Gündemimizdeki pandemi, orman yangınları, seller ve son günlerde de devletlerin kendi “yönetim krizlerini” adeta bir “mülteci krizi” gibi sunmaları ve mültecilerin yaşadıkları olumsuzluklar hepimizi tarifsiz üzüntüler içinde bıraktı. Ancak bütün bu karamsarlıklar arasında az da olsa iyi haberler, güzel gelişmeler oluyor. Bunlardan biri geçtiğimiz günlerde çıkan bir kitap.
Özgün adı Dangerous Gifts: Imperialism, Security, and Civil Wars in the Levant, 1798-1864 (Sakıncalı Hediyeler: Doğu Akdeniz’de Emperyalizm, Güvenlik ve İç Savaş, 1798-1864) olan çalışma geçen ay Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından İngilizce olarak basıldı. Yazarı Hollanda’da Utrecht Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan Ozan Özavcı.
Özavcı ile birkaç yıl önce Bakü’de erken Cumhuriyet döneminin önemli düşünürlerinden, bizim de aile büyüğümüz olan Ahmet Ağaoğlu'nun (1869-1939) doğumunun 150. yılı münasebetiyle düzenlenen bir sempozyumda tanışmıştık. İlk kitabını Ağaoğlu üzerine yazmış, bir kopyasını benimle paylaşmıştı. Bağlantıda kaldık. Yeni kitabı Sakıncalı Hediyeler’i de bana yayımlanınca göndermiş.
Askeri müdahale kültürü
Tarihçi olmadığımın altını çizmekle beraber, bu kitabın yakın dönemde Avrupa ve Osmanlı İmparatorluğu ilişkilerini anlatan en ilginç kitaplardan biri olduğunu söyleyebilirim. Kitap 19. yüzyılda Napolyon savaşlarıyla beraber nasıl bir yeni dünya düzeni kurulduğunu ve bu dünya düzeninde Osmanlı İmparatorluğu’nun nerede konumlandırıldığını anlatıyor.
Özavcı’nın ifadesiyle Sakıncalı Hediyeler Batı’nın Ortadoğu’da askeri müdahale kültürünün doğuşunun hikayesi. Çalışmada Rusya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne, İskoçya’dan Türkiye ve Mısır’a kadar birçok ülkeden, daha önce kullanılmamış zengin bir kaynak arşivi kullanılmış.
Kitap, Napolyon’un Mısır’ı işgalinden başlayarak, Avrupa’da Aydınlanma sonrası meydana gelen yeni bir güvenlik ve müdahalecilik kültürünün Osmanlılar tarafından nasıl özümsendiğini ve Osmanlı İmparatorluğu’nun 1838 Baltalimanı Antlaşması öncesinde ve sonrasında Avrupa ekonomisi için nasıl bir pazar haline geldiğini ayrıntıları ile gözler önüne seriyor.
Özavcı’nın temel argümanlarından biri, 19. yüzyılın en zor ve en tehlikeli meselesi olarak bilinen Doğu Sorununu anlayabilmemiz için sadece Avrupalı başat devletlerin stratejilerini değil aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun karar alma mekanizmalarını ve dönemin ekonomik ve hukuki süreçlerini de incelememiz gerektiği.
Roman gibi
Ancak bence kitabın en önemli özelliği okunurluğu. İlber Ortaylı’nın da dediği gibi bugün birçok tarih eserinin en büyük sorunu, okunmalarının zor, edebiyatlarının zayıf olması. Özavcı, özellikle dönemin siyasal aktörlerinin hayat hikayelerini kullanarak, okuyucusunu anlatısının içine çekiyor. Birkaç yerdeki akademik ve siyasal tartışma dışında, kitap genelde bir roman gibi okunuyor. Özavcı, bilimsel doğrulanabilirliğe dikkat ederken, okuyucunun duygularına da hitap ediyor.
Cazibeli edebiyat
Kısaca temel konusuyla normalde ilgilenmeyecek bir okuyucuyu bile bu konularla ilgilendirecek kadar cazibeli bir edebiyatı var. Bu biyografik perspektif oldukça ilginç ve zengin. Özavcı’nın ifadesiyle, “yalnız sultan” III. Selim’den, Kafkasyalı bir köleye ve Kavalalı bir mafyaya, Tanzimat’ın önemli aktörlerinden Mustafa Reșid Paşa’dan 1860 yılında Osmanlı Suriye’sinde çıkan bir iç savaş sonrası bölgeye gönderilen Avrupalı komisyonerlere kadar birçok tarihsel aktörün perspektifinden dönemin siyasal ve ekonomik gelişmelerini yeniden okuma olanağı buluyoruz.
Özellikle yedinci bölüm muhteşem. Bu bolümde, Mustafa Reșid’in hayat hikayesinden yola çıkarak, Osmanlı siyasal düşüncesine ‘medeniyet’ kavramının girişini, 1838 Ticaret Antlaşması’nın imzalanışını ve 1839’da ilan edilen Gülhane Fermanı’nın dini ve düşünsel kökenlerini yepyeni bir perspektiften öğreniyoruz.
Askeri müdahalecilik
Kitabın sonuç bölümü, 19. yüzyılda meydana gelen askeri müdahalelerle günümüzde devam eden askeri müdahaleciliği karşılaştırıyor. Burada, Özavcı yaklaşık iki yüzyıl önce ortaya çıkan, küresel bir güvenlik ve müdahalecilik kültürünün, bugün de Ortadoğu’ya nasıl benzer bir şekilde zarar verdiğini anlatıyor. Özavcı’ya göre bu bağlamda bizler, “19. yüzyıldaki siyasal aktörlerin çağdaşlarıyız.”
Bunu iddia ederken Özavcı, bir dönem Stanford Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Fouad Ajami’nin 2000’li yıllarda Irak’ın işgalini savunan The Foreigner’s Gift: The Americans, the Arabs and the Iraqis in Iraq (Yabancılardan bir Hediye: Irak’ta Amerikalılar, Araplar ve Iraklılar) kitabını hatırlatıyor bize. Ajami, 2003 Irak işgali sırasında Washington D.C’de Bush ve Cheney yönetiminin danışmanları arasındaydı. O dönemde savaşı savunurken Iraklıların, Amerikalıları kollarını açarak ve sevinçle karşılayacağını, Irak’ın işgalinin Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri için bir sorumluluk olduğunu iddia etmişti.
Hediye sosu
Özavcı kitabında bize Ajami’nin iddialarında da sıkça tanık olduğumuz, Batı askeri müdahaleciliğinin temel söylemlerinin hemen hemen tamamının 19. yüzyılda ne şekilde üretildiğini ortaya koyuyor. Ve bitirirken de altını çiziyor: O zaman da müdahalecilik Doğu Akdeniz ve Ortadoğu halklarına bir hediye olarak soslandırılıyordu. O zaman da müdahaleci ülkeler kendi temel hedeflerine ulaştıkları ve çıkarlarına zarar gördükleri anda yerel işbirlikçilerini yüzüstü bırakıyorlardı. O zaman da yerel halklar, dönemin sorunlarının ve bu sorunların çözümlerinin aslında baş aktörleriydi.
Bugünü anlamak için
Özellikle şu anda Afganistan, Suriye, Libya ve Yemen’de meydana gelen olaylar ışığında, hem günümüzün gelişmelerini hem de ülke tarihimizi daha iyi anlayabilmemiz için bu kitabı herkese öneriyorum. Özavcı’nın Oxford Üniversitesi Yayınları’yla yaptığı anlaşma sonucu isteyenler kitabı internet sitesinden ücretsiz olarak indirebilirler. Ancak kitabın dilimize bir an önce kazandırılmasının da önemli olduğu kanaatindeyim.
(YGİ/NÖ)