Daha önce ondan ve kitabından söz etmiştim. John Lister Türkiye’ye geldi ve 10 Ocak’a bir konferans verdi ve “Avrupa’da ve dünyanın her tarafında bir salgın halini alan pazar tarzı piyasalaştırma politikaları, yani sağlık sistemlerinde sözde ‘reformlar’dan” söz etti.
O sırada İstanbul’da olmadığımdan onu dinleyemedim. İzleyen arkadaşlarım söylediklerini ilettiler. Konuşmanın çözümünü okuyunca onun söylediklerinin kamuya ulaşmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördüm.
Ama o toplantıya katılan gazeteciler bunları yazmadılar, ya da yazsalar da editörleri gazetelerde yer vermediler. Kısacası anlatılanlar toplum onun söylediklerini öğrenemedi.
* * *
Oysa yaşanan “küresel ekonomik kriz” ortamında söyledikleri daha bir önemli ve doğru hale gelmişti. Bu etkilenmenin sağlığa yansıyan ve yansıyacak boyutlarını göstermesi bakımından çok daha önemliydi o söylenenler.
Lister IMF ve Dünya Bankası’nın zorda kalan ülkelere verdiği borçları çeşitli koşullar dayatarak verdiğini ve bu koşullar arasında da devletlerin sağlık ve kamusal alanlara yaptığı harcamalarda kesintilere gitmek zorunda kaldıklarını vurgulamış. Tıpkı burada olduğu ve olacağı gibi.
Yöntem ve talep edilenler hemen her yerde aynı, onun sözleriyle söylersek şöyle: “Dünya Bankası ve IMF yıllardır sağlık sistemlerinde, orta sınıfları özel sigorta yaptırmaya zorlayacak kullanıcı ücretleri, mümkün olduğu kadar çok hizmetin özelleştirilmesi / taşeronlaştırılması, satın alan ile hizmet sunanın birbirinden kopartılması, kamusal hizmetleri ‘asgari paketlere’ indirgeyerek bu yaratılan açığın özel sektör tarafından ödeme gücü olanlar için doldurulması gibi pazar tarzı değişiklikler için baskı yapıyor. En gelişmemiş sağlık sistemlerine sahip en yoksul ülkeler dahi piyasalaşma yönünde yeniden yapılandırma için zamanlarını ve yaşamsal kaynaklarını harcamaya zorlanıyor.”
Yine onun dediği gibi söylersek “bu model işlemiyor ve piyasalar başarısız oldu”. Olacak da!..
* * *
Çünkü bu modeller gereksiz harcamalar gerektiriyor, maliyetleri azaltmıyor, kaynakları en kârlı alanlarda hizmetler için kullanırken gereksinilen basit, yaygın, ucuz ama etkin sağlık hizmetleri gerçekleştirmiyor.
Lister konuşmasında yalnız bir “iddia”dan söz etmemiş. Yaşanmış örnekleri de ortaya koymuş.
En azından bunların doğru haber vermeyi ve araştırmacı gazeteciliği benimseyen gazeteci ve gazeteciler için bulunmaz bir kaynak olduğu, toplumun haber alma ve bilgilenme hakkının gereği yerine getirilmesi gereken bir görev olduğu çok açık.
Tüm dünyada sağlık için yılda 5 trilyon dolar harcanıyor. Dolayısıyla Lister’in vurguladığı gibi özel sağlık sektörünün bu bütçeden daha büyük bir pay almak istemesi de doğal. Ama bu aynı zamanda, o hizmete gereksinen milyarların bunlara gerektiği gibi ulaşamaması ve yararlanamaması anlamına da geliyor.
Toplumun bunları bilmesi ve karar verirken ya da seçimini yaparken göz önüne alması eğer “demokrasi”nin olduğu bir ülkede yaşıyorsak bir zorunluluktur. Bunu sağlayacak olan da kuşkusu “medya”dır.
* * *
Gerçekten de Lister’in konuşmasının sonunda dediğini yapmak yani “sağlık alanında kamusal hizmetlerin değerini yüceltmek ve Avrupa çapında ortak ideolojik tehdide karşı koymak gerek”.
Bu noktada da medyaya büyük görevler düşüyor.(MS/EÜ)