Deprem sırasında gördük! En yetkili ağızlar bile yetersizliklerini, gerekeni yapamadıklarını sonunda itiraf etmek zorunda kaldılar. Ama bunu her yerde görülebilecek bir durum sayıp "... bu tür olaylarda artık bu kadar eksik de bu kadar hata payı da olacaktır. Bu dünyanın her yerinde otomatiğe bağlanmış olay değil. Herkes görevini biliyor..." diyerek bunun "hata payı içinde kabul edilebilir zayiat" saymak zorunda kaldılar. Aslında bu itiraf, şu "gerçeğin" dile getirilmesinden başka bir şey değil:
Devletin gözünde vatandaşın canı "hata payı içinde kabul edilebilir zayiat"tan daha öte bir öneme sahip değildir. Hemen anımsayalım ki benzer durumlar yaşandığında askerde yaşamını yitirenler için de "sefer zayiatı" nitelemesi yapılırdı.
Her zaman yineliyorum; hekimlerin "malpraktis" adını vererek kendilerine aitmiş gibi dile getirdikleri, ama aslında "topluma ve bireylere hizmet veren herkes" için geçerli sayılabilecek , "işini/mesleğini kötü uygulama"nın tam tanımı şudur:
"Başka türlü de davranılabileceği biliniyorken, böyle yapmak olası ve olanaklı iken, bunun yerine somut (yaşanan) durumda görüldüğü gibi davranmak ve bunun sonucunda da kişisel, toplumsal ya da değer olarak bir zararın oluşması, bir mağduriyetin doğması mesleği/işi kötü yapmak, uygulamaktır."
Her gün kişisel ya da toplumsal olarak yaşadığımız tüm zararlar ve mağduriyetler eğer neden sonuç ilişkisi içinde irdelenirse, bunların hepsinde bunları gerçekleştirenlerin, niyetlerinden bağımsız bir şekilde böyle bir "kötü uygulama" gerçekleştirdiklerini görürüz.
Vatandaşının, insanının değeri olan ve her şeyin üstünde olduğu toplumlarda bu anlamdaki "mal praktis"in az olmasının nedeni budur. Ya da tersinden söz edersek bizim ülkemizde her konuda bunun pek çok örneğini görmemizin nedeni de "vatandaşın, insanın değerinin azlığı ya da yokluğu"dur.
"26 Ekim Hasta Hakları Günü"
1997'deki kuruluşunda yer aldığım ülkedeki ilk hasta ve hasta yakını hakları derneği olan HAYAD'ın ilkini 1998'de gerçekleştirdiği ve bu gün 14.'süne ulaşılan "26 Ekim Hasta Hakları Günü"nde her yıl olduğu gibi yine bir bildiri yayınladı.
Bu bildirisinde 2011 yılında hasta hakları konusunda HAYAD dahil bu alanda destek ve katkıda bulunmaya çalışan sivil örgütlenmelerden söz edilirken şöyle deniliyordu.
"Derneğimiz kuruluşundan itibaren, sağlık hizmetlerinin eşitlik ve hakkaniyet çerçevesinde sunulması bağlamında, bireylerin bilgilendirilmesi, kamuoyunun bilgilendirilmesi, mağduriyeti bulunan bireylere destek olunması gibi çalışmaları ile ülkemizde hasta haklarının geliştirilmesine, hasta hakları ile ilgili ihlallerin azalmasına ve mağduriyetlerin giderilmesine katkı sunma çabasını göstermiştir."
Bu sözlerin içindeki temel unsurlar "sağlık hizmetlerinin eşitlik ve hakkaniyet çerçevesinde sunulması", "bireylerin bilgilendirilmesi", "mağduriyeti bulunan bireylere destek olunması", "hasta hakları ile ilgili ihlallerin azaltılması" ve "mağduriyetlerin giderilmesi" gibi çok önemli noktalardır. Bu sözlerden hasta hakları konusunda ülkemizde eksikliklerin, yetersizliklerin ya da tam olarak bir yokluk, ya da yoksunluğun söz konusu olduğu anlaşılıyor ki, aslında gerçekler de bu yönde!
14. Hasta Hakları Günü'nde burada söylenenlerin ardındaki gerçekleri daha açık biçimde ifade edersek şu saptamaları yapabiliriz:
- Sağlığın ve sağlıklılığın temel belirleyici olan beslenme, sağlıklı içme suyu, barınma, sağlıklı bir çevre ve ortamda yaşama, sosyal güvence vb. konularda toplumun farklı kesimleri arasında büyük eşitsizlikler, dolayısıyla bunlardaki olumsuzluklardan kaynaklanan aşırı ve fazla hizmet taleplerine yanıt veril(e)mesi nedeniyle ciddi hak ihlâlleri yaşanmaktadır.
- Süren savaş ve çatışma ortamından kaynaklana, doğrudan maruziyetler, dolayı etkilenmeler ve bu bölgeye yeterli ve etkin sağlık hizmetlerinin götürülmemesinden kaynaklanan hak ihlalleri sürmektedir.
Sağlık hizmetlerine erişmek için bedel ödemek gerekli!
- Topluma ve halka sunulan sağlık hizmeti günümüzde ancak bir "karşılık ödenerek" erişilen ve yararlanılabilen bir hizmet haline getirilmiştir; "sosyal/sağlık güvencesi yoksunluğu" giderek daha büyük bir kesim için söz konusudur, dolayısıyla bireylerin yalnız hasta hakkı değil, sağlık hakları da ihlâl edilmektedir.
- Sağlık kurumlarının sayısal, ülkeye dağılım ve sahip oldukları olanakları ve nitelikleri bakımından eksiklik ve yetersizlikleri yanında; yeterli gelir elde edemeyenlerin kapatılması, ana dilde hizmet sunulmaması, yaşanan çeşitli yolsuzluklar, idari bürokrasinin baskı ve zorlamaları dahil, hizmet, araç, gereç ve personel konuları başta olmak üzere organizasyon ve yönetimle ilgili konularda yaşanmakta olan ciddi sorunlar ve bunlardan kaynaklanan hak ihlâlleri mevcuttur.
- Sağlığı korumaya ve sorunları önlemeye yönelik hizmetler, yeterince kazandırmadığı için ihmâl edilmekte ve bazı konularda hemen hiç hizmet sunumu söz konusu olmamaktadır. Bu nedenle zaman zaman önlenebilir toplumun geniş kesimlerini etkileyen toplum temelli enfeksiyonlar ve salgınlar gündeme gelmektedir.
- Sağlığın finansmanıyle ilgili tercihler nedeniyle yoksullar ve dezavantajlı diğer gruplar aleyhinde bir yoksunluk, dolayısıyla ciddi hak ihlâlleri söz konusudur.
- Sağlık çalışanlarının eğitimleri ve hizmet sunumlarıyla ilgili konulardaki eksiklikler ve yetersizlikler, basamaklı hizmetin olmayışı, dolayısıyla hasta yığılmaları gibi yanlış hizmet sunumundan kaynaklanan sorunlar yaşanmaktadır. Bu durumlar hasta ve hasta yakınlarıyla, sağlık hizmeti sunanlar arasında gerilime ve zaman zaman yaşanan çatışmalara neden olmaktadır. Sonuçta hem hizmetin etkin bir şekilde sunulması koşulu ortadan kalkmakta hem de doğrudan bu çatışmadan kaynaklanan şiddet nedeniyle yeni hak ihlâlleri ortaya çıkmaktadır.
- Sağlık çalışanlarının çalışma ortam ve koşullarıyla, başta iş güvenceleri ve düzenli gelirden yoksunlukları olmak üzere özlük haklarındaki sorunlar, çalışmalarına ve hizmet üretimlerine olumsuz etkide bulunmakta, bunun sonucunda da çeşitli hak ihlâlleri ortaya çıkmaktadır.
Sağlık da, hizmet de bozuk!
- Acil sağlık hizmetlerinde sayı, dağılım ve organizasyon sorunları vardır; en merkezi yerlerde bile sıklıkla yaşanan "geç müdahale" nedeniyle yaşanan hak ihlâlleri sürmektedir.
- Sağlık hizmetlerinin ticarileşmesinin getirdiği zorlamaların da etkisi altında hizmet sırasında yaşanan
"etik dışı ve tıp mesleğinin ilke ve kurallarına aykırı davranışlar, tıbbi kötü uygulamalar, haksız kazanç sağlamaya yönelik uygulamalar ve bunlardan kaynaklanan mağduriyetlerle, bu mağduriyetlerin araştırılması ve gerekli yaptırımların gerçekleşmesi süreçlerindeki sorunlar da süren hak ihlâllerinin önemli nedenleri arasındadır.
- İş ve çalışma yaşamında sıkça karşılaşılanlar ve artan trafik yoğunluğuna bağlı kazalarla, son yaşanan depremde de ortaya çıktığı gibi doğal afetlerin zararlarını büyüten yolsuzluk, denetimsizlik ve sahip olunan düzenleme ve kontrol erkinin kötü kullanımına bağlı olumsuzluklar, sağlığı ve sağlıklılığı bozan temel ve süre giden olumsuzluklar arasındadır.
- Benzer biçimde salt "daha çok kazanç" temelinde gerçekleştirilen imar, madencilik ve endüstriyel faaliyetler çevre ve doğa tahribine neden olmaktadır. Bunlardan kaynaklanan, başta çeşitli kanserler olmak üzere korunmanın ve önlemenin mümkün olamadığı hastalıklar giderek artan oranlarda ortaya çıkmaktadır. Bunların çözümü için giderek daha büyük kaynaklar harcanmakta ve insanlarımız hem sağlıklarından olmakta, hem de toplumun geleceği riske atılmaktadır.
- Sıklıkla ekonomik kriz, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve istihdamda yaşanan sorunlardan kaynaklanan "psişik" sorunlar yanında, medyanın da katkıda bulunduğu tüketim ekonomisinin sonucunda ortaya çıkan başta dengesiz beslenmeden ve doğal olmayan yaşamdan kaynaklanan sorunlar, kentsel yaşamın dayattığı başta hareketsizlik olmak üzere yaşamı hemen her an etkileyen olumsuzluklar, artan yaşlı nüfus toplumun büyük kesimlerinin fiziksel, ruhsal yönden çeşitli hastalıklara maruz kalması sonucunu doğurmaktadır.
Tüm bunlar toplumsal olarak sağlıksızlığın "sürekli bir durum"a dönüştüğünü göstermekte, ama daha da kötüsü, bu durumu yaşayanların sağlığı koruyucu, tedavi edici ve destekleyici hizmetlere erişim ve yararlanması bakımından büyük hak ihlâlleri yaşandığı gerçeğiyle bizleri karşı karşıya bırakmaktadır.
Tüm bunların nedeni şu anda bu ülkede "dini/ilahi" bir kisveye büründürülse de, ekonomik model olarak yeğlenen, "kapitalizm"in doğrudan kendisidir.
Yaşanan olumsuzluklara toplumun henüz yeterince "itiraz" etmemesi de yaşadığımız bir başka somut gerçekliktir. Demokrasinin düzeyi yanında, toplumun genel bilinci ve yöneticilerin ellerindeki tüm olanaklarla toplumu etkilemelerinin de rol oynadığı bu gerçekliği değiştirmek için başta STK'lar olmak üzere "farkında olan tüm kesimlere" önemli ve ciddi görevler düşmektedir.
Bu kesimler toplumu "uyarma ve uyandırma" konusunu gündemlerine almalı, yeterince önemsemeli, bu yöndeki çabaların daha başarılı olması için, gerekli değerlendirmeleri yapmalı, işbirliği içinde olmalı ve ortak hareket etmelidir.
Dolayısıyla 14. Hasta Hakları Günü'nde de şimdiye kadar olduğu gibi, toplumun bu konulardaki hak ihlâlleriyle karşılaşmamaları için yapılacak daha çok işin olduğunu söylemeli ve gereklerini yerine getirmeliyiz. (MS/HK)