Burgaz Adası, Medeni Bey burnundaki sanatoryumu hatırlamaya yaşımın müsait olmaması bir yana, mıntıkanın gün geçtikçe çirkinleşmesi sonucunda adanın o nadide köşesini tamamıyla tanıyamaz hâle gelme ihtimalim yüksek.
Heybeli’deki sanatoryumların aktif hâli ise hafızamda gayet taze olmayı sürdürürken istikbaldeki olası müdahaleleri düşünerek şu andaki “hayalet” vaziyetlerini kesinlikle tercih ettiğimi ifade etmekten de asla çekinmem.
Mazide babamın teknesiyle ne zaman meşhur sanatoryum binalarının önünden geçmemiz gerekse dümen açık denize doğru kırılır, İstanbul Adaları’nın en güzel koyu sıfatını mutlakiyetle hak eden Çam Limanı’na demir atmayı bırakın, asla içine bile girilmezdi.
Mesele, o jenerasyon için verem hastalığının en korkutucu hastalıklardan olması, dolayısıyla odalarının balkonlarında, çamların altında veya denize dimdik inmekte olan kayaların üstüne tünemiş şekilde gördüğümüz hastaların nefesinin poyrazla akciğerlerimize veremi bulaştırma ihtimaliydi.
Çam Limanı'nın dibi ise doğal sebepleri bir yana bırakırsak, sanatoryum lağımlarının akıp gayet koyu renkli bir balçığın kat kat kümelendiği bir “zehir” kaynağıydı. Tabii o nesiller için mastürbasyon da bilhassa abartıldığı zaman büyük tehlikeydi, üstelik vereme yol açıyordu!
Geçen zaman bu sonuncusunun pek de isabetli bir malumat olmadığını gösterdi, gelin görün ki verem belası yeryüzünden bir türlü silinemedi, ikide bir Türkiye coğrafyası dahil olmak üzere, bilhassa fakir toplumlarda hortlamaya devam ediyor.
Grandük’ün hassas sağlığı
Bir de çevrenin veremi sayılabilecek, akciğerlerimizi kemiren hastalık gibi gezegeni hızla tüketmekte olan inşaat sektörü var şimdi başımızda!
Gürcistan’ın bir zamanlar memleketimizi de Başbakan sıfatıyla ziyaret etmiş ve aslında hâlâ ülkeyi perde arkasından yönettiği düşünülen güçlü oligarkı Bidzina Ivanişvili güzelim diyarın nadide mıntıkalarından Abastumani’ye dadanmış vaziyette!
Bir zamanlar sıcak su kaynaklarını değerlendirmiş Osmanlı’nın hâkimiyeti altında olup günümüzde de aslında Türkgözü/Vale hudut kapısından çok da uzakta olmayan, dağların arasındaki Abastumani asıl Çarlık döneminde parlamıştı.
Temiz havasıyla hassas akciğerlere sahip Rusya Grandükü Georgi Aleksandroviç’in iyileşmesine sebep olmuş, bunun üzerine Romanov’lar ormanın ortasına, günümüzdekilerle karşılaştırıldığında gayet mütevazi sayılabilecek sarayımsı bir bina inşa etmişlerdi.
Fakat bu cömert jest Grandük’ün akabinde, yine Abastumani’de şanssız bir trafik kazasına kurban gitmesine ne yazık ki mani olamamıştı.
Sovyetler Birliği rejimi de Abastumani’yi tantanayla sahiplenerek, nispeten eskimiş şaşaalı ahşap sanatoryuma hürmet gösterip yıkmamış, yanına betondan nispeten makul eklemeler yapıp genişletmişti.
Lakin Sovyetler'in dağılmasından sonra sanki Abastumani kaderine terk edilmiş, ta ki girişimciliği akıl sınırlarını zorlayan, yeryüzündeki mega proje fetişistlerinin önde gideni Ivanishvili oranın potansiyelini tekrar keşfedene kadar!
Dingin belgesel
Yönetmenliğini Mariam Chachia ile Nik Voigt’un paylaştığı Abastumani mevzulu “Büyülü Dağ” (Jadosnuri mta/Magic mountain) bizi adına yakışır bir seyahate çıkarıyor.
2023 Gürcistan/Polonya ortak yapımı 85 dakikalık belgesel Mayıs ayındaki DOCSBARCELONA’da hem En İyi Belgesel Ödülünü kazandı, hem de Docs New Talent payesine layık görüldü.
Yönetmenler bizi yemyeşil bir ormanın ortasındaki yüksek tavanlı, büyük pencereli, parke döşemeli muhteşem bir mimarinin dekoru eşliğinde, adeta zaman tüneline sokuyor; bunu yaparken Gürcistanlı Chachia müessesede yatmakta olan hastalarla gayet sıcak ve şefkatli münasebetlerde bulunuyor, onlarla tavla atarken ortalığı kahkahaya boğuyor...
Bu ziyareti gerçekleştirmesinde küçükken akciğerlerinden hastalanıp Abastumani’ye götürülme ihtimalinin hafızasında yer etmiş ve akabinde müesseseyle alakalı kâbusun seneler boyunca peşini bırakmamış olmasının payı yüksek.
Zaten bir çağrı olarak yorumladığı bu işaretlere sonunda kulak kabartıp Abastumani’ye film çekmek üzere giderek bunun gerçek ve acı sebebini keşfetmek durumunda kalıyor.
Seyirci tıbbi personelin büyük fedakârlıklarıyla işletilmekte olan sanatoryumda geniş spektrumlu bir hastalar skalasıyla tanışıyor, Chachia’nın binayı insanlaştırarak onunla sık sık konuşması filmin başrolündeki sanatoryumun ruhunu bize derinden hissettiriyor.
Mekânın birçok özelliği insana İstanbul Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi İhtiyarhane bölümünü hatırlattığından, geçen sene yanmış ve halen tamir edilmekte olan binanın tarihî fonksiyonuna aynen kavuşup kavuşmayacağına ve bunun ne zaman gerçekleşebileceğine dair endişeleri de tetikliyor.
Terk edilmiş bina gizemlidir…
Gelelim arsız ve doyumsuz oligark İvanişvili’ye. Geçtiğimiz senelerde ülkenin muhtelif köşelerinden şahsi bahçesine ekilmek üzere kökleriyle taşıttığı devasa ağaçlar Salomé Jashi’nin, muhteşem Bahçeyi ıslah etme (Taming the garden) belgeseline mevzu oluşturmuştu.
Aygün Atilla’nın geçen hafta Biamag’da yayımlanmış En tehlikeli mesafe yazısından yola çıkarak, halkın iktidara ve güç sahiplerine gösterdiği aşırı hürmet ve itaatkârlık yüzünden sesini çıkaramadığı diyarlardan biri sayılabilecek Gürcistan’da megaloman iş insanı şimdi de eşinin köyüne benzer bir çıkartma yapmak peşinde (Yoksa oldu bitti mi bile?).
Abastumani’nin potansiyelini kısa bir süre önce keşfettiğinde oraya tüm gücüyle saldırması, yalnız sanatoryumu değil, tüm mıntıkayı mafyavari metotlarla ele geçirmesi de hiç zor olmamış. Filmde de görüldüğü üzere inşaat makineleri ortamı bir anda zapt etmiş, orman, tarihî binalar, bölgenin yerli halkının ihtiyaçları yok sayıldığı gibi muhtelif ihaleler kendisine, partisine ve hükümete yakın şirketlere hediye edilmiş; aslında skandala dönüşmesi gereken yolsuzluklar da cabası!
Buraları ziyaret ettiği zaman, ortak verilmiş basın toplandısında dönemin Türkiye Başbakanının gazetecilere yönelik olarak sarfetmiş olduğu sözler boşuna değil.
Memleketlisi bir gazeteci İvanişvili’ye Gürcistan’la alakalı bir sual yöneltince: “İç politika burada sorulmamalı, ama sordunuz madem, cevaplayayım,” karşılığını vermişti. Şahin gibi atlayan Türkiye Başbakanı: “Demek ki dünyada gazeteciler birbirinin aynıymış. Merak etmeyin, bize de şimdi bugünkü gündem sorulmaz, başka bir şey sorulur” demişti.
Anlaşılan her iki ülkede gerçekleri kitlelerle bir an önce paylaşmak isteyen kıvrak ve ahlaklı gazeteciler pek sevilmiyor; hizada tutulmaya, hatta susturulmaya çalışılıyor.
Zaten "Büyülü Dağ" belgeselinin yönetmenleri de kesinlikle araştırmacı-gazetecilik tarzından uzak kalıp meseleye şiirsel bir dille dramatik bir ayna tutmayı tercih ediyorlar.
Bize de şimdilik, youtube fenomenlerinden Hasan Ada’nın, fazla derin olmasa da Heybeliada Sanatoryumu – Terk edilmiş hastaneye girdim görüntüleri sayesinde, erotizm potansiyeli inkâr edilemeyecek metruk bina ziyaretlerimizi sanal olarak sürdürmek kalıyor…
(MT/EMK)