Çeşme'nin karşı kıyısı Sakız Adası, size en ucuz ve en kısa yoldan bir yurtdışı gezisi yapabilme olanağı veriyor. Hele bizim paranın değerinin göreli olarak bir anlam ifade ettiği birkaç yıl öncesinde Yunanistan'da, özellikle KDV'nin düşük olduğu bize yakın adalarda hayat Türkiye'den gidenlere ucuz geliyordu. "Abi, üç kişi, balığıyla, uzosuyla yedik içtik, topu topu 50 euro verdik, Boğaz'da bu paraya sandviç yiyemezsin" muhabbeti yaygındı.
Şimdi euro üzerinden hayat artık eskisi kadar ucuz değil, ama Ege'nin yakın adaları, özellikle Sakız gene rağbette. Uzatılmış bayram tatillerinde binlerce insan gidiyor, hatta günü birlik turlar var. Nereden baksanız 200 TL gibi bir bilet parası veriyorsunuz ve 45 dakikalık keyifli bir deniz yolculuğuyla yurtdışına gidip geliyorsunuz. Efendim, yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, bir yere gittiğinizde çevrenize biraz daha dikkatli bakmanızı öneririm. Görebildiklerinizden yakın tarihe ilişkin ipuçları bulacaksınız. Anıtlar, kitabeler, binalar; okuduklarınızı pekiştiriyor, sizi yeni okumalara yönlendiriyor.
Bu yazıda geçmişten günümüze Sakız'ın tarihini anlatmak gibi bir iddiam yok. Görebildiklerim üzerinden kısa notlar yazmaya çalıştım. Artık gerisini bu işin meraklıları, tarih yazımı işinin erbabı getirir diye düşünüyorum.
Osmanlı'nın Sakız katliamı, 1822
Delecroix'nın "Sakız Katliamı" tablosu, 1824, Louvre Müzesi
Fazla gerilere gitmeyelim, 200 yıl önce yaşanan Osmanlı'nın Sakız Katliamından başlayalım. Sakızlılar kibar insanlar, Türkiye'den gelen konuklarına pek hatırlatmak istemezler ama, 1822 tarihinde, çevre adalardan gelenlerin yüreklendirmesiyle Osmanlı yönetimine isyan eden Sakızlılara karşı girişilen kıyım, tarihte önemli bir yer tutar. İsyan, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması ve çöküşü ile sonuçlanan ulusal bağımsızlık hareketlerinin bir parçasıdır. Osmanlı'nın isyana karşı tepkisi acımasız olur. Nasuhzade Ali Paşa komutasındaki askerler, 120 bin nüfuslu adayı neredeyse haritadan siler. Sakız halkından 50 bin kişi öldürülür, bir bölümü hastalıktan ölür, 20 bin kişi kaçarak canını kurtarır, çoğu kadın ve çocuk 50 bin kişi de esir alınarak İstanbul, İzmir, Kahire'ye gönderilir, köle pazarlarında satışa çıkarılır.
"Katliam", "soykırım" ve benzeri terminolojiyi pek rahat kullanamadığımızdan olacak, bazı günümüz Türkçe kaynaklarında olay, "Osmanlı'nın isyana karşı aldığı tedbir", "zorunlu bir müdahale" gibi adlandırılmaktadır. Nasıl bir "tedbir" ise, sadece adanın güneyinde, sarayın ihtiyacı olan sakızı yetiştirsinler diye bin 200 kişinin, yani ada nüfusunun yüzde birinin kalmasına izin vermişler. Katliam, Batı ülkelerinde geniş yankı uyandırır. Delacroix'nın 1924'te yaptığı ve bugün Louvre Müzesi'nde bulunan ünlü "Sakız Katliamı" tablosu belgesel bir değer kazanır.
1822 yılında olanların izini Sakız'ın neresinde buluruz diyorsanız, merkezden 20 km. batıya uzanan dağlık yolu izleyerek Anavatos'a gidin derim. Sıkıntılı bir yolculuk, ben bir türlü göze alamadım. Giderseniz ve oradaki Nea Moni manastırını ziyaret ederseniz, katliamda ölenlere ait olduğu belirtilen ve camlı dolaplarda korunan kafataslarını ve kemikleri görebilirsiniz. N'apalım, Osmanlı'da "tedbir", "müdahale" dedikleri böyle oluyormuş!
Kanaris: Bir deniz gerillası ve başbakan
Konstantis Kanaris heykeli, Belediye Parkı, Sakız
Limanın yakınında, Sakız Kalesi'nin yanından yukarı doğru giden caddeye Kanaris adını vermişler. Zaten yanındaki parkın içinde yalın ayak genç denizci kıyafetiyle Konstantin Kanaris'in (1793-1877) heykeli bulunmaktadır. Sakız'ın hemen batısındaki Psara Adası'nda doğmuş büyümüş bir denizci olan Kanaris, 1822 katliamının öcünü alan savaşçı olarak bilinir Yunanistan'da. Bir deniz gerillasıdır. Bir bayram sabahı küçük teknesiyle gelmiş ve Nasuhizade Ali Paşa'nın limana demirli komutanlık gemisini yakmıştır. Çıkan yangında Kaptan-ı Derya da yanarak can vermiş ve donanma Çanakkale Boğazı'na doğru çekilmek zorunda kalmıştır. Yaşamını yitiren Ali Paşa daha sonra "Mahruki" (Arapça/Osmanlıcada "yanmış" demekmiş) olarak anılacaktır.
Kanaris; Sakız'ın ardından Ege'de baskınlarını sürdürmüş, Bozcaada, Midilli, Sisam dolaylarında çok sayıda Osmanlı gemisini batırmış. Doğum yeri Psara'yı kurtarma girişiminde başarılı olamamış, ama Girit'i ele geçirmeye çalışan Mısır donanmasını zor durumda bırakmış, hatta Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın donanmasını yakmak üzere İskenderiye'ye kadar gitmiş.
Kanaris'i, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazandığı 1830'lu yıllardan sonra aktif siyaset yaşamında görüyoruz. Eski denizci, 1844-1877 yılları arasında 5 kez başbakanlık yapmış. Ama Kanaris'in bu görevlerinden hiçbirinin süresi birkaç ayı geçmiyor. Muhtemelen geçmişindeki "vur-kaç" alışkanlığından geliyor mu demeli?
"Kastro"da Osmanlı mezarları
Limana bitişik Sakız Kalesi'nin, Bizanslılar'dan, Cenevizliler'den kalma olduğu söylenmektedir. Kale Osmanlılar tarafından da savunma amaçlı olarak kullanılmıştır. 1822 isyanında Sakız'ın ileri gelenleri arasından Osmanlılar'ın ele geçirdiği 70 kişinin infaz edilene kadar kaledeki "Kara Zindan" denilen yapıda tutulduğu hatırlatılmaktadır. Kale (Kastro), bugün içindeki eski konut yerleşmesi ile birlikte koruma altına alınmış durumdadır.
Kanaris'in yaktığı komutanlık gemisi ile birlikte sulara gömülen Nasuhzade Ali Paşa'nın cesedi ertesi gün askerler tarafından Değirmenaltı denilen mevkide bulunur. Askerler onu Kale içine taşıyarak orada toprağa verirler. Aralarında Paşa'nın mezarının da bulunduğu bir grup mezar bugün Kale içindeki meydanın bir yanında korunmaktadır. Mezarların pek bakımlı olduğu söylenemez; bugüne kadar ayakta kaldıklarına mı şükretmeli acaba? Meydanda oturup dinleneceğiniz, bir şeyler yeyip içeceğiniz birkaç sevimli mekân da var. Böyle bir olanağı başka yerde bulamazsınız, oturun, isterseniz içeceğinizi yudumlayın, isterseniz yanınızdaki mezarlarda yatanların ruhuna Fatiha okuyun. Bence, isterseniz ikisini birden yapmanızda bir sakınca yok.
Bildiğiniz gibi Nasuh Mahruki, Nasuhzade Ali Paşa'nın 5. kuşaktan torunudur. Sakız katliamını, tarihi süreçte yaşanan bir zorunluluk, İngiliz kışkırtmasının sonucu olarak görüyor ve bu konuda Batılı kaynaklara değil kendi kaynaklarımıza bakmamız gerektiğini söylüyor. Hoş bir tesadüf sonucu 2015'te, New York'ta, dedesinin düşmanı Kanaris'in torunu ile karşılaşmış, dost olmuşlar. Bir de baş başa bir fotoğraf çektirmişler. Şöyle aktarıyor o buluşmayı:
"200 yıl önce kahraman büyük dedelerimiz Ege'de, Sakız Adası için ölümüne savaştılar, benimki onları yendi onunki benim dedemi şehit etti, biz bugün New York'ta arkadaş olduk. Her şeye rağmen hayat mucizelerle ve muhteşem karşılaşmalarla dolu... Buluşma için teşekkürler Periklis Kanaris." (2)
Nasuh Mahruki'nin üç yıl önce yayınlanan bir yazısında (3) konuya ilişkin ilginç belgeleri ve Mahruki'nin değerlendirmelerini bulabilirsiniz.
Pirgi'den Anadolu'ya gelip de dönemeyenler
Pirgi, Sakız'ın güneyinde, merkeze 25 Km uzaklıkta Ortaçağ'dan kalma bir köy. Bir başka tipik Ortaçağ yerleşimi olan Mesta'ya giden yolun üzerinde. Dolayısıyla turistik ada turlarında buraya uğramadan geçilmiyor. Pirgi'deki evlerin cepheleri çok değişik bir sıva ile kaplanmış. Siyah - beyaz sıva üzerindeki geometrik desenlerin çatal ile taranarak yapıldığı söylenir. Köyün merkezindeki meydanda, kimsenin pek sözünü etmediği yalın ama ilginç bir anıt yer alıyor. İki kitabe ve ortasında bir kolondan oluşan mermer anıt, köyün, geçen yüzyıldaki savaşlara gidip de dönmeyen delikanlılarının anısına yapılmış. Ortadaki kolonun üzerine, ünlü antik Yunan şairlerinden Kea'lı Simonides'in (İ.Ö. 556-468), sanırım Termopil Savaşında ölenler için söylediği şu satırlar yazılı: (1)
"Erdemlerin en yücesi güzel bir ölümse eğer/bize bu onura erişmek kısmet oldu/çünkü Yunanistan'ın özgürlüğü için savaşırken toprağa düştük/şimdi biz, ülkemizin ebedi övgüsünü kazanmış savaşçılar, burada yatıyoruz."
Anıtın iki yanındaki kitabelerde, Balkan Savaşında, İkinci Dünya Savaşında ve 1919-1922 Anadolu Seferinde yitirdikleri oğullarının adları, doğum tarihleri yazılmış. "Küçük Asya/Anadolu" seferinde ölenlerin adlarına, doğum tarihlerine yakından bakıyoruz. Çavuş İlyas (1896), Onbaşı Yorgi (1898), Er Mihail (1901), Er Niko (1900), Er Kosta (1894)... Ege ovalarında, Sakarya tepelerinde bırakmışlar onları, belirli bir mezarları da yok. İnsanın aklına Gazi'nin Çanakkale'de ölen Anzaklar için söyledikleri geliyor. Şu sözleri niçin Anadolu'da yaşamlarını yitiren başka "düşmanlar", örneğin Pirgililer için de söylemeyelim:
"Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar. Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız... Evlatlarını harbe gönderen analar. Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."
Plastiras da pek yabancımız sayılmaz
Sakız'ın merkezinde dolaşırken 1919-1922 Küçük Asya seferinin komutanlarından ve Yunanistan politik tarihinin önemli isimlerinden Nikolaus Plastiras'ın (1883-1953) heykeline rastlayacaksınız. Heykelin arkasındaki yapı, Plastiras'ın Anadolu'da yenilen Yunan ordusu ile birlikte İzmir'i terk ederek Sakız'a geçtikten sonra bir süre karargâh olarak kullandığı binadır.
Plastiras genç bir subayken Balkan Savaşlarına katılmış, 1917 sonrası Kızılordu'ya karşı savaşan Beyazlara destek için Yunanistan'ın Ukrayna'ya gönderdiği Evzon Alayına komuta etmiştir. Ukrayna'da Kızılordu önünde tutunamayan Beyazların yenilgisinden sonra Plastiras'ın alayı Romanya üzerinden İzmir'e sevk edilir.
Küçük Asya'nın işgalinde Plastiras, adı çok duyulan bir komutandır. Sakarya önlerine kadar gelmiştir. Kendisine "Kara Şeytan", "Kara Atlı" gibi adlar takıldığı söylenmektedir. Plastiras'ın askeri açıdan esas başarısı geri çekilme harekâtında olmuş. Mustafa Kemal'in Plastiras'ı takdir ettiği, "O olmasaydı Yunanistan çok daha büyük zorluklarla karşılaşırdı" dediği söylenir.
Sakız'daki karargâhından yönlendirdiği darbe ile Atina'da hükümet değişikliğini sağlamış, Küçük Asya yenilgisinin sorumlusu olarak yargılanan, aralarında başbakan Gunaris ve işgal ordusu komutanı Hacıanestis'in de bulunduğu 6 kişinin idamı ile sonuçlanan süreci yönlendirmiştir. Daha sonraki yıllarda Plastiras 1945-1952 arasında üç kez başbakanlık yapmıştır.
Nazım'ın ve Picasso'nun ölümsüzleştirdiği "Karanfilli Adam" Beloyannis ve arkadaşları, 1951'de, Plastiras'ın son başbakanlık döneminde idam edilmiştir. Oysa Plastiras, idam cezalarının infaz edilmeyeceğini açıklamıştı. Bu olay Plastiras'ın son başarısızlığı olarak hatırlanır.
Viril: İngilizlerin bombaladığı bir Kızılhaç gemisi
İkinci Dünya Savaşı sırasında Yunanistan'da yaygın bir açlık, yokluk hüküm sürmektedir. Diğer ülkelerden, bu arada Türkiye'den yardım ulaştırılmaya çalışılır Yunanistan'a. Kurtuluş ve Dumlupınar gemileri ile Pire limanına yardım malzemesi ulaştırılmaya çalışılır. (Bu seferlerden birinde Kurtuluş gemisi Marmara Adası açıklarında batmıştır.)
İsveç, savaş sırasında tarafsız ülke statüsündedir. Bu bakımdan Batı ülkelerinden Yunanistan'a Kızılhaç kanalıyla gönderilen yardımların taşınmasında İsveç gemileri kullanılmaktadır. Bu yol da güvenli değildir aslında, gemiler Alman denizaltılarının saldırısına uğrayabilmektedir. Ancak Sakız limanında 7 Şubat 1944 günü meydana gelen olay farklı bir nedene dayanmaktadır.
İsveç bandıralı Viril gemisi Alman işgali altındaki Sakız limanına getirdiği Kızılhaç yardım malzemesini boşaltmaktadır. Gemide Kızılhaç görevlileri ve Yunan taşıma işçileri çalışmaktadır. Geminin her yanında Kızılhaç kullanımında olduğunu gösteren yazı ve işaretler vardır. Viril, bir uçağın ani saldırısına uğrar ve yanarak batar. Gemide bulunan 3 İsveçli ve 14 Yunan vatandaşı ölür, yaralananlar vardır.
Olay biraz bizim 1974 Kıbrıs Harekâtı sırasında Kocatepe muhribinin saldırıya uğramasına benzer. Kızılhaç gemisine saldıran İngiliz Hava Kuvvetlerine ait bir uçaktır. Gemi bir yanlışlık sonucu dost kuvvetlerin saldırısına uğramıştır.
Bugün, Sakız'da limana çıktığınızda, kordon boyunda güneye doğru ilerlerken hemen sağ yanınızda duvarın üstüne yerleştirilmiş bir kitabe göreceksiniz. Kitabede, RAF uçağının saldırısında yaşamlarını yitirenlerin adları yazılıdır. Muhtemelen o tarihte Sakız limanında geminin bombalanması ve yanışı bizim Çeşme kıyılarından da izlenmiştir. Kapımıza kadar gelip dayanan savaşın yaşandığı o günleri hatırlayacak bir Çeşmeli belki henüz hayattadır.
Sakız kökenli bir antifaşist savaşçı
1940'larda ülkeyi işgal eden Almanlara ve yerli işbirlikçilerine karşı aktif savaşım veren (Yunanistan Savaşçı Gençler Birliği) PEAN örgütünün kurucu lideri Kostas Perrikos, Sakız'ın güney doğusunda, tam Çeşme'nin karşısındaki Kalimasia köyündendir. Köy, sakız üretiminin merkezi sayılır. 1905 yılında bu köyde doğan Perrikos eğitimini tamamladıktan sonra subay olarak orduya katılır. Bize pek yabancı bir durum değil, Yunanistan, ordunun siyasete ağırlığını koyduğu ülkelerden biridir. Perrikos, kraliyet karşıtı Venizelos ve Plastiras'ın yanında yer alır, 1935'teki başarısız darbeden sonra ordudan uzaklaştırılır.
1940 Alman işgali ile birlikte ilk direniş örgütlenmelerini başlatanlardan biri olan Perrikos, kısa sürede PEAN'ın lideri konumuna gelir. Direnişçilerin hedefinde, Nazi yanlısı işbirlikçi örgüt ESPO (Nasyonal Sosyalist Yurtseverler Örgütü) vardır. Perrikos ve arkadaşları, 20 Eylül 1942 Pazar sabahı, ESPO'nun Atina'daki merkezini dinamitle havaya uçurur. Patlamada 40 ESPO üyesi ile birlikte 6 Alman subayı da ölmüştür. Olay, Yunanistan'da 1949'a kadar sürecek olan silahlı savaşımın ilk kıvılcımlarındandır, Yunanistan'da ve dünyada antifaşist güçlerin moralini yükseltmiştir.
Kostas Perrikos ve arkadaşları, aralarından birinin itirafçı olması sonucunda yakalanarak 4 Şubat 1943'te Atina'da idam edilir. Perrikos'un anısına Sakızlılar ne kadar sahip çıkıyor bilmiyorum ama bugün Atina'nın merkezinde, Gladstonos Caddesi'nde, havaya uçurdukları ESPO binasının önünde, onun subay giysili bir büstü bulunuyor.
"Ben tatile geldim" diyorsanız
"Bu kadar tarih yeter, ben Sakız'a tatile geldim" diyorsanız hemen en yakınınızdaki bir kafeye (kafeneon veya ouzeria da diyebilirsiniz) oturun, kendinize birer duble uzo söyleyin. Yanına atıştırmalık az meze de isteyebilirsiniz. Yok, daha "otantik" bir meyhane/taverna arıyorsanız, Türkiye'den gidenlerin pek takdir ettiği şu iki mekâna bir göz atabilirsiniz: "Χοτζας" ve "Κεχριμπαρι". Okumakta zorlanmayın; Hocas ve Kehribari... Afiyet olsun!
(1) Anıt konusunda bilgilerimi tamamlayan ve şiirin çevirisini yapan değerli dostum Aleko Lamprou'ya teşekkürler.
(2) https://www.facebook.com/mahruki/photos/10152838854673657
(3) https://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/nasuh-mahruki/sehit-kaptan-i-derya-nasuhzade-ali-pasa-1281266/