” takılır. Yemekleri kuru ekmektir. Hücreyi sık sık lağım suları basmaktadır. Birkaç gün sonra bir ziyaretçi gelir Serdar’ın hücresine : Adana Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nevzat Bölügiray! Serdar’a “kime güveniyorsunuz?” sorusunu sorar. “Halkımıza” yanıtını alır! Serdar’ı aşağılamaya çalışır, sert yanıtlar alır. Ve asasısyla vurur Serdar’a! “Siz busunuz işte! Ancak savunmasız insanlar karşısında aslan kesilirsiniz! Bir fare kadar değeriniz yok” der Serdar! Komutan öfkeyle ayrılır hücreden.
Kangren idamdan kurtarabilirdi, o reddetti
Sonra dönemin bir başka özelliği daha gerçekleşir. İkinci kez 9 gün sürecek sorgu için şişmiş bacağına rağmen sorguya alınır Serdar. Sorgucular nasıl olsa idam edileceğini onun için birkaç çözülememiş olayı daha üstlenmesini isterler. “İdamım kesin biliyorum, birkaç olay üstlenmem bir şey değiştirmez. Ama size ifade vermeyi reddediyorum” der Serdar.
Sorgu sırasında bacağının kangrene dönüştüğü netleşir. Revire çıkarırlar. Teğmen doktor mahalleden arkadaşıdır Serdar’ın. “Bacağının kesilmesi gerektiğini söyler”. Serdar kabul etmez, sorgucular ve Sıkıyönetim Komutanı da karşı çıkar bacağın kesilmesine. Sonradan anlaşılır ki ciddi özürü olan insanlar idam edilemez, doktor arkadaşı özellikle bu nedenle bacağı kesmek ister, Serdar’ın idamını önlemeye çalışır.
Oysa karar daha Serdar’ın yakalandığı ilk anda verilmiştir! İdam kesindir, formaliteler işi uzatmaktadır! Darbeciler, darbe sonrası direniş gösterenlere ne yapılacağını kanıtlamak istemektedir. Ve en uygun aday Serdar’dır.
Düğüne gider gibi...
Ve o gün gelir. Karar kesinleşir, resmi gazetede yayınlanır. Birlikte yakalandığı Ayhan’la görüşmek ister son kez. Ayhan’a yanında kravat olup olmadığını sorar: “Bu kılıkta gitmek istemiyorum. Düğüne gider gibi gitmeliyim. Bize ölüm böyle yakışır!”
“Şunu insanlara anlat. Ben, güle oynaya gidiyorum. Geriye dönüp bakma gereği duymuyorum. Çünkü geçmişimde pişmanlık duyacağım hiçbir şeyim yok. Tekrar yaşama gelsem yine bu görevi, bu kişiliği seçerdim, bu ihtişamı tekrar yaşamak isterdim. Bunu arkadaşlarıma anlat! Böyle bilsinler!”
Arkadaşından ayrılırken onu teselli eder ve son isteğinin “Mahir’in yanına gömülmek” olduğunu söyler. “Şimdi imkansız olduğunu biliyorum ama yeri geldiğinde kemiklerimi Mahir’in yanına götürün” der.
İdam edileceği yere götürüldüğünde ailesine ve arkadaşlarına mektup yazar Serdar. Bu mektuplar hala yerine ulaştırılmamıştır. Alıcılar hala mektupları beklemektedir.
Bir kahve ister Serdar, içmez ama kahveyi. Kalkıp sehpaya yürümek istediğinde kangren olan ayağından dolayı sendeler. Görevli Albay “Ne o Serdar ayakların geriye mi gidiyor?” der. Serdar’ın yanıtı içmediği kahveyi Albayın yüzüne serpmek olur.
Cellat bulabilmek için Adana’nın meşhur çingeneleri Conoları dolaşır görevliler.Conolar görevlileri geri çevirir, yanıtları ilginçtir: “Conolorda devrimcilerin ipini çekecek alçak yoktur!”
Serdar sehpaya çıktığında Che’nin unutulmaz sözlerini haykırır:”Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin… hoş geldi sefa geldi”. Sağlam ayağıyla sehpaya son dokunuşu gerçekleştirir…
Kadınlar koğuşu penceresinden görünen infaza karşı ilk sloganlar da oradan yükselir. Avluya atılan yanmış yorganlar Serdar’ın ateşi olarak yükselir göklere…
Serdar Soyergin’in yüzbaşıyı vurmadığı, idam kararının çok önceden verildiği, idamı veren hakimlerden birinin yakınlarına “mecburen verdik” dediği, Serdar’ın silahının bulunamadığı, dosyada balistik raporları olmadığı, yakalanma , yargılanma, idam sürecinin 42 gün olduğu, bu hızın trafik suçlarında bile işlemediği konuşuluyor bugün…
Ailenin yaşadıklarını ise tek bir cümle özetliyor: “Keşke yaralı yakalandığında ölseydi de o işkenceli süreci yaşamasaydı”.
Uzun sarı saçlarını hiç kesmeyen Serdar, zorunlu kesilen saçlarını tekrar uzatamadı…
Serdar Soyergin’in yargılandığı dosya ise tozlu raflarda çoktan sarardı…
Kim bilir, belki de hukuksuzlukları sorgulayan birileri çıkar bir gün. Sararmış sayfaları karıştırır… “Sarı saçlı çocuklar” unutulmasın diye…
"Mavi sonsuz kez Mavi
hüzün sonsuz kez hüzün
lakin bir kez ve en başına buyruk renk hayat
ne söylesem az
ne sussam ağır gelir"(**)
_____________________________________
Not: Bu yazının yazılmasında Hayri Argav’ın O Şafağın Atlıları, Mehmet Özer’in Sesler Sözler Yüzler kitaplarından ve Serdar Soyergin’in arkadaşlarının anlatımlarından yararlanılmıştır.
* Adil Okay
** Yeter Özdemir Şahin