Bu hafta “Veremle Savaş Haftası”. Sağlık Bakanlığı’nın öncülüğünde bu ülkede “62.” kez gerçekleştiriliyor. Geçen ay uzman bir sağlık muhabiri veremle ilgili haberinde, dünyanın büyük metropollerinde, bu arada da İstanbul’da “kırsal” kesime göre veremin çok daha yüksek oranda gözlendiğini yazdı.
Tüberküloz Danışma ve Dayanışma Derneği (TÜDADER) Başkanı Dr. M. Cenk Deliküçük hafta nedeniyle yaptığı basın açıklamasında bu saptamayı destekledi ve oranın başka yerlere göre çok fazla olduğunu vurguladı.
Veremle mücadele konusunda ülkenin en eski ve belki de bugün bu hastalıkla gerçekten mücadele eden tek yapılanması olan Verem Savaş Derneği’nin tüm çabalarına karşın verem Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) de katıldığı gibi, ne yazık ki Türkiye için en büyük sağlık sorunlarından birisi.
* * *
Verem hastalığı küçük bir “basil”le oluyor. Bu neredeyse iki asırdır biliniyor. Üstelik aşısı var ve bu da ülkemizde neredeyse 50 yıldır düzenli olarak uygulanıyor.
Türkiye dünyanın en büyük 17. ekonomisi. Kişi başına düşen gelir düzeyi ve bundan daha fazla önemsenen “alım gücü” ile giderek “zenginleşen” bir ülke sayılıyor.
Ama bu ülkede her yıl, resmi rakamlarla 20-25 bin, resmi olmayan tahminlerle ise bunun 4-5 katı insan vereme yakalanıyor. Yakalananların tedaviyi gerçekten düzenli uygulayanlarının ve tamamlayanların sayısı ise kesin olarak bilinmiyor. Yine bu hastalıktan dolayı ise üç bin insan her yıl ölüyor.
Durumun önemini anlamak için şu sıralarda herkesin tepkisini her gün dile getirdiği İsrail’in Gazze saldırısında ölenleri anımsayalım. İsrail mi yoksa veremin bu hale gelmesinde rolü olanlar mı daha büyük “katliam”a neden oluyor sorusunu “düşünelim.”
* * *
Kentsel alanda verem daha çok! Daha çok artıyor! Çünkü artık “kırsal alanda” yoksulluk çok. Yalnız yoksulluk çok değil. “Yokluk” da çok. Yokların arasında verem gibi hastalıkların önlenmesi ve kontrolü için hizmet vermesi gereken temel yapılar da var.
Yokluğu yoksulluğu ve hastalıkları önlemek “küreselleşme”nin ortadan kaldırabileceği bir sorun değil. Küreselleşme yoksulluğu “sadaka” ile, hastalığı ise “para ödenerek” tanı ve tedavi etmeyi dayatmanın adı.
Verem bunlarla önlenmez. Önlenemiyor da zaten. Çünkü veremi “hekimler ve hastaneler” önleyemez. Hatta tedavi bile edemez. Onun için başka özelliği olan yapılar gerekir: Her hastanın evini kendi evi gibi bilen gören, onlar arasında ve onlardan biri olan sağlıkçılar gerekir. Öyle sağlıkçıları yetiştirecek, istihdam edecek, emeklerinin karşılığını hakkıyla ödeyecek, el üstünde tutacak yöneticiler gerekir.
Veremi ne “düşünce”, ne de yönetici olarak “iktidar”da olanlar ortadan kaldıramaz. Çünkü veremi ortadan kaldırmak için “insan sevgisi” gerekir; o sevgi için küreselleşmenin dayatmalarına itiraz edecek “yürek” gerekir.
* * *
TÜDADER basın açıklaması okunmalı. Dr. Deliküçük’ün sorduğu sorular yanıtlanmalı. O sorular, “hep birlikte” ilgililere, yetkililere, bilenlere sorulmalı ve yanıtları istenmeli.
Bu hepimizin hakkı. Yaşamak için, varolmak için, sağlık hakkımız, hasta ve hasta yakını olarak hakkımız.
Hekim olarak hakkımız, sağlıkçı olarak hakkımız. Gazeteci olarak hakkımız, medya olarak hakkımız.
Sonra ödevlerimiz var: “Öğrenmek ve talep etmek.”
Ancak ondan sonra doğru çözümler bulabiliriz. Çünkü “doğru çözümler ancak doğru saptamalardan çıkar.”(MS/EÜ)
* Not: İstanbul Tabip Odası’nda John Lister 10 Ocak Cumartesi günü “küreselleşme ve sağlık” anlatacak.