İstanbul güzelliklerine yaptığım altı günlük kaçamak, yüreğimin kurşuni olan rengini ebruli renge dönüştürdü. Şimdi Ankara’dayım ve yüreğim en azından kirli beyaz. Ses ve sessizliğe dair iki sergiyle yaptım açılışı. Devamı geldi.
İstanbul Modern: “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında”
İstanbul’da en sevdiğim mekân, İstanbul Modern. Burada açılan koleksiyon sergilerinin sonuncusu “Sanatçı ve Zamanı”. Odağına “sanatçıların zaman fikri etrafında birey olarak kendilerini ve çalışmalarını konumlandırmasına” alan sergide 110 sanatçının 130’a yakın eseri/çalışması var. Serginin çıkış noktasının düşünür- edebiyatçı A. Hamdi Tanpınar’ın “ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” sözünün olduğunu ve “dünyanın değişik yerlerindeki sanatçıların, geçmiş-şimdi-gelecek arasındaki hesaplaşmasını görünür” kılmanın amaçlandığını sergi broşüründen okuduğumda izleyiciye bu duygunun nasıl geçeceğini merak etmiştim doğrusu.
Sergide çoğunluğu bizim topraklardan Fahrelnissa Zeid, Aliye Berger, Semiha Berksoy, B. Rahmi Eyüboğlu, Cihat Burak, dahil sanatçılarımızın ve yüreği bize yakın dünyanın değişik yerlerinden R. Wentworth, T.Cragg, R.Deacon dahil sanatçıların zaman ile toplum/kültür/doğa/ evren arasında kurduğu bağ ve hesaplaşmasına dair enteresan resim, fotoğraf, tablo ve yerleştirmeler vardı. İlgili sanat bilgisi sınırlı ama sanat sevgisi fazla olan bir izleyici olarak epeyce çalışmadan etkilendiğim; ancak bunların tümünü yazmam na-mümkün.
Mesela… Güncel sanatçı Hale Tenger’in iki bölümlü bir mekâna yerleştirilen ve müziğin de çok etkili kullanıldığı çalışması daha içeri girmeden etkiliyordu insanı. Gülsün Karamustafa’nın “Meydanın Belleği’ adlı ikili video yerleştirmesi… Kamusal ve özel mekân ilişkisi içerikli videolardan birinde 1930-1980 arası ülkede gelişen Kanlı Pazar, 1 Mayıs 1977, 6-7 Eylül 1955, 27 Mayıs 1960 gibi bazı toplumsal olayların belgesel formunda yorumsuz (ama bence müziğin çok manidar yorum kattığı) video izleniyordu. Eş zamanlı olarak da aile içi iletişim ve toplumla iletişimde aksamalar (bu benim yorumum) yaşayan bir ailenin ev halini içeren ikinci video izlenebiliyordu.
Mesela… Nuri Bilge Ceylan’ın İstanbul fotoğrafları adeta ‘yaşayan İstanbul’du adeta. Kutluğ Ataman’ın video çalışmasının içeriğini yazmayayım; sürprizi kaçmasın ama videodaki oyuncunun performansının muhteşem olduğunu söylemem şart. Handan Börüteçene’nin “Bana Kendini Getir” yerleştirmesi üzerine çok şey söyleyebilirim biraz haddimi aşarak ama bence görülmeli ve üzerine düşünülmeli.
İst.Modern: ‘Organizmaların yaşadığı ve geliştirdiği yer’lere dair sergi
Fotoğraf Kurulu danışmanlığında, Sena Çakırkaya’nın küratörlüğünde 13 sanatçının katılımıyla hazırlanan Habitat sergisinin “metropollerin bitki örtüsü üzerindeki iktidarı, değişen politikalarla sürekli geri dönüşüme maruz kalan şehir hafızası, barınma hakkı için verilen yaratıcı mücadele” vb. gibi nedenlerle açıldığını broşüründe okumuştum. 22 Mayıs’a dek açık olan sergideki fotoğraflar şaşırtıcı ve çok keyifli geldi bana. Gün boyu ayakta bilumum sergi gezmekten yorulduğumdan Barbaros Kayan’ın fotoğrafındaki gibi bir yere oturup fotoğraftaki kadın gibi dinlenmek istedim.
İst.Modern: “Doğa ve sürdürülebilirlik üzerine sergi”
Doğa ve ekolojinin sürdürülebilirliğine ilişkin “Yok Olmadan” sergisinde dünyanın farklı coğrafyalarından ve bizden yirmi sanatçının eseri var. 5 Haziran’ dek açık olan sergide R. Graham’ın “Oregon Beyaz Meşesi Galıona Adası” adlı çalışması, P.White’ın neon, elektrik teli vb. kullanarak gerçekleştirdiği çalışmasını sevdim.
Yoko Ono’nun ‘Ex It” adlı ahşap tabutlar ve zeytin ağaçlarının yer aldığı ve ses de yerleştirilen çalışması çok ilginç, vurucu ve iz bırakıcıydı. Çocuk ve büyükler için yapılmış kaba saba herbirinin baş kısmına dikilmiş zeytin fidanları bulunan tabutun 50 kadar tabutun –evet, tabut- yer aldığı ‘mezarlık’ta cik cikleyen kuş sesleri insanı dağıtmayı başarıyordu bence. Ölüm-ölümsüzlük, yaşam döngüsü, bitme-yenilenme vb. arasında gidip geldim bu çalışmayı gezerken. Tuhaf bir şekilde su içmek istedim kana kana.
İstanbul Modern: “Yönetmen Zeki Demirkubuz’la buluşma”
Sevdiğim ve izlediğim bir yönetmen Demirkubuz. İzlemediğim filmi yok. İstanbul Modern’de olduğum gün “Yönetmenlerle Buluşma 3: Zeki Demirkubuz” günlerinin de ilk günüydü. 14.45 seansında bence yönetmenin en iyi filmlerinden biri olan “Yazgı”yı izledim bir kez daha; keyifle. Karasular inmiş ayaklarıma film süresinde dinlendiğimden beyaz su çekildi adeta. Etkinlikte, 13 Şubat’ta “Üçüncü Sayfa”, “Bekleme Odası”, “Bulantı”; 14’ünde “Masumiyet” ve “Yeraltı” var.
Pera Müzesi: “Bu Bir Aşk Şarkısı Değil”
Video sanatı ve pop müzik ilişkisi ve etkileşimi kuran “Bu Bir Aşk Şarkısı Değil (Thıs Is Not A Love Song)” sergisi müzenin son iki katında. Pera websitesinde “Küratörlüğünü Javier Panera’nın yaptığı sergideki eserler, 1960’lardan günümüze pop müzik-video sanatı arasındaki ilişkilerin izini sürdüğü”, “biçimsel ve kavramsal açıdan pop ve rock ikonografileriyle bağlantılı video sanatı ve deneysel film tarihinin önemli eserlerinin yer aldığı”, “sergide aralarında Nam June Paik, Andy Warhol, Yayoi Kusama, Vito Acconci ve John Baldessari gibi öncü sanatçıların da bulunduğu 28 sanatçının 26 yapıtının bulunduğu” ve ayrıca “video gösterim programı da olduğu”nu okuyoruz.
“Pop İçinde Sanat/Sanat İçinde Pop”, “Histeri ve Din”, “Rock ve Kavramsal Sanat ‘Müzisyen olmayanlar’ ile ‘sanatçı olmayanlar’ karşı karşıya”, “Rock ve İkizi: Bir alet çantası olarak pop müzik”, “Dans Müziği Politikaları” adlı 5 bölümün ve “Bu Bir Müzik Videosu Değil” adlı gösterim programının yer aldığı sergiyi bitmesine iki gün kala yakaladım. Yazılası değil, izlenesi ve dinlenesi “Bu Bir Aşk Şarkısı Değil” sergisini pop müziği sevdiği halde ziyaret etmeyenler üzülmeli gerçekten.
Pera Müzesi: ”Üryan, Çıplak, Nü”
Osmanlı’da ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinden 44 sanatçının 150’ye yakın eserinin yer aldığı ve Ahu Antmen’in küratörlüğünü yaptığı “Üryan, Çıplak, Nü:Türk Resminde Bir Modernleşme Öyküsü” sergisini son günlerinde yakaladığım için mutluyum, kaçırsaydım üzülürdüm.
‘Çıplak insan bedeninin sanatsal ifadenin biçimsel arayışı’ diyebileceğimiz ‘üryan’ resimlerin; “Yüzyıl başında gizli saklı ve tek tük, Cumhuriyet dönemindeyse yoğun üretildiği” ve “modern Türkiye’de yaşanan zihniyet dönüşümünün sanata yansıyan yönlerine dair ipuçları verdiği” hususu yer alıyordu bröşürde. Adı ister ”üryan”, ister “çıplak” ya da “nü” olsun; bu içerikte bir sergi bu ülkede daha kaç yıl açılabilir diye sormadım değil; çıkışta kendime.
Pera Müzesi:Kahve Molası
Müzede olduğum süre içerisinde hep kahve içmeyi hayal ettim nedense. En üst kattan aşağıya inerken daha önceden iki-üç kez gezdiğim için sürekli sergilerin olduğu katlara uğramayacakken, “Kahve Molası: Kütahya Çini ve Seramiklerinde Kahvenin Serüveni” sergisinde buldum kendimi.
Altı yüzyıldır insanlığın kullanımındaki ‘sihirli meyve’ ve ‘ab-ı hayat’ da denilen, kendine özgü kültürü, ritüeli, kap-kacağı ve sosyalleşme sağlayan mekânı, falı ve şahane keyfi de olan kahvenin hayatım(ız)da –bi şekilde- yeri özel. Pera’daki bu sergi bu özel içeceğin kendine özgü yapım ve sunumuna dair hatırlatıcı rolü üstlenmiş, bence.
Müzenin kafeteryasında verdiğim molada, kallavi fincandaki sade kahveye eşlik eden çikolata, keyfime keyif kattı.
SALT Galata:
Türkiye’nin ilk kadın illüstratörlerinden Sabiha Rüştü Bozcalı’nın (1904-1998); SALT Araştırma ile İstanbul Şehir Üniversitesi Taha Toros Arşivi’nde yer alan mesleki üretimine ve yaşamının özel dönemlerine ait belge, fotoğraf, kartpostal, günlük, mektup, desen ve çizimleri ile aile koleksiyonundaki sulu boya ve yağlı boya tabloların yer aldığı sergiden etkilenmemek mümkün değil. Sergideki tüm mektupları okumaktan keyif aldım. Bir zamanlar insanların birbirine ne kadar saygılı olduğuna, zarif davrandığına dair satırlar bu anlamda yordu da beni.
Beş yaşında resim yapmaya başlayan, ülkemizin ve Avrupa’nın tanınmış hocalarının atölyelerine devam eden, CHP ve Halkevleri’nin "Yurt Gezileri"ne (1938-1943) katılan, İnhisarlar İdaresi(TEKEL), Yapı Kredi Bankası, Milliyet-Yeni Sabah- Hergün-Havadis-Cumhuriyet-Tercümangazeteleri ile İstanbul Ansiklopedisi'nde ressam olarak çalışan Bozcalı’nın sergisi özgün bir sergi. Kaçırılmamalı.
Kurşuniden, ebruliye sonra da kirli beyaza
İstanbul kaçamağım sayesinde kurşuni olan yüreğimin rengi ebruli renge dönüştü dedim ya… Ankara henüz kirli beyaz yürek rengimi koruyor. (ŞD/EA)